İstanbul


İstanbul

Kendimi bildim bileli şu sözleri söylerim kendime: “Mesele İstanbul’da yaşamak değil, İstanbul’u yaşamak.” Sokaklarıyla, tarihiyle, insanların nefesleriyle… Öylesine bir şehir düşünmelisin ki her gün uyandığında sana yeni sürprizler hazırladığını hissetmelisin. Her sokağın ayrı bir anlamı olmalı sende, her köşesinde ayrı bir his dolmalı o tertemiz akciğerlerine. İstanbul adeta bir dans pistidir aslında, herkesin müziği kendine özgüdür burada. Bir ritim yakalayıp kendi besteni yarattığın, o besteyi sergileyen senfoni orkestrası karşısında attığın adımlardır senin buradaki hayatın. Ne zaman ki sen durursan, ne zaman ki adım atmaktan vazgeçersen senin için işte o zaman biter İstanbul’un dansı da. Bir koşuşturmacadır bir açıdan da, müzik bazen öylesine hızlanır ki yetişemezsin. Yetişemediğinden takılır düşersin, dizlerin kanar ama kafanı yerden kaldırdığında gülümser İstanbul sana. Onun gücünü hissedersin vücudunda. Boğazın serinliğini eser, sonra o sıcacık güneşi ısıtır orayı, kaybolur o yara. Dünyanın en güzel kadını gibidir İstanbul. Yüzyıllar boyu herkesin ona sahip olmak istediği, herkesin peşinde koştuğu… Öylesine kibirlidir ki ama İstanbul kendisini en çok isteyene değil en çok emek harcayana açar kalbini. Kaç hükümdar geçmiştir onun topraklarından, kaç medeniyet nefes almıştır o gökyüzünün altında ama hepsinin ömrü İstanbul’un istediği kadar. Sokaklarında bulursun o insanları, ruhları oturur seninle konuşur her bir kaldırım taşında. Karşısına geçip izlersin o eşsiz tarih çizgisini boğazın serin sularında. Gözünün önünden geçer duyduğun o masallar, o dilden dile dolaşan destanlar. Kız kulesi dersin âşıkmış Galata’ya. İstanbul’un tarihi dopdoludur böyle aşklarla. Sabahlarını sarar o simitlerin kokusu, bağıran satıcılar, Eminönü’nün balık ekmekleri… Kalabalığı hep canlıdır İstanbul’un, hiçbir zaman uyku tutmaz burada ruhunu. İstanbul bir ressamın nadide tablosudur. İzledikçe izleyesin gelir o eşsiz manzaralarını, gözlerini alamazsın sana ait değildir gözlerin artık, onundur eskiden senin olan ne varsa. Öylesine sevdirir ki kendini sana, vazgeçemezsin, geride bırakıp gidemezsin. Ama zaten bir kere karışmışsanız birbirinize, o sen ne kadar istesen de ayrılmana izin vermez. Bir anne şefkatiyle kucaklar seni. Bir adım atacak olsan ondan uzağa gözleri dolar, doldurur o yaşları bulutlarına, damla damla akıtır yağmurlarında. Sonbaharı hüzün mevsimidir denir bu yüzden İstanbul’un, müziklerinin yavaşlayıp duyguların gökyüzüne dolduğu. Yapraklarını birer birer döker, hüzünlerini silmek için. Kaybettikleri için soğutur kalbini, insanları titretir. Kar tanelerine saklar ondan giden ruhları sonra toprağa düşürür onları ki yeni gelecek nefesler için tekrar çiçek açabilsin. Çiçek açma mevsimi geldiğinde en mutlu zamanını yaşar İstanbul. Kendine katacağı insanların vakti gelmiştir çünkü. Gizlediği o odalarının kapısını açar etrafa saçar parçalarını, yeni gelenler kendine en uygununu bulsun da birleşsin onunla diye. Sonra güneşten sıcacık yapmasını ister her bir yanını. İstanbul ısındıkça, ısınır orada yaşayanların ruhları da onunla. Bu sayede sıcaktır İstanbul’un insanları, onların kelimeleri, saatlerce konuştukları.

Büşra Dilara KARABULUT


Like it? Share with your friends!

İncetezat Edebiyat
Kişisel yazılarınızı bize göndererek sitemizde yer almasını ve daha fazla kişiye ulaşmasını sağlayabilirsiniz. https://www.incetezat.com/misafir-yazarlik/

1 Yorum

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir