Soğuk bir savaşın eşiğinden kurtulmanın en erdemli yoluydu yaşanılanlardan özet çıkarıp kısa bir hikâye yazmak. Uzunca bir yolun sonuna gelmişti hayat, yeniden başlamanın endişesindeydi bütün bu dünyada yaşanan insanlığın hayatta kalma meselesi. Sır kapıları aralanmış göklerde, en derinlerin sur kapıları açılmıştı maviliklerin en ücra melteminde. Yaşananlar hayal gibi görünse de tersine dönmüştü dünya. Dağlar, taşlar, tepeler, denizler ve bütün elementler havalanmıştı adeta. Sanıyorum sonu gelmişti insanlığın. Hani denir ya, bir yaprak dahi kıpırdamıyordu, öylece herkes kafese tıkılmıştı. Neler oluyor deme şansımız dahi yoktu. Çünkü olan oluyordu. Gözle görülmeyen çok çetin bir savaş yaşanıyordu algılarda. Büyük bir hesaplaşma vardı insanın içindeki insanla, kendi yüzünü arıyordu insan. Her şey denilebilirdi.
Bugün yaşananlar, dünün eseriyle ilmek ilmek işlenmiş motifin içinde sıkışan tığla zincire vurulan kuka ipliğinin örülmüş işlemesinde yapışık kalan beyinlerin zinciriyle örülen bir labirentin kurbanları gibi, eceli bile satın alan strateji, tanrıyı dahi kendi istedikleri gibi ihraç eden bir sistemin ve bunun gibi birçok şeyi, yok et ve tekrar yarat, başla bitir ve tekrar oyna. Bir iskambil oyunu gibi, satranç, dama ve daha birçok oyunlara benzeyen bir döngünün, sayılarla uygulanan hafıza teknikleri içinden radyo aktif sistemi ile bütün dünyayı ele geçiren alyuvarların etten ve kemikten, canlı ölüm ve cansız ölümün arasındaki en ince noktadan uygulanan yönetme arzusu krallık, padişah ve Başkan olmanın tatsız tuzsuz açlık yemeği gibi. Daha ne olabilirdi ki. Tanrının giysisini bile soyuyorlar. Bütün sahalar bizimdir dercesine izleyici olarak en çok alkışı yapanlar yine onlar oluyor, e tabi kaz gelecek yerden alkış eksik olmuyordu. Bunları yazmak bir strateji değildi benim için, sadece farkındalık yaratıyordu iç sesime, hani anlatsan bir dert, anlatmasan bin dert, bende bir derde düşmek için bin dertten kurtulmak istiyorum. Yani bir deniz fenerinde ölmeyi kimse istemez, ama zaten ölüyoruz demek yerine de yaşamayı seç ve hayatta kal.
Bu hayatta gerçekler yaşanana kadar her şeye karşıyım. Oyunların içinde yok olacağıma, hayallerin içinde hep var olacağıma inanmak, bir nefesim bile umutsa bana, ölmeden yeniden uyanmak yeni dünyaya, diyerek yazıyorum. “Kendini bil!” derler ya, aslında en iyi kendini bilen şey her şeydir. Seni senden başka her şey bilir ama sen kendini kaybetmişsindir. İşte kibir, kısacası seni senlikten çıkaran pan zehirdir. Maskeleri bu yüzden takıyorduk. Kim bilir ne kadar süre daha takılacaktı beş duyumuza. Aslında Shakespeare ve birçok üstatlar hala maske takıyorlar ölü olmalarına rağmen öyle değil mi. Bu bir insanlık dersidir herkes payına düşeni alır.
Anlamanın en iyi yolu iç ve dış maskesi. Çıplaklığı soyunmak sanan düşük düzeyli algının tahrik merkezi durumuna benziyor. Oysa ki kral çıplak. Ama sen çıplak değilsin. Saydam bardağın içinde ne varsa görüyorsun, içi dolu bardak her zaman cam gibi parlaktır. Teknik olarak bakılan hayatın gerçek yüzü her anında örtülüdür. İspat ister somut kanıtlarla ama ispatsız bir tülsünüz. Bu da kralın smokinidir. Teknik kalkarsa kralın çıplaklığı komik olur. Bitmeyen hikâyeyi en kısa bir şekilde anlatmak için bitiriyorum. Düşünce denizinden belge çıkmaz ama en derinlerden sen çakarsın. Unutma sen çıplak değilsin, kendini ispat edecek bir incir yaprağına gerek yok, utanç perdenden kimse seni göremez.
Yazdıklarım, yazacaklarımın esiridir ama okunurken beş duyuların hala zehiridir.
Sonay SALMAN
0 Yorum