Aynaya son bir kez daha baktı, ceketini ilikledi ve saçlarını son bir kez daha taradı. Artık hazırdı. Maziyi de mendil misali yüreğine koyup evden çıktı. Heyecanı daha da artıyordu adımları yaklaştıkça ona. Daha da yaklaşırken geçmiş, gözlerinin önünden geçiyordu. Aynı sokakta onun gözlerine bakarken kıpkırmızı olduğu, onun için kavga ettiği, dayak yediği, dayak yerken onun “iyi misin?” sorusuna bir daha dayak yemeyi göze aldığı zamanları gülümsemeyle selamladı içinden. Bir anda, onun en sevdiği çiçeği almaya karar verdi. En yakın çiçekçiye gidip menekşe aldı. Her bir adımda menekşe daha da güzel kokuyordu. Sahibine kavuşacaktı nasıl olsa birazdan. Yürüdükçe anılar ceplerinden boşalıyordu. Onu ailesinden istedikleri gün, onu ilk alnından öptüğü gün canlanıyordu birer birer. Bu kadar güzel günden sonra “bu ayrılık niye?” diye geçirdi içinden. Kafasındaki sorular canını sıkmaya başlarken onu gördü. Tekrar heyecanlandı. Hemen çiçeği önüne koydu. Yanına geçti ve anlatmaya başladı; “Bugün gök gürültülü sağanak bekleniyormuş, sen şimşekten çok korkardın. Hemen elimi tutardın, gözlerini kapatıp. Elimi tut da korkma diye geldim. Biliyorum gözlerini kapatmasan da orada her yer karanlık. Tıpkı yıllar önce bıraktığın ben gibi” …
Kahve, fincanından taşarken isyan edeceğim belki de
Üstüme düğmesi kopuk bir kalp ilikleyip bekleyeceğim belki de
Buhran değil de büsbütün sevmekten afetler kopacak
Ruh değil de dildekiler candan kopacak
Aslını sorarsan boş ver
Nasılsa hiç yaşanmayacak…
0 Yorum