Hayat bir şeyleri kafaya takmak için çok kısaymış. Herkes gibi bunu anlamam epey yıllımı aldı. Daha doğrusu anlamak değil, uygulamaktı asıl mesele. Peki uygulamaya geçmek o kadar kolay mı? Hiç sanmam. Öncesinde bir şeyler yaşaman ihanete uğraman, hatta bir kaç gözyaşı akıtman şart. Bunları yaşadıkça başlarda sorunu kendinde arayacak, kendini değiştirmeye çalışacaksın. Değiştirmen bir işe yaracak mı? Tabi ki hayır ,çünkü her seferinde daha fazlası beklenecek. Biraz gönlünden ,biraz fikrinden biraz da ruhundan feda edeceksin. Eksilecek, seni sen eden her şeyden vazgeçmeyi göze alacaksın. Oysa sorun sende değil, sorun hayatın kendisinde. O kadar düzenle hazırlanmış bir cehennem ki burası ateşler etrafta değil tam da ruhunda. Ya kendinden feda ettiğin için ya da kendin olmayı seçtiğin için alevlenecek. Hayatına giren herkes seni bir imtihana sokacak. İçindeki iyiliği, hırsı, nefreti gözler önüne serecek. Yıllar sonra nasıl biri olduğumu sonunda anlamaya başlamıştım. Saçlarıma belki aklar düşmemişti ama kalbimin bir kaç teli şimdiden beyazlamıştı. Saçlarımı daha önce tarayan biri olmadığı gibi, kalbimin atışını duyan da olmamıştı. Ne için attığını bilen yoktu. Gerçi benim de bildiğim pek söylenemezdi. Hani şair diyor ya “Kalp dediğin atıyor zaten, önemi olan ritmini değiştirebilmekte” işte benim kalbimin ritmi hiç değişmedi. Bende, sevmek ne? Sevmek nasıl oluyor? gibi bir çok sorunun cevabı yoktu. Belki bunları yanıtlasam daha kolay olacaktı her şey. Sorunun kendisi olup da tatmin edici bir karışıklık bulamayınca işler karıştı hâliyle. Yaşamım boyunca gerçekten kimleri sevdim? sorusu aldı bu kez de. Sahi şu kısacık ömrümde gerçekten kimi sevdim? Belki herkes birer heves, bir alışkanlık sonucu yanımda tuttuğum kişilerdi. Onlarsız bunca sene yaşamışım hatta onlar gittikten sonra bile kalbim atmaya devam edecekti, peki o zaman ne için var bu kişiler. İşte ilk defa bir sorunun yanıtı vardı kafamda. Bana bir şeyler öğretmek, kazandırmak için giriyorlar. Bu kişileri işçi arılar gibi düşünün. Hepsinin bir görevi var ve her biri kovana bir polen getiriyor. Farklı şartlarda büyümüş rengi farklı, iklimi farklı, birbirinden değişik onlarca binlerce çiçekten polen getiriyorlar. Her birinin yaşam tarzı farklı olunca, sana kattığı şeylerde farklı oluyor hâliyle. Yaşamının şekillenmesinde rol oynuyor her biri. Düşüyorsun bacakların kanıyor canın o kadar çok yanıyor ki, hiç geçemeyecek hep dizlerin kanayacak gibi geliyor ama akan kan da duruyor kabuk da bağlıyor. Yaran geçiyor ve bir anda koşmaya başlıyorsun. Bu kez koşmak da yetmiyor, uçmak istiyorsun. İşte tam o an tekrar düşüyorsun ve aynı şeyler baştan başlıyor. Her seferinde o kan hiç durmayacak akacak gibi geliyor. Ama “İnsan unutandır ve insan unutulmaya mahkûm olandır” diyerek Didem Madak çok güzel özetliyor. Unutuyoruz ya da ders alıp devam ediyoruz. Birileri için unutuluyor, bazılarının okyanusunda damla oluyoruz. Defalarca sevmeyi deniyor ,binlerce kez güveniyor sürekli affediyoruz. İşte yaşamın parçası bu…affetmek. Ancak ruhun böyle rahatlıyor. Yukarıda bahsettiğim cehennem var ya belki biraz olsun duruluyor. Hepimizin içinde bir yerlerde kötülük hep vardı. Unuttuğunuz bir şey var ki iyilikte daima onun ikizi olmuştu. Aralarında ne eksikleri ve fazlaları vardı. Asıl mesele senin hangisini büyütmeyi tercih ettiğin. Ben genelde enkaz dolu bir sokakta bile elimde çiçek tohumları ile gezerken buluyorum kendimi. Etrafa dağılmış olan o taşları bir bir kenara itip çiçekler dikiyorum. Evet belki yıkılan o evleri tamir etmiyorum ama daha güzel bir ortam yaratmaya çalıyorum kendimce. Bence yıkılan şeyler ile oyalanmak yerine ,daha güzelini yapmaya çalışmak gerek. Yani demem o ki gidenin arkasından bakmayı kesin, biten şeyleri kafanıza takmayın çünkü her şeyin bir vakti var. Her şey belli bir sağlamlıkta bazıları ilk depremde yıkılacak bazılarının üstüne kat çıkılacak. Kötü bir evi sokağınızda barındırmayın bırakın yıkılsın. Gri bir sokakta sallanan bir binanın eksikliği hissedilmez. İçinde korku ile yaşadığınız, güven hissetmediğiniz bu binayı bırakın gitsin yerine renk renk çiçekler ekin. Renk renk çiçekleri izlerken anlayacaksınız kökleri olan şeylerin değerini. Uğruna canımızı sıktığımız şu dünyaya, Hz. Adem bile ceza olarak gönderilmiş… içinizdeki ateşi alevlendiren şey kendinizi feda etmediğiniz için olsun.
Unutma ateş yakabileceği her şeyi yakana kadar yanar…Ancak o zaman söner!
Dilan ERDOĞAN
0 Yorum