Rüzgar Gülü


Tüm muhteşem hikâyeler iki şekilde başlar;
Ya bir insan yolculuğa çıkar,
Ya da şehre bir yabancı gelir    

Birkaç sene önce tesadüfen denk geldiğim Tolstoy’un bu sözünü okuduğumda hayatımın bir noktasında bana yön vereceğinden habersizdim.

Bunalmıştım. Şehrin bu karmaşasından kaçmak istiyordum artık. Okumak için almış olduğum kitabın arasından çıkan küçük bir not kâğıdında yazılıydı. Böyle tesadüflere inanan bir insan olmasam da, o an içinden bir ses aradığını bulmuş gibi ‘’İşte bu!’’ demişti. ‘’İşte aradığım cevap!’’Kararımı o an verdim. Benim gibi her şeyi garantiye alıp ona göre hareket eden bir insan için büyük bir risk olacaktı ama her o zaman göz ardı ettiğim o sesi dinleme zorunluluğu hissettim.

Sabah saatlerinde küçük bir sırt çantasına birkaç parça eşya koyup otogara gittim ve en erken otobüse bilet aldım. Hayatı boyunca planlarla yaşayan benim için büyük bir cesaret demekti ama uzun zamandan sonra kendimi ilk defa bu kadar hafiflemiş hissediyordum. Cam kenarına geçip kulaklığımı taktım. İçimde tarifi imkânsız bir mutluluk vardı. Otobüs hareket etmeye başladığında bu mutluluğun yanına bir de heyecanı eklendi. Sonunu düşünmeden tek başıma yolculuk yapıyordum. Kulağa imkânsız geliyordu. Başımı dayadığım camın soğukluğunu hissetmesem rüya gördüğümü bile düşünebilirdim.

Önce şehrin gürültüsü kaldı geride. Sonra taş binalar yerini tek tük evlere ardından baharın geldiğini haber veren yemyeşil kırlara ve rengârenk çiçeklere bıraktı. Şehrin griliğine o kadar alışmıştım ki bu kadar rengi bir arada görmek şaşırttı beni. “ Ne çok şey kaçırmışım’’ dedim kendime.

Çam ve ardıç yapraklarının çevrelemiş olduğu yolu geçtikten sonra tepelerin ardındaki rüzgârgülleri ve hemen eteklerinde bir köy çekti dikkatimi. Anneannemin küçükken anlattığı köy geldi aklıma. Gözlerimin dolmasına engel olamadım. Annem babam sürekli iş seyahatlerinde olduğundan anneannem bakardı bana. Bana yaşadığı köyle ilgili hikâyeler anlatır ve o hikâyeleri dinlerken derin bir iç çeker hep orada olmanın hayalini kurardım. Özellikle hikâyelerinde bahsetmiş olduğu rüzgârgüllerini görmeyi ve oralardaki merada otlayan kuzuların peşinden koşmayı çok isterdim. Ne kadar ısrar etsem de ailem izin vermez derslerimi aksatacağını düşünürlerdi. Ben de gizli gizli ağlardım. Bir gün anneannem beni ağlarken görünce saçlarımı okşayarak  “Üzülme kızım bir gün götürürüm seni hele bir liseye geç sen. ’’demişti bana. Olmamıştı. Ben liseye geçtiğim sene anneannem vefat etmişti. O vefat edince dünyam başıma yıkılmıştı sanki ve ben o günden beri o göçüğün altından yaşıyordum. O an unuttuğum bir öğüdünü hatırladım. ‘’Hayatta hep iyi şeyler olmaz kızım. Kötü şeyler de olur. Önemli olan sonunda gülümsemeyi hatırlamak. Sen ne olursa olsun hep gülümse. Söz ver bakayım bana.’’ O gün ona karşılık ‘’Söz’’demiştim ama sözümü tutamamıştım. Ben o gittikten sonra gülümsemeyi unutmuştum.

Toparlanıp muavini yanıma çağırdım. İnmemde herhangi bir sorun olmadığını öğrendikten sonra köy girişine yakın bir yerde indim. Güneş tam tepede ışıl ışıl parlıyordu. Rüzgârgüllerine selam vererek uzun zamandan sonra gerçekten gülümsedim.

Şimdi benim muhteşem hikâyemin tam başlama vaktiydi.

Gurbet TURAN


Like it? Share with your friends!

İncetezat Edebiyat
Kişisel yazılarınızı bize göndererek sitemizde yer almasını ve daha fazla kişiye ulaşmasını sağlayabilirsiniz. https://www.incetezat.com/misafir-yazarlik/

0 Yorum

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir