Artık tadı yok sokakların, horoz şekerlerinin, saklambacın,köşe kapmacanın. Zaten sokaklar dilsiz, renksiz bir siyah beyaz fotoğraf gibi.Eskiden fotoğrafların rengi yoktu ama hayatın tadı başkaydı. Yaşamın bir rengi, bir tadı, bir anlamı; her zerresinde bir parça masumiyet, biraz iyi niyet birazda merhamet vardı.
Bir külah dondurma, yüz binlik çekirdek mutlu ederdi bizleri ve büyük şeylerde yoktu gözümüz mesela meyveli pasta istemezdi canımız bahçeden topladığımız erikleri çektiği gibi. Ne küfür bilirdik ne de bilgisayar oyunlarını. Barbie bebeklerimiz son model oyuncaklarımız da yoktu. Ama yeterdi bir elma ve çubuklar bir hayvan yapmak için. Ağaç evimiz vardı mesela yabancı filmlerdeki gibi değildi tabi. Yetiyordu bize hayallerimiz tamamlıyordu eksikliklerini her şeyde olduğu gibi.
Annemler hep anlatırdı o dönemlerde yaşanan sıkıntıları. Evet sıkıntılar vardı ama küçüklüğüme ait hatıralarda insanlar mutluydu. Çocukluğumu her düşündüğümde şükrediyorum bu kadar güzel bir çocukluk geçirdiğim için. Çok mutluyum çünkü çizgi filmlere hapsolmuş bir çocuk olmadığı için, doyasıya koştuğum, coştuğum ve dolu dolu yaşadığım için çocukluğumu. Hiçbir zaman son model telefonum ya da tabletim olmadığı için ağlamadım. Böyle bir isteğim de olmadı.
Aynı zamanda çok da üzgünüm. Kendim için değil dört duvar ve bina yığınları içerisinde yetişen çocuklar ve onların çocuklukları için. Mesela dağ tepe gezmenin, ağaca tırmanmanın, tavukları yemlemenin, çimenlerde uzanmanın, akşam yıldızların altında (şehirde kaybolan yıldızlar) oturup hikâye uydurmayı, çuvallarla kaymayı ve birçok şeyi. Aynı şekilde birçok hayvanı televizyon ya da hayvanat bahçesi dışında göremedikleri, dokunamadıkları içinde. Üzülüyorum sadece şehrin uğultusundan homurtusundan uzakta kendinle huzurlu bir an geçirmekten uzak oldukları için. Derin bir üzüntü hem de.
Tüm bunlar aslında samimiyeti sorgulatıyor. Şehirde, dört duvar içinde bulamıyorum samimiyeti. Aslında terk ediyor yavaşça bizi, her geçen gün, her an bir şey götürüyor bizden, ta içimizde derinlerden. Küçük küçük ve yavaş gittiği için anlayamıyoruz. Ama şimdi bakın geçmişe,çocukluğunuza güvenebiliyor muyuz karşımızdaki insanlara, komşumuza, akrabamıza hatta kendimize. Bunun nedenini sorguluyor muyuz hiç. Bir iç muhasebe, kıyas,geçmişe özlem yok mu kalbimizde. İş, koşuşturma, soğuk ve gülmeyen suratlar.Nerede samimiyet, içtenlik masumiyet. Bana bu hayat hengâmesi içerisinde bir çiçekler bir de çocuklar hatırlatıyor masumiyeti. Ama o masumiyeti de onlardan alıyoruz. Artık zor çocuk kalabilmek ve o saflığı koruyabilmek.
Bu sebeple özeniyorum her zaman saf kalabilenlere, kötülük nedir bilmeyenlere ve insanlara güvenebilenlere. Masumiyeti nazlı bir gül gibi koruyup yetiştirmeleri mutlu ediyor beni. İnsanlara güvenmek zor en zoru da tekrar güvenebilmek. Sen neresindesin bu konunun derseniz ben çocukluğumda bıraktığım masumiyeti arıyorum, bina yığınları arasında. Güvenemiyorum artık insanlara. Evet, bu iyi bir insan diyemiyorum ve çocukluğumdaki hikâyelerimdeki gibi iyi ve masum değil insanlar. Ama yine de umut ediyorum herkese ve her şeye rağmen.
0 Yorum