Yedikuleli Mansur-İnceleme


‘Konstantiniyye’nin altında bir Konstantiniyye daha var.’

Kitabın Yazarı: Mehmet Berk Yaltırık

Yayınevi: İthaki Yayınları

2.baskı: Nisan 2017

Sayfa Sayısı: 296

Bu kitabı seçmemdeki asıl neden yazarın Anadolu’daki bizi korkutan ancak bir türlü roman olarak karşımıza çıkamayan ecinniler, oburlar(vampirler), kurt adamlar ve tarihimizde hep karşımıza çıkan kabadayıları(zorbaları) harmanlayıp kitap halinde bize sunmasıdır. Yazarın işlemiş olduğu korku teması ve bu temayı Türkiye’de ilk işleyen kişilerden biri olarak karşımıza çıkarması çok cesaret isteyen bir iş olmasına rağmen Mehmet Berk Yaltırık başarıyla bu işin hakkından gelmiş. Tabi ki yazarın biyografisine baktığımızda tarih mezunu olması da bu kitabı okumamdaki diğer sebeptir. Çünkü Yedikuleli Mansur kurgusal bir roman olmasına rağmen tarihi bilgilerle içi doldurulmuş bir romandır. Bir tarihçiden zorbazları (kabadayıları) ve gulyabani gibi varlıkları öğrenmek benim ilgimi çeken önemli bir nokta oldu. Tabi ki de yazarın hikâyeleri hakkında edindiğim bilgiler de bu romanı okumamdaki diğer sebep. Çünkü korku hikâyesi anlatabilmek için diyar diyar gezen bir tarihçi ve bir yazar varsa karşınızda, bence okunmaya kesinlikle değer bir kitaptır. Bu düşünceyle yola çıktım ve iyi ki okumuşum diyebiliyorum gönül rahatlığıyla.

Kitabın konusuna gelirsek İstanbul’daki kabadayılardan (zorbazlardan) olan Ases Ahmed’in gecenin bir vakti korkunç bir gulyabani tarafından öldürülmesiyle başlayan bir olay örgüsü ve nam salmak gibi bir hayali olan kahramanımız Yedikuleli Mansur’un bu yolda Kara Şaban adlı diğer zorbazla birlikte İstanbul’u ecinnilerden, gulyabanilerden, oburlardan(vampirlerden), kurt âdemlerden kurtarmak için yaptıkları mücadeleler anlatılır.

Başlangıçta da söylediğim üzere, Mehmet Berk Yaltırık’ın korku temasını işleyen nadir Türk yazarlarından olması bu kitabı seçmemde çok büyük bir etken oluşturdu. Günümüzde Türkiye de çoğu yazarın cesaret edip de yazamadığı bir temayı bize tanıtması ve bunu Osmanlı kültürüyle harmanlamış olması mükemmel bir olay. Çok büyük bir tarihimiz olmasına rağmen klasik metotlar ile ve artık kabak tadı veren aşk konulu romanlar ile karıştırılıp bizlere sunan kitaplardan sıkılmış olmam da gerçekten bu romanı inceleme sebebimin büyük bir kısmını oluşturuyor. Kitabın bende farklılaştığı husus yazarın bu kitapta genelde dizilerde bolca görmüş olduğumuz ama roman kısmında görmeye pek alışık olmadığımız kabadayılar hakkında bize geniş bir olay silsilesi sunmuş olması. Ama bu kitabın diğer kitaplardan asıl olarak farklılaştığı husus: Osmanlı tarihinden bu yana Anadolu’daki ecinniler, gulyabaniler, kurt âdemler ile ilgili işlenmemiş olan hikâyeleri roman şeklinde bizlere İLK SUNANLARDAN OLMUŞ OMASIDIR. Yazar, yabancı korku okuyucularına “kardeşim bizde de büyük bir kültürün ve topluluğun getirdiği nice olaylar var, bunları da bir oku, gör.” demiş.

Mehmet Berk Yaltırık

Mehmet Berk Yaltırık Kimdir?

Tarihçi ve korku-fantastik hikâye yazarı. FABİSAD üyesi. 19 Temmuz 1987’de doğdu. 2010’da Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih bölümünden mezun oldu. Aynı üniversitede, Sosyal Bilimler Enstitüsü’ne bağlı Tarih Anabilim Dalı’nda Genel Türk Tarihi alanında, “Moğolların Deşt-i Kıpçak Seferleri” teziyle yüksek lisansını tamamladı. Aynı üniversitede yine tarih bölümünde doktora eğitimini sürdürüyor. Çeşitli internet sitesi ve fanzinlerde, dergilerde araştırma yazıları ve hikâyeleri yayınlandı. Şu an Kırım Haber Ajansı’nın (QHA) Türkçe sayfa editörlüğünü yapıyor. “Anadolu Korku Öyküleri 2” (Bilgi Yayınları), “Gio Ödülleri 2013 Seçilmiş Öyküler” (İthaki Yayınları), “Güçoburlar” (Doğan Kitap), “Aşkın Karanlık Yüzü” (İthaki Yayınları), “Anadolu Korku Öyküleri 3-Yılgayak” (Bilgi Yayınları), “Karanlık Yılbaşı Öyküleri-Aralıktan Sızan Karanlık” (Bilgi Yayınları) çalışmalarında yer aldı. “Yedikuleli Mansur” (İthaki Yayınları) romanının ve “Gölgeli Öyküler” (Yenisey Yayınları) adlı öykü kitabının yazarı. “Türk Kültüründe Hortlak-Cadı İnanışları“ ve “Eski İstanbul Kabadayısı Figürü ve Bir Şehrin Yaşadığı Değişimler” adlı makalelerin müellifi. Devrim Kunter’in Seyfettin Efendi çizgi romanlarının bazı ciltlerinde danışmanlık yaptı. Bir öyküsü “Seyfettin Efendi ve Esrarengiz Hikâyeleri-1”de Kunter tarafından çizildi. FABİSAD’ın düzenlediği 2013 GİO Hikâye Yarışması’nda “Kumarcı Bahattin” adlı öykü ile dereceye girerek “Öykü Başarı Ödülü” ve Türkiye Bilişim Derneği’nin düzenlediği “TBD Bilimkurgu Öykü Yarışması 2013’de “Hekim Maliguri’nin Acayiplikleri” adlı öykü ile mansiyon kazandı. 2017’de “Yedikuleli Mansur romanıyla GİO Roman Ödülleri’nde dereceye girerek “Başarı Ödülü” aldı.[1]

  NOT: Romanın 10.sayfasında yazar, romanın çıkış kaynağı olan Kanlı Pençe adlı öyküyü okumanızı tavsiye ederek site adı belirtmiştir. Buradan romandaki karakterler hakkında bilgiler edinebilir ve romandaki geçmişe dönük bağlantıları daha rahat anlayabilirsiniz.( Romanı okurken faydası oldu) .

Özet: Osmanlı dönemlerindeki Konstantiniyye sokaklarında şehrin bir bölümünün güvenliği Ases Ahmed’den sorulurdu. Ases Ahmed saygı duyulan zorbazlardan(kabadayılardan) biriydi. Geceleri, bu zorbaz konstantiniyye sokaklarını hırsızdan, uğursuzdan korumakla mükelleftir. Bir gün kadının birinin ağlamasıyla birlikte onun yardımına koşan Ases Ahmed, kadının evine gelen gulyanabiyle ilgili şikâyeti dinler ve bununüzerine kadının evinde bekleyip gulyabaniyi haklamaya niyetlenir. Güçlü olduğu kadar kendisinden de emin olan Ases Ahmed, gulyabaniyi görünce korkmuş olmasına rağmen var gücüyle saldırsa da gulyabaniyi durduramaz ve kadınla birlikte katledilir. Bu olay üzerine Konstantiniyye’nin ecinnilerle dolu olduğu anlaşılmış olup halkı da büyük bir korku kaplar. Ases Ahmed gibi gücü herkes tarafından bilinen bir zorbazın öldürülebilir olması korkuyu daha da pekiştirir. Tabi ki diğer zorbazları da büyük bir panik kaplar. Bu olay üzerine zorbazlar arasında bir toplantı gerçekleştirilir. Toplantıyı ayarlayan zorbaz  Gaddar Siyavuş diğer zorbazlar arasında lider olmak için onay ister. Toplantıda bulunan Deli Haim, Dalyancı Stavro gibi zorbazlar bu isteğe sessiz kalırken Divane Murad bu işe razı olmaz ve Kara Şaban adlı Galata’da söz sahibi olan zorbazın çağrılmamasına da sinirlenip laflarını sayıp toplantıdan ayrılır. Gaddar Siyavuş nasıl kendisini lider yapmak için bu toplantıyı ayarlamışsa, Kara Şaban’ı da geçmişte yaşadıkları husumetten dolayı istemez. Tabi ki Gaddar Siyavuş’un hain planları da lider olmak için neleri göze alabileceğini kanıtlayan cinsten olacaktır. Divane Murad’ın toplantıdan kendisine sayıp sövüp ayrılmasından dolayı amacını gerçekleştiremeyen Gaddar, Divane Murad’ı ortadan kaldırmaya karar verir. Ancak Divane Murad’ın Kara Emre’nin bir diğer adıyla Bayramlulu Ali Ahmed’in kuzeni olmasından dolayı onu namertçe ve tuzak kurarak öldürmeye karar vermesi kendince zorunlu hale gelir. Tabi bu planı yaparken Kara Emre’nin Karagümrüklülerin lideri olması ve onları karşısına almak istemeyişi de etkili olur. Gaddar, şehrin en belalı yerlerinden birinde yaşayan Anasız adlı bir belayı Divane Murad’ı öldürmek için tutar. Başta Anasız, Karagümrüklüleri karşısına almak istemese de kabul eder ve Divane Murad’a pusu kurarlar. Divane Murad, kolayca alt edilemediğinden, kenarda bu olayı izleyen Gaddar Siyavuş birinci adamı Sarı Azeb’i görevlendirir. Sarı Azeb, Divane Murad’ı arkasından piştovuyla vurur. Bir taşla iki kuş vurmak isteyen Gaddar Siyavuş, Divane Murad’ın cesedini Kara Şaban’ın mıntıkası taraflarına bırakır. Böylelikle Kara Emre ile Kara Şaban’ı birbirine düşürerek Kara Şaban’ı ortadan kaldırmayı amaçlar. Kitabın asıl kahramanı Kırımlı Yedikuleli Mansur ise Ases Ahmed’in cenazesine katılanlar arasındadır. Yedikuleli Mansur abisiyle birlikte Konstantiniyye’ye yerleşen ve nam sahibi olma hayalinin peşinden gitmek isteyen bir gençtir. Salhane’de(mezbaha’da) çalışan abisinin yanı sıra onun başka amaçları vardır. Nam işin içine girince abisinin tüm ısrarlarına rağmen Kara Şaban’ın yanına çırak olarak girmeyi kafasına koyup Galata’nın yollarına düşer. Galata’ya daha öncede giden kahramanımız orada daha sonra ismini öğreneceği Kuzguni adlı güzele aşık olmuş ancak arkadaşının başı belaya girince onu kurtarmak için çatışmış ve bir daha da aşık olduğu kadını görememiştir. Bu olaydan sonra tekrar Galata’ya yolu düşen kahramanımız, Kara Şaban’ın yerini sorarken Zincir Süleyman’ın onun yerini bilebileceğini öğrenir. Zincir Süleyman kahvehane işleten ve suçluları zincirle döven eski bir yeniçeridir. Mansur kahvehaneye geldiği zaman durumunu anlatır ve Zincir Süleyman, Kara Şaban’ın yerini göstermesi için yardımcısı Arap Aziz’i çağırır. Arap Aziz, boyu kısa olmasına rağmen 3 leşi olan biridir ve görünüşüne aldanmaması için Mansur, Zincir Süleyman tarafından uyarılır. Mansur ile Arap Aziz yolda giderken bir tayfanın onları takip ettiğinden habersizlerdir. Bu tayfadakilerden biri Mansur’un Galata’yı ilk ziyaret edişindeki kapıştığı adamlardan biridir. Bu tayfanın ağababası Tek Göz Giovanni zorbazıdır. Tam kapışma başlayacağı sırada bir nara sesi işitilir ve bu gelen kişi Kara Şaban’dan başkası değildir. Kara Şaban Mansur’a karşısındaki kişiyi alt ederse yanına alacağını söyler ve kahramanımız karşısındakini alt edip Kara Şaban’ın yanına girmeye hak kazanır. Ancak nam salma meselesi ecinniler işin içine girince daha korkulu bir hal almaktadır. Kara Şaban Konstantiniyye’de dolaşan ecinniler meselesini çözmeye kararlıdır ve bu yüzden büyü ile uğraşan eski arkadaşı Taşhavuz Meyhanesinin sahibi Meyhaneci Panayot’un yanına gitmeye karar verir. Ecinnilerin nerede olabilecekleri konusunda bilgi sahibi olduktan sonra Ayasağa köyüne doğru yola çıkarlar. Ayasağa köyünde Kara Şaban’ın dostu eski yeniçeri Ayı Osman yaşar. Kendisi insanlardan uzakta yaşamak istediği için Konstantiniyye’yi terk edip bu köye yerleşmiştir. Köyde Ayı Osman’ın yaşadığı kulübeye giderler ve Kara Şaban tam kulübeye girecekken Ayı Osman’ın tavırları şüphe uyandırır. Kulübeye baktıklarında bir sürü insanın o kulübede bulunduğu ve kurt âdem olduklarını öğrenir. Tabi ki Ayı Osman’da bunun üzerine kurt dem olduğunu ancak arkadaşlarıyla beraber bölgedeki insanlara hiçbir zarar vermediklerini itiraf etmek zorunda kalır. Nasıl bu hale geldiğini soran Kara Şaban’a Osman: “yıllar önce Konstantiniyye sokaklarında kurt âdemler dolaşmaya başlamıştı da padişahımız ve seninle birlikte beraber onları defetmiştik. Defederken de kurt âdemin birisinin pençesi bana gelmişti. Bu yüzden bu hale geldim.” der.  Böylece ekibe bir kişi daha katılır ve ecinnilerin sebebini beraber aramaya başlarlar. Sebebi ararken avcı kılıklı bir adamın gece gezdiğini ve yer altının, hortlakların kabadayısı olduğu bilgisini alırlar. Büyü ile uğraşan kahramanımız Panayot’un önerisiyle bu ecinniyi bulmak için Oduncu Kapısına giderler. Gittiklerinde karşılaştıkları yıllar önceki kurt âdemler vakasında da gördükleri Françe kralının okültisti Jean Jacques de Montegeu’dan başkası değildir. Bu ecinni dehlizlere hükmeder. Kahramanlarımız ile karşılaştıklarında saldırmak için hazırlandıysa da istavroz çıkarılmasıyla saldırmaktan vazgeçer ve olaylardan kendisinin sorumlu olmadığını, Kırım’dan Konstanniyye’ye ecinni getirilen canavarlardan birinin Hunefşan Kadın’ın kölesi olduğunu söyler. Kahramanlarımız olayın üstüne gitmeye kararlıdır ve meselenin aslının Kırım’da çözüleceğini düşünerek Kadırga limanındaki efsunlu bakırdan yapılma geminin peşine düşerler. Limana gittiklerinde etraftakiler gemiden haberdar olmasalar da iki kocakarının evini tarif ederler. Bunların cadı olduklarını öğrenirler ve bakırdan gemiyi onlardan geri getirme sözüyle teslim alırlar ancak gemi efsunlu olduğu için bir kaptana ihtiyaç duyarlar. Cadılar sarhoş, ayık gezmeyen zamanında tekne batıran Matiz Bekir’in ismini verirler. Kaptan da ekibe katılınca Kırım’a, Kefe’ye doğru yola çıkarlar. Yolculuk sırasında başka bir boyutta gezdikleri için korkunç canavarlarla karşılaşıp yanlarından geçerler. Kırım’a ulaştıklarında Kefe’ye doğru yürümeye ve Hunefşan kadın(obur)’ı bulmaya çalışırlar.

“Qırım yurtunda obur cinsinden bir talay mahluqat bar edi. Olar arasında bir vaqıtları oğlan ‘Unefşan Bike’ yahut Unefşan Qadın degen bir melunege ise iç kimselernin kuçi yetişmey eken. Çünki o, çeşit dürlü tılsımlarını bilgen qorqunçlı bir obur ekken. Çoq seneler boyunca halqqa şay zulum ve eziyetler yapqan da, sankim dersin halqnın qanı ona içimlik olıp korüne eken.” Sayfa(197)

                                              Rustem Nafe, Obur Tanıtıcılarınca Masus

Kitab-ı Rüstem

Nafe, 1646

Kara Şaban’ın takımı kara suretli bir kasrın yanına varır ve insanların kanını içen tılsımlı oburu aramaya başlarlar. Mansur korkmaya başlamıştır. Karanlığın içinden işittikleri bir çığlık sesiyle ekibin bacakları titremeye başlar ve obur ile karşılaşırlar. Kurt âdem olan Ayı Osman ansızın atılır ve obur ile kapışır. Kurt âdem oburun yüzüne darbeyi geçireceği sırada Panayot oburun boynunda iple asılı bebek mumyası olduğunu fark eder ve Ayı Osman’a öldürmemesini, boynundaki ipi kesmesini, efsun olduğunu söyler. İp kesilince efsun kaybolur. Kendisine gelen obur ecinnileri gönderenin kendisi olmadığını, kendisini tılsımla bağlatan kişinin ecinnileri yollatan kişi olduğunu söyler. Bir gün kapısına yaşlı bir kadının geldiğini ‘pek muhterem hatun kişiye bir hediye’ diyerek kucağında taşıdığı çıkını açıp uyuyan bebeği gösterip bir anda boynuna siyah bir sicim geçirerek kendisini etkisi altına aldığını ifade eder. Tek kulağı kesik ve rıhtım amelelerinin reisini andıran birinin Konstantiniyye’ye götürmek üzere emrindeki ecinnileri teslim aldığını söyler. “Onu bulursanız ecinnileri kimin yolladığını da bulursunuz.” der. Panayot, Konstantiniyye’deki ecinnilerini geri çekmesini istediğinde obur, ecinnileri azat eder. Kahramanlarımız rıhtıma vardıklarında Kulaksız Reis’i bulurlar ve kendisinden “bu iş sizi aşar, karışmayın” yanıtını alırlar. Ardından gölge gibi bir şeyin adama dokunup onu kıvrandırdığını görürler.Bu gölge Hunefşan Kadından başkası değildir. Kıvranırken Kulaksız’ın son sözleri “Konstantiniyye ve Çam” olur. Bu sözler üzerine ekip araştırmak için Konstantiniyye’ye gider. Ancak geldiklerinde bambaşka durumlar onları bekleyecektir. Bir yandan Divane Murad’ın cesedinin Kara Şaban’ın mıntıkasında bulunması, bir yandan Karagümrüklülerin ayaklanmaları Kara Şaban’ın ve ekibin başına işler açar. Kahramanlarımız Ecinnilerin ortadan kaybolmasıyla sorunun çözüleceğini düşünürken ecinnileri getiren yılanın başının Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye’nin Sadrazamı Rüstem Paşa olduğunu öğrenirler. En azından Konstaniyye’yi kurtardıklarına sevinen Kara Şaban başına geleceklerden habersizdir. Gaddar Siyavuş, Divane Muradın ölümünü hazırlayan Anasız’ı tekrar yanına alır ve Kara Şaban’ın karşısına çıkartır. Feci şekilde yaralanan Kara Şaban, Gaddar Siyavuş’un haince saldırısıyla can vermektedir. Can verirken Mansur’a son sözlerini söyler: “Mirasım artık senindir! Ömür vardır, yüz sene yaşarsın da aynı gün gibi gelir. Ömründe bir gün olur, bir ömürlük sergüzeşt gibi gelir. İşte bizimkisi de o hesap Tatar! Kanımı yerde koymayacağını bilirim, Kuzguni saçlı güzeli bulacağına emin olduğum gibi…”(sayfa 257) Bunun üzerine Mansur bir plan hazırlayıp bütün zorbazların(kabadayıların) önünde Gaddar Siyavuş’u öldürür ve intikamını alır. Ancak Gaddar Siyavuş’un has adamı Sarı Azeb ile düşmanlığı devam eder. İkisi arasında çatışma olur ve en sonunda Yeniçeri Ağası’nın beklediği alelacele bir mahkemeye çıkarılırlar ve Silistre’ye sürgüne gönderilirler. Konstantiniyye’den Silistre’nin yollarına kayıkla giderken Mansur’u ağlama tutar ancak ağlayamaz. Yanına gelen bir yeniçerinin kırba uzatması üzerine kırbayı Galata kulesinin olduğu tarafa uzatıp “Senin namına, şanına Kara Şaban Ağa” diye mırıldanır. O esnada Galata kulesinin dibindeki kabirden işlemeli bir şarap testisi tutan el çıkıverip toprak dolu ancak rakı kokan testiyi boğaza doğru uzatır…

Kitap bölümlerinden bahsetmek gerekirse; zorbazların(kabadayıların) ve ecinnilerin(gulyabani, vampir, kurt adam) mükemmel bir şekilde okuyucuya sunulduğunu düşünüyorum. Özellikle bu alanda yazarın ilklerden olması ve daha önce düşünülmeyen ya da az düşünülen Türk korku temasının kocaman bir Osmanlı kültürüne entegre edilmesi bu kitaptaki bölümlerin temelini oluşturmuş.

Kitabın aslında her kitleye hitap ettiğini rahatlıkla söyleyebilirim. Yazarın tarihçi olması ve bu yüzden de kültürümüzü yansıtan bilgiler sunması her okuyucunun bilgi edinmesini sağlayacak ve bilgi edinmesi gerekliliğini kanıtlayacak cinsten. Eğer tarih seviyorsanız, korku temasını sevmiyor olsanız dahi Anadolu’da var olduğuna inanılan ve kültürümüz haline gelmiş yaratıkların hikayesi bizden olduğu için okumanızı gerçekten tavsiye ederim.

Kullanılan dile gelecek olursak; Sunay Akın’ın kitabın arka kapağında “mükemmel bir araştırma, sürükleyici bir dil ve usta işi kurgu” ifadesi benim söz etmeme gerek olmadan sadece “kesinlikle” dememi sağlıyor.

Kitap dışı kapak tasarımı bana; kitapta da geçen bir ibareyi hatırlattı: “Konstantiniyye’nin altında bir Konstantiniyye daha var.”  Bu sebeple gayet başarılı buldum. Gerçekten de anlatılan olayda ecinnilerin dünyası ve biz insanların dünyası çok güzel anlatılmış ve kapak tasarımı da bunu güzel yansıtmış.


Like it? Share with your friends!

Batuhan Ulaş
Çankaya Üniversitesi Hukuk Fakültesinden mezun olup şu an avukat olarak çalışıyorum. Mesleğimden ziyade edebiyata daha meraklıyım. Edebiyatın insanı insan yapan değerlerden biri olduğunu düşündüğüm için bu sitedeyim.

0 Yorum

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir