
Aslında bu sözcükleri şafak vaktinden emanet aldım. Yarım saat sonra güneş çıktı çıkacak ve ben yine o ışıkla karanlığa gömüleceğim ta ki gece yine doğana dek. “Neden mi?” Çünkü bir tek geceleri kirpiklerine değiyor dizelerim de o yüzden. Geceleri aynı yastığa baş koyuyoruz seninle. Bir tek hayallerim yorganı çekiyor o sert soğuk sözcüklerime. Yine yalnızlığım demini aldı ve kaynamakta şu fincandaki gözyaşlarım. Taştı taşacak şiirlerim, sen dökerken saçlarını tokandan. Nasıl oluyor da yalnızlık hem bir lütuf hem de ceza oluyor? Senin yokluğun şu dört duvara sığmazken senin gözlerinin değmediği şu kalbe başkasını sığdırmak… Giyotinine kurban gitmek gibi. İşte böyle cezalandırıyorum kendimi, seni severek ve başkasını almayarak şu hâlâ dumanı tütmekte olan sol yanıma. Tezatlar içerisinde bir demet yığını olmuşken şu şiirlerim, şu şair bozması, hayalinin mezarını sulamakta ve bıkmadan, usanmadan. Elini tutarken Bahçelinin soğuk kaldırımları bile derin bir nefes çekmişti, “bugün üşümeyeceğiz, bizim şu bozma şair ilk defa tebessüm ediyor.” diye. Yerdeki çekirdek kabukları bile saçlarının kokusuna maruz kalıp papatya süsü verirken yeryüzünde âşık olmamak mümkün müydü ki sana? Böyle biterken dizeler her gece kalemimden tel tel, şiirler de kâfi etmedi senin saçlarına yıldızlar bağlamaya. Şimdi de çalıyor şafak türküsü, şu sol yanımda tüten kalemimin tam yanında. “Saçlarına yıldız düşmüş koparma…” diye ve benim bir elimde toka diğerindeyse kayan bir yıldız. Lakin dileği sen tut ne kalemimin ne de benim mecalim kalmadı aynı şiiri yazmaya, aynı dizelerde tekrar âşık olmaya…
Sıralı dağlarda bir serçe
Yâre bir gerdan, dizeden ince
Karga desen, şair bozmasından hallice
Utanır dile gelip seni söylemeye…
0 Yorum