Dönen Numara


Karanlığın içinde bozuk paraların eşliğinde yürümekteyim. Arkamdan gelen hışırtılara aldırmamam imkansız olsa da gözlerime inen gölgeyi takip ediyorum. Şayet arkama bakacak olsam bozuk paraların arasında kaybolacaktım, biliyordum. Birden her yer ışıl ışıl aydınlandı. Her yerden gelen müzik seslerin arasında ben ufacık bir numaraydım. Garip bakışların arasından uzaklaşıp kahkaha atanların arasına daldım. Herkes eğlencenin dibindeyken ben nedensiz yere dudak kenarlarının alışılmadık kıvrımındaydım. Tepkisizdim. Buna şaşkınlık da denilebilirdi oysa ki. Birisi bana çarptı, zaten bu kalabalıkta çarpılmaması imkansızdı. Ben de ona çarptım. Hayır ben onlara çarptım. Hepsi alışkındı sanırım beni umursamadan yanımdan geçtiler. Ben de geçtim. Gölgeyi göremiyordum. Işıkların arasından kaçmış olmalıydı tahminimce. Etrafına baktığım kısacık bir anda beynimin getirdiği algı hareketlendi. Lunaparkta idim. Bu renk cümbüşüne ayak uydurmak gerekiyordu. Biri daha çarptı bana ah! dedim ah! Baktım tepkime karşılık vermedi bende ahlamaktan vazgeçtim. Bir el sırtımdan kavradı neye uğradığımı şaşırdım. Baktım ki bana vuracak kontrolü elime geçirmeliyim dedim. Ben daha ne yaptığımı bilmezken havada takla attım. İşte bana o zaman seslendi. Dört! Yerde iki büklüm dururken hadi canım oradan düz düştüm işte, yoksa benden o kadar kolay kaçamazlardı diyecekken avucun içindeki sıcaklığı hissedip adım bu değil ama sen bana öyle diyebilirsin dedim. Ucuz yırttım diye de ayrıca bir sevinç kapladı içimi. Küçük bir elin avucunda ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama artık ağlamaların sızlanmaların arasında debelenmekten harap olmuştum. Yarın yine geliriz, söz veriyorum karşıdaki ses de harap olmuştur emindim bundan nedense onun bu uğraşmaları bana sevgiyi anımsattı. Bir anda avucunun içinde olduğum için kendimi şanslı hissettim, çünkü elinin tersiyle akan gözyaşları ile birlikte burnunu da siliyordu. Tamam dedi, söz verdin bak yarın gidiyoruz dedikten sonra kavanozun kapağını açıp beni oraya attı. Kısık sesle dört dedi. Etrafıma baktım benden başkaları da vardı kesin onlara da dört diyordur diye içerlemiş olsam da ben onlardan ayrıyım diye kendimi avuttum. Bana söyledikleri sözleri kulak arkası yaptım. Yok tarih bizi silecekmiş buradan çıkamayacakmışız da bilmem ne, umursamadım. Yarın yada öbür gün muhakkak çıkacaktım. Neyime güveniyordum bilmiyorum fakat inancım bu yöndeydi işte. Yüzükoyun uzandım. Hepsini kendimden uzaklaştırıp uyudum. Saat 4’ü vurduğunda birden uyanıp kavanoz kapağının açılma sesi ile irkildim. Bir ses, bir uğultu bir garip koku etrafı sardı. Gecenin karanlığı ile yoldaşlık edip birbirimizi tanımaya çalıştık.

Zaman nasıl geçti bilmiyorum. Hayır geçemedi bir türlü. Okuldaydım. Onca dersin arasında sıkışıp kalmıştım. Şayet biraz şanslıysam yeni adım söylenecekti herkes tarafından. 1,2,3, FOUR,5,6… “FOUR” mu? O da neydi? Tahtaya baktım kocaman harf ile F yazıyordu. Dört dedim DÖRT! Duyan olmadı. Gerçekten de ağırdı ders çalışmak. Özellikle anlamak üstüne de anlatmak. Bitiş zili 4’te çaldı. Ben hayatımdan çaldım. Tahtaya son kez “F” harfi yazarak vedalaştım. Neşe saçan küçüklerin arasında mutluluk saçtım bu sefer. Herkes nasıl da mutlu. Karşıdaki sese doğru koşup lunapark diye çığlık çığlığa bağıran küçük ele ortak olup ben de bağırdım lunapark diye. Tamam dedi ses ama önce yemek yiyelim olur mu? Tamam ama ben ödeyeceğim diyerek ceplerinde tıngır tıngır ses çıkaran bozuk paraların eşliğinde gururlu bir ifade takındı. Bu gurura ortak olamasam da bir payım var diyerek gülüşümden hafifçe kıvrım bıraktım. Beni yarı yolda bırakacak demek ki dedim. Yüzüm düştü, yüzümü toparlamam lazım dedim. Belki de öteki yüzümle hayatıma devam edebilirdim. Derken avucunda olduğum el kendini geri çekti gözlerime inanamıyordum beni ona vermemişti işte bu mutluluk değil de neydi? Ödediği hesaptan memnun şekilde yemeklerini yediler. Etrafıma bakıp duruyordum. Bir şeyler sanki ters gidiyordu ama çözemiyordum. Nedense gıdıklandım. Sesim çıkmasın diye kıs kıs güldüm. Keçeli kalemle üzerime adımı yazıyormuş meğersem… Karşıdaki ses aramıza girip hadi bakalım eğlence vakti diyerek masadan kalktık. O sesin cebinden çıkan bozuk paralara imrendim nedense. Benim yüzüme bakınca burun kıvırıyorlardı çünkü. O curcuna arasında eğlendik. Sıra dönme dolaba gelmişti işte. Küçük ele seslenen ses burada bekle param bitti gidip alacağım diyerek uzaklaştı. Fakat küçük el avucunu açıp bana baktı ve gülümsedi. Ne yalan söyleyeyim biraz tedirgin olsam da ben de gülümsedim. Beni karşımdaki başka sese doğru uzattı kabul edilmeyi bırak uzaklaştırıldım. Tekrar avucun içinde olmak beni rahatlamıştı. Kaşlarını çatık halde etrafına bakındı. Kimselere yakalanmadan beni o karanlık yere attı. Tabikide kabul edilmedim. Kendinden emin bir şekilde “F” yazan kabine bindi. Etrafta tiz bir çığlık vardı. O ses küçük ele bağırıyordu. Bence merak edilecek bir şey yoktu yanında ben vardım nasılsa. Dönme dolap hareket etmeye başladı. Ve eğlence yeni başlıyordu. Diğer kabindeki numaralara bakınca genellikle çiftler vardı. Ben gökyüzüne çıkacağımız için yerimde sayamıyorken o şuraya bak dedi. Baktım. Tarih kokan hayallerin sarayına bakakaldım. O taşların arasında çimento olmaya razıydım. İki dudağın arasından çıkacak sese odaklanmış halde bakıyordum küçüğe. Biliyor musun tarihten bir anda silindi yani yıkıldı. Sonradan onun birebir aynısını inşa ettiler. Ama ne olursa olsun tarih kokuyordu. Sana da öyle gelmiyor mu? diye sordu. Yüz kısmından burun deliklerimi kocaman açtım. Evet tarih kokuyor dedim. Biliyorsun ki yüzümün çizgilerinde şeklinde de tarihin izlerini görebilirsin diyerek azıcık da olsa böbürlendim. Saray gerçekten de harikaydı. Sadece o sarayla kalınmamalı diyerek gülümsedi küçük. Dönme dolap nedense durdu. Karşıdaki kabinden bize el salladı, biz de aynı karşılığı verdik gülümseyerek. Çiftler iyi eğleniyor olmalıydı. Biliyor musun birbirlerini çok seviyorlar. Evet her hallerinden belli dedim. Ama evlenmek çok zor, şartlar zor, çocuk bakmak zor. Zor diye diye ömür tükeniyor. İyi dayanıyorlar. Kendinle gurur duymalısın dedim. Sabahtan beri ders çalıştın eve gidip yine ders çalışacaksın. Sorumluluk sahibisin bir kere dedim. Ailen senin gözünün içine bakıyor. Benden bile kıskanıyorlar. Ne mutlu sana dedim. Yok dedi somurttu birden. Seni kıskanmıyorlar. Sen onlara göre uğursuzluk anlamı taşıyorsun. Dönme dolap hareket etmeye başlamıştı. Moralim bozulmuştu ama belli etmemeye çalışarak gülümsedim. Ölümü simgeliyorsun diyerek vurucu hamleyi yaptı. Hayretle baktım suratına. Yutkunarak… O zaman beni şuradan at, kurtul benden, dedim. Küçük, gülümsedi. Ne o benden bu kadar çabuk ayrılmak isteyeceğini düşünmemiştim dedi. Yok öyle değil dedim. Küçüğe seslenen sesi ima ederek yani o senin için endişeli. Neden sence bu “F” harfine bindim sanıyorsun?. Neden? dedim. Ölümün yüzünü değiştirmek için diyerek sırıttı. Düşünsene bir aslında sen şu bu numaraydın. Ama üstünü çizip 4 yazdım.…Senin uğursuzluğun benim mi oldu şimdi? Önceden ne olduğumu bilmediğim için sustum. Şöyle bir kendime baktım. Bir şey hissetmiyordum uğursuzluğu dair. Senin de biraz çabalaman gerekiyor bundan sonra dedi. Artık eskisi gibi olmayacaksın. Önüne hep engeller çıkacak. Ama dedim. Gülümsedi. Evet üstesinden geleceksin diyerek beni öptü.

Kaç tur attığımızı bilmiyordum. Diğer kabinlerde ne tür gizem barınıyordu yada hangi güzelliğin içinde kaybolmuşlardı, hiçbir fikrim yoktu. Dönme dolabın süresi dolmuştu. İndik. Küçüğe sarılan o ses yakıcı gözyaşları arasında kavuşmanın mutluluğunu da taşırken ben de ağladım. Tamam dedim. Üstesinden gelirim. Küçüğün bedenine sarılan ses, avuçlarının arasında beni görünce yüzü düştü düşecek oldu. Dedim sen ölümün yüzünü değiştirebilecek kadar güçlü isen bende uğursuzluğun üstesinden gelebilirim. Sesimi kısarak beni artık bırakmalısın dedim. Küçük ise gülümseyerek, o sesi öperek bu akşam son bir şey istiyorum dedi. Yüzü şekilden şekle giren aynı zamanda tereddüt eden bir ses ile.. Ne?, dedi. Küçük el beni sımsıkı tutup bir yandan da o sesin elini tutup koşmaya başladı. Her ikimizde nereye gidiyoruz diyerek bağırdık. Bizi dinlemiyordu bile. En sonunda havuzun başında durduk. Nefes nefese kalmıştık. Yerden sivri bir taş bulup benim üzerime üzerime geliyordu. Sabahın mahmurluğuyla gıdıklanırken şimdi akşamın karanlığında yakıcı acıyla kıvranıyordum. Canım acıyordu. 4 rakamının artık belirgin halini taşıyordum. Yüzüm değişmişti harbiden. Üstelik canım acısa da mutluydum. Dönme dolabın verdiği heyecanın yanında bu başka bir şeydi. Şimdi kendimi yaşıyor olmak başka bir heyecanın başlangıcıydı. Küçük el, karanlığı delen ışıkların, seslerin, 4 mevsimin, senelerin, tarihin, insanlığın arasından bana gülümsedi. Bende içtenlikle gülümsedim. Son bakışımızdı, biliyorum. İki parmağın ucundan tutup beni havaya attı. Döne döne gökyüzünü seyrettim bütün çıplaklığıyla. Havuzun dibine düştüğümde küçük elin dileğini bütün kalbimle hissettim. Dibin sonunda yüzümü değiştirdim. 4 yazan uğursuzluğu yendim. Dedim, ben başardıysam sen de başarabilirsin.

Didem TÜRKKAN


Like it? Share with your friends!

İncetezat Edebiyat
Kişisel yazılarınızı bize göndererek sitemizde yer almasını ve daha fazla kişiye ulaşmasını sağlayabilirsiniz. https://www.incetezat.com/misafir-yazarlik/

0 Yorum

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir