Yunan’ın Aspadana’sı, Sasanilerin başkenti, Persepolis’in koruyucusu, Melikşah’ın kıymetlisi… Ama aslında her şey Elamların İslamiyet sonrası yerleşik hayata geçmesiyle başlar… Mezopotamya’ya, Asya’ya yakınlığı ve İpek yolunun merkezlerinden biri olmasına kadar İsfahan “dünyanın yarısı” (nesfe jahan) olmayı haketmiştir. En azından bir Azeri çıkıp “Eğer Tebriz olmasaydı” (Age Tabriz nebashe) diyene kadar. Nesfe Jahan İsfahanlılar ve Tebriz Azerileri arasında uzun süre tartışmalara sebep vermiş bir deyiştir.
Zagros’un eteklerinden Zayende nehrinin her iki kıyısını da kaplayacak şekilde uzanan İsfahan İran’ın eski başkenti, en büyük üçüncü şehridir. İran’ın birçok şehrine nazaran bir başka akar hayat. Günümüze sadece kalıntıları kalmış olan Şiraz civarındaki Persepolis’in (ya da Farsça’da söylendiği gibi Takhte Camshid’in) yeniden doğuşu gibidir. Persepolis’e giden yolu korumak amacına sahip olan İsfahan Türkçedeki sipahi kelimesi ile de kardeştir. Atlıların konakladığı yer manasına gelir. Sadece İranlılar için değil Selçuklular için de mühim bir merkezdir. Melikşah bu bölgeyi yapısal olarak zenginleştirmek için çok çaba harcamıştır.
Saib-i Tabrizi’ye göre İsfahan; “Işıktan parlayan bir kalbe sahiptir.” İsfahan’ın kalbi ise Zayende nehri’nin üzerinden geçen meşhur 33 Köprü (Si-o-se pol) ‘dür ve köprünün ışıkları sadece yas günlerinde söner.
Şehrin sembolü gibidir bu 33 köprü. Zayende ülkenin su ihtiyacına merhem olmak için yılın çok kısıtlı zamanlarında akabiliyor olsa da; insanlar bu güzel köprünün hatrına akşam vakitlerini buralarda geçiriyorlar ve su barajlarından kopup yeniden akmaya başladığı zamanlarda köprü bir şölen havasına bürünüyor. Yeniden akan suyun şerefine amatör müzisyenler küçük konserler vermeye başlıyorlar. İnsanlar şehir merkezinin tam ortasında bulunan köprüye varmadan önce kebab ve safranlı pilavdan oluşan (Chelo Kebab) akşam yemeklerini yakındaki bir restoranda yiyor ya da Türk Kebabı (Kebab Torki) olarak andıkları döner ekmeklerini paket yaptırarak köprüdeki eğlenceye katılıyorlar. Işıklarla derinlik hissinin çok iyi yansıtılmış olması insanların kendi derinliklerinden bir parça bulmalarına vesile oluyor diye düşünüyorum.
Derinlik demişken; kaybolma hissiyatını derinden yaşatan, dünyanın en eski tarihi meydanı Nakş-ı Cihan’dan bahsetmek isterim. Sanatın başkentidir burası. Etrafında İmam Camii, Şeyh Lütfullah Camii Ali Ghapoo Sarayı ve genişliğince kapalı bir tarihi çarşı bulundurur. Hediyelik eşyalardan, el dokuması halılara, tahta işçiliği, hat ve minyatür eserleri gibi birçok güzellik barındırır. Genel itibariyle turistler köşedeki büfeden aldıkları gaz (isfahan’a özel bir şekerleme) eşliğinde at arabaları ile meydanın dört bir yanını dolaşarak bu güzelliklerin tadını çıkarıyorlar. Yerliler ise geç saatlere doğru piknik sepetleri ve nargilelerini alıp geniş havuz ve yeşillikle dolu meydanda akşam sefası yapıyorlar. Bu mekanın tarihsel dokusu dışında etrafında bulunan Ali Ghapoo Sarayı içerisindeki rezonans yapısı nedeniyle çok ilginçtir. Farklı odalara bakan bir duvar, kubbenin sesi genleştirmesi sebebiyle fısıltı seslerini karşı tarafa geçirebilme özelliğine sahiptir. Yıllardır burası aşıkların gizli buluşma mekanı olarak kullanılmıştır.
Derken biraz ötede 40 Sütun (Chehel Sotoun) Sarayı misafirlerini karşılamaya hazır bekler.
Pers Bahçeleri ismine yakışır bir biçimde geniş botanik bahçelerden ve önünde yirmi ince Sütun bulunan saraydan oluşur. 40 Sütun ismini, yirmi sütunun, önünde bulunan havuza yansımasıyla oluşan yirmi gölge sütunun varlığından almıştır. Safevi Şahı 1. Abbas bu sarayı önemli misafirlerini kabul etmek amacıyla yaptırmıştır. İran mimarisinde görülen ışık ve ahenk derinliği bu sarayda da kendini hissettirmektir. Sarayda göze çarpan başka bir durumda seramik üzerine fresklerle bazı tarihi olayların canlandırılmasıdır. Bunlardan birisi de Osmanlı Sultanı 1. Selim ile yapılan Çaldıran Savaşıdır.
Osmanlılarla komşu olmalarından mütevellit yolları hep kesişen Safevi Devleti 1603-1618 yılları arasında gerçekleşen Osmanlı-Safevi Savaşları sonucunda Aras nehri kıyısından çektiği Ermeni vatandaşlarını İsfahan’a getirmesi üzerine inşa edilen Vank Katedralinden de bahsedilmesi gerekir.
Bu yapı fıkıhta geçen zımmîlerin ibadette ve adalette özgür olması farzından ötürü İsfahan’da Ermeni mahallesi olan Jolfa’da inşa edilmiş apostolik bir katedraldir. İsmi Ermenice’de manastır manasına gelen katedral, cami kubbesine benzer çatılı bir tapınaktır, ancak batı kiliselerinde genellikle görülen yarı-sekizgen apsis ve yükseltilmiş bir mihrabın eklenmiş olması önemli bir ayrıntıdır. Dolayısıyla tam bir doğu-batı sentezidir. Katedralin dış cephesi iç mekanlarına kıyasla son derece sadedir. Uzun zamandır Ermeni Soykırımının gerçekliğini kanıtladığı iddia edilen kanıt ve delillerin bulunduğu bir müze olarak hizmet vermektedir.
Tarihi, mimarisi ile Perslerin elinden çıkmış bir şiire benzeyen İsfahan havası solunması gereken bir şehirdir. Sakin yapısı, ağaçlıklı yolları, tarihi dokunun hala korunuyor olmasıyla İnsanı düşünmeye iten ama aynı zamanda tatlı tatlı yorgunluğunu alan bir duruşa sahiptir. Yorgunluğunuzu bir kenara attıktan sonraki tavsiyem; bir kitapçıdan edinebileceğin ya da yoldan geçen herhangi bir İsfahanlıdan rica edebilebileceğiniz Hafız Divanı ile Hafız Falınıza bakın. Bırakın iziniz kalsın bu diyarlarda. Ya da ben susayım Nedim anlatsın iz bırakma sevdasını:
Deste yine o nây-ı Irâkîyi al Nedîm
Gitsin nevâ-yı nazm-ı nevîn Isfahâna dek
İran-zemîne tuhfemiz olsun bu nev-gazel
İrgürsün Isfahâna Sıtanbul diyârın
Tuğba BEYCA
Çok açıklayıcı ve ilgi çekici bir gezi yazısı. Tebrikler öncelikle. İnsanı oralara gitmeye itiyor.
Teşekkür ederim, takdiriniz ve beğeniniz için. Sevgiler…
Çok güzel bir yazı olmuş. Görseller de harika. Tebrikler. Başarılarının devamı dileğiyle…
Çok teşekkür ederim, sevgilerimle…
tubacım mükemmel bir yazı isfahani yaşattı teşekkürler
Ben teşekkür ederim, sevgiler…
Tarihi notlarla desteklenmiş güzel bir yazı olmuş. Tebrik ederim 🙂
Çok teşekkür ederim. 🙂