Zaman


Kafamda deli sorular…

Suya yazı yazılır mı acaba? Dökülen yaprakların ardından ağlar mı  ağaçlar? Bulutlar gökyüzünü terkedip gidince, meydan güneşe kaldı diye sevinir mi güneş?  Rüzgar sabah saatlerinde mi daha çok üşütür, günbatımında mı ürperir insanın içi? Kumsaldaki her kum tanesi kış gelince özler mi yazı? Üşür mü, deli dalgalar ile ıslandığında her tanesi?  Yerde biten papatya, kırmızı gelincikler, özenle bakılan menekşe ve ilkbahara hediye frezya hangisi daha kıymetli doğanın gözünde?  

Öncelik, değer ve kıymet kime göre ve neye göre şekillenirdi? Ağaç, rüzgar, güneş, gökyüzü, çiçek ve doğaya hediye olmuş herşey  konuşur muydu insanlar gibi kendi kendine?  

“İnsan” denilen canlı aslında ne kadarda muhteşem bir sistem ile bezenmiş. Hissetmek, sevmek, özlemek, gülmek ve daha niceleri. Hepsi ama hepsi insana münhasır ve hepsi her bedende farklı  aslında. Üzüldüğümüzde kendimize yaşattığımız dram öylesine can acıtan cinsinden ki, mutluluk ile gelen gülümseme hissinden çıkartır olmuşuz hırsımızı. İçten gülümseyenlere tahammülsüz oluşumuz, ondan az gülümseyebilmek olabilir mi? “Çok gülme, ağlarsın.” derler ya hani. O zaman peşin peşin çok ağlayalım, yarınların kahkahalarına yatırım olsun dökülen gözyaşlarımız. Mizahı izah gerektiren bir durum değil mi? Hissedilen her duygu önce yürekten geçer. Ne göz pınarlarından çoktan yola çıkmış bir damlayı tutabilirsin gözünün ucunda. Ne de dudakların gülümseme refleksine  karşı koyabilir. Mesela heyecan, kalbin yerinden çıkacak gibi atarken, avuç içlerinin terlemesine, bedeninin titremesine nasıl engel olabilir ki insan? Döngüye hapsolan karşı koyuşlar müdahale edilemez bir çark gibi. İnsan yaşadıkça öğrenir derler ya, öğrendikçe yaşayamayanlardanız bence. Bir de zamanın bize oynadığı oyunu var tabi, mesela bugün günlerden ne, hangi yıldayız, saat ve zaman bize kulak vermeden ilerlemekte.  Zaman ile uğraşmaktan, zamanın farkında bile değiliz. Geçmiş zamana öylesine takılıp kalmış ki kafamızın içindeki, şimdiki zamanın sol yanımıza hediye ettikleri bir bir gömülüyor derinlere. Bir dün var bugünün modası, farkında olmadan takılıp kalmışız. Bir dakika öncesinin güzel şeyler olma ihtimalini düne bırakmışız. Yarını umutla beklemiş, beklerken bugünü kaçırmışız. Kısır döngünün içinde savulup duruyoruz, sorularımıza cevap aramak en önemli meşgalemiz olmuş.  Ne şimdi umrumuzda, ne yarın. Ne cevapsız sorular nihayet bulmuş, ne nihayet bulduğunu sandığımız olumsuzluklar tükenmiş.  

Kör düzene bastonla eşlik ediyoruz, gözlerimiz görüyor ama biz kolumuzdan tutacak zamanı bekliyoruz. Bir suçlu seçmişiz kendimize, herşeyin faturasını zamana çıkartıyoruz. Farkındayız ama, fark yaratma gücünü yine zamandan bekliyoruz. Geçmişin suçlusu zaman, geleceğin sorumlusu zaman, insana kalan sadece bu an. Ne yazık ki onuda hakkıyla yaşayamıyoruz. Zaman geçiyor farketmiyoruz. Öylesine ilerliyoruz…


Like it? Share with your friends!

Cemile Çalışkan Demirkol
Yazar olmak yolunda, bir yazanım sadece; yürekle kalemin dost olduğu noktadayım ve buradayım... Herkes bakar ama herkes göremez. Baktığın her kare hikaye olmaya başlar bir zaman sonra. İnsan yaşar, tüketir gider de, hayata iz bırakma hayali en özel vefadır, yazmayan bilmez!

2 Yorum

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  1. Hayatımızdaki bir çok doğruya, yanlışa temas eden, zengin, harika bir yazı olmuş. Zamanı anlamak , ya da zamansızlığı… Tebrikler ve sevgiler…

    1. Kıymetli yorumunuz için çok çok teşekkürler Gülgün hanım. Herkes yaşadığı kadar bilir, hissedebildiği kadar yansıtır. İçimden geldiğince sıralanan satırlarımın sizler gibi değerli kalemlerce yoruma layık bulunması onur.. Tekrar teşekkürler, sevgiler .