
Ne zaman Nazmiye teyzeye gitsem içim burkulur, yüreğim acır. Eski model çaydanlığı beni hep çocukluğuma, babama götürür…
Hiç unutmam, kar vardı koca şehirde. Öyle böyle değil. Gözüme kocaman gelmişti minik olduğum için, ama aslında sadece 2 metre kadardı. Hummalı bir çalışma sonucunda aradan geçilecek kadar yol açılır, kenarlarda kalan karlar kocaman kardan adam olurdu burnunda havucu, gözünde ve gövdesinde kömürüyle.
Salonun ortasında soba vardı. Üstünde ekmek kızarırdı, çay demlenirdi çaydanlıkta. Çok severdi babam çayı. Sigarasının yanında demli çay içerdi hep. İçine şeker atmaz ağzında kırardı. Büyüyünce öğrenecektim buna kıtlama dendiğini ve Erzurum’lulardan geldiğini…
Çaydanlığı hep bizim eve benzetirdim. Babadır o. Fokurdayan haliyle ben ve kardeşlerimin yaramazlıkları gibidir. Ucundan çıkan duman, evimizin yuvamızın bacasından çıkan soba dumanı gibidir. Çaydanlık nasıl bir aradaysa, biz de hep bir aradaydık….
Şimdi savrulduk. Herkes kendi derdinde, kendi ailesinin peşinde. Bazı kayıplar geride kalanları birleştirir, bazıları ise oraya buraya savurur. Çünkü uzak olunca her şey unutulur zannedilir. Kimse kendini suçlamaz.
Yaramaz olmanın bedelini ağır ödemiştik. Ufacık salonda koşuştururken, babama çay dolduran anneme çarpmış, yerde yatan 6 aylık kardeşimin yanmasına sebep olmuştuk. Sonra kurtaramadık. Dedim ya, kar vardı 2 metre. Ulaşım şimdiki kadar sık değildi. Bazen ağlama sesi duyarım uykumun en güzel yerinde. Sıçrayarak kalkarım yataktan.
Nazmiye teyze çay doldururken elleri titriyor. Gözüm çaydanlıkta. Yere devrilirse kardeşim yanar, annem bizi terk eder, babam da bizi cezalandırır…
Aysel AKGÜL
Çocukluğuma götürdü beni… Teşekkür ederim Aysel hanım.
Ben teşekkür ederim vakit ayırıp okuduğunuz için 💜