Eski yıpranmış fotoğrafları yavaş yavaş inceliyordu Tevfik Bey. Sakince tutuyordu fotoğrafları incitmemeye çalışır gibi. Oysa şu an elinde tuttuğu bu fotoğraf ona çok farklı duygular yaşatıyordu. “Ah koca Tevfik” diye geçirdi içinden. Fotoğrafta koca bir dağın tepesine çıkmış bir delikanlının, Karadeniz’in o çılgın sularına kendini bırakma anı vardı. Zaman o an orda durmuş, tıpkı bazen bir sokaktan yokuş yukarı çıkarken nefes almak için durduğumuz an gibi, arkamıza bakar nefes alırız. Fakat zaman bu durmaz ki akıp gider, küçük derelerden denizlere oradan da okyanuslara. Tevfik Bey de fotoğraftan akıp geçmiş, gençliği ve delikanlılığı orada duruyor. Şimdi aynada yaşlanmış Tevfik Bey, elinde gençliğinden kalma siyah beyaz bir fotoğrafı.
Tevfik Bey de her insan gibi yaşlanıp kocayacağının farkındaydı. Fakat bu şekilde olacağını hiç tahmin etmemişti. Çünkü Tevfik Bey her zaman kendi işini kendi yapan disiplinli bir marangoz olmuştu. Atölyesini hep düzenli tutardı. Olağanın aksine derli toplu ve düzenliydi. Müşterileri hep çok beğenirlerdi dükkanını bir de her zaman acı bir kahve ikram etmeden göndermezdi dükkanının eşiğinden geçenleri. Marangozluk işi bitip emekliliğe ayrıldığında, mavi bahçe kapısı olan müstakil evlerinde eşi Şermin Hanımla yaşıyordu. Evin bahçesinde türlü türlü çiçekler, portakal ağaçları, zeytin ağaçları ve küçük bir süs havuzu vardı. Bu sevimli küçük süs havuzunun yanına iki adet beyaz sandalye yapmıştı Tevfik Bey. Eşiyle beraber ikindi zamanı bu küçük süs havuzunun kenarında çaylarını yudumlarlardı. Gençliğinden bu yana hayatında hep bir düzen ve ahenk vardı. Şimdi bunun bozulacağını bilmesi ve elinden hiçbir şey gelmemesi Tevfik Bey’i gerçekten hüzünlendiriyordu. Bu sefer sanki elinden bütün çözümler alınmıştı.
Bir pazar sabahı kahvaltıdan hemen sonra Şermin Hanım şekersiz Türk kahvesini Tevfik Bey’in masasına koydu. Kahvenin hemen yanında ise tereyağlı tarçınlı kurabiye vardı. Tevfik Bey kurabiyeden bir parça almış ve Şermin Hanım’a dönüp “Eee Şermin Hanım çıkar ağzından şu baklayı” demişti. Gülümsemeye çalışıyordu fakat bu tatlı tarçınlı kurabiyelerin altından bir şeyler çıkacağını çok iyi biliyordu. Çünkü Şermin Hanım kocasına söylemesi zor olan şeyleri tereyağlı tarçınlı kurabiyenin içine saklardı. Kurabiyeyi yaparken güzel şeyler düşünür ve şarkılar söylerdi. Sevgiyle yoğurulmuş bir hamur her zaman işe yarardı. Son zamanlarda diye söze başladı Şermin Hanım ve Tevfik Bey’de fark ettiği belirtilerden konuyu açtı. Bunu onu incitmeden anlatmaya çalışıyordu. Yürüyüşündeki değişimi ve bazen de ellerinin nedensiz titremesini sakince anlatıyordu. Çocukların da fark ettiği bir şeydi bu diye devam etti. Aslında Tevfik Bey de farkındaydı fakat ciddi bir konu haline geleceğini bilememişti. Bu yüzden hep gereksiz olarak atfettiği belirtileri görmezden geliyordu.
Bir gün Necati Bey torunu için bir beşik çizimi yapmıştı. Bu işi yapsa yapsa bizim Tevfik yapar diyerek en yakın arkadaşına götürdü. Tevfik Bey uzun yıllardır aynı sıraları aynı sokağı ve aynı hayatları paylaştığı bu yakın dostuna bir acı kahve ikram etti. Kahvelerini yudumlarken sepetin içindeki Şermin Hanımın yaptığını tereyağlı tarçınlı kurabiyeyi de ikram etmeyi unutmadı. Necati Bey bu kurabiyeleri pek severdi ve hikayesini de çok iyi bilirdi. Çünkü bu kurabiyeler hiçbir zaman nedensiz yoğurulmazdı. Kendini şanslı hissetti ve bir parça aldı kurabiyesinden. Kahvenin üzerine pek iyi gitmişti. Necati Bey çizimini arkadaşına uzattı. Bir yandan da beşiğin nasıl olacağından bahsediyordu. Tevfik Bey de nasıl yaparım diye kafasından beşikle ilgili planlar çiziyordu. İşte tam bu sırada Necati Bey arkadaşında bir şey fark etti. Tevfik Bey’in elinde tuttuğu kağıt ilginç şekilde sallanıyordu. Hızlı ve göze batarcasına. Bunu fark etmemek mümkün değildi. Tevfik Bey arkadaşına fark ettirmemeye çalışıyordu fakat elinden hiçbir şey gelmiyordu sanki yukarıda birisi onu kukla gibi oynatıyordu ve onun elinden hiçbir şey gelmiyordu. Necati beşiğe konsantre olmaya çalışıyordu. Arkadaşını zor bir duruma sokmaması gerekliydi. Çünkü yüzünde mahcup bir ifade ve konuyu değiştirmeye gayret eden bir adam vardı karşısında. Bunun daha fazla uzamasını istemedi Necati Bey; ” Ben yarın tekrar uğrayacağım. Renklerle ilgili tekrar kızıma danışayım “dedi. Artık pek bir keyfi kalmayan Necati Bey elinde kağıdıyla gidiyordu. Arkadaşına ne olduğunu bile soramadan. Neyse ki ağzında tarçınlı kurabiyenin tadı kalmıştı.
Şermin Hanım bu durumu ilk olarak aile doktorlarına bahsetmişti. Aile doktorları da iyi bir nöroloğa gitmelerini söylemişti. Hatta Şermin Hanıma yakın bir nörolog arkadaşını tavsiye etti. “Eğer sen de tamam dersen en kısa zaman da randevu alalım” dedi. Şermin Hanım konuşmasının sonunda kocasına. Nereden çıktı şimdi bu diye düşündü Tevfik Bey ama eşini gücendirecek hiçbir şey söylemedi. Zaten bu konuşmanın onun için ne kadar zor olduğunu biliyordu. “Tamam Şermin Hanım sen randevuyu al. Ne zaman uygunsa doktor o zaman gidelim “dedi.
Tevfik Bey ile Şermin Hanım hastaneden henüz çıkmışlardı. Kadın kocasının ellerini kocaman kavrayarak tuttu. Şermin Hanım ufak tefek görümüne rağmen çok güçlü bir kadındı. Herkese yeter her yere koşar ve her şeyin üstesinden ustalıkla gelirdi. Şimdi ise bu minik kadın minnacık elleriyle kocasının kocaman ellerini kavrıyor, sıkıca tutuyordu. “Bunun da üstesinden geleceğiz Tevfik Bey” dedi. Bunu söylerken yüzünde güven dolu bir gülüşü vardı. Adam karısının gözlerinden güç aldı. Doktor ilaçlar ve parkinson hastalığıyla ilgili birçok bilgi vermişti ama Tevfik Bey’in aklında kalan tek şey bu hastalıkla yaşaması gerektiğiydi.
Tevfik Bey yıpranmış fotoğrafları bir kenara koydu. Bütün bu düşünceler onu yiyip bitirmeye başlamıştı. Hayatını kontrol edemeyecek olması canını fazlasıyla sıkmıştı. Keşke kontrol edemediği sadece hayatı olsaydı… Bir süre sonra vücudunu da kontrol edemeyecekti. Bütün bunları düşünürken kendisini çok yıpratmış olduğunu fark etti. Doktoru ona anti depresyon ilaçları yazmıştı. Nasıl da karşı koymaya çalışmıştı Tevfik Bey. Şimdi ise doktoruna hak veriyordu. Çünkü bu hastalık en başından beyniyle oynamaya başlamıştı bile.
O sırada arka odadan güzel bir müzik yükseliyordu. Tevfik Bey yavaş adımlarla arka odaya yöneldi. Bu karşısında duran eski bir gramofondu. Kim tamir etmiş diye düşünürken karşısında bütün zarifliğiyle Şermin Hanım dans ediyordu.
Birkaç gün önce yine fotoğraflara bakarken görmüştü Şermin Hanım kocasını. Eskileri aklına getirince bir şey fark etti. Gençken ne çok dans ederlerdi. Herkes imrenirdi bu genç çifte. Ritim, uyum, aşk… Seyredenler bir daha diye yarışırlardı. Sonra hayat, iş, koşuşturma derken dans hep bir gün sonrasına bırakılmış zamanla unutulmuştu. Her derdin bir devası mutlaka vardır ve Şermin Hanım bu kocamış delikanlıya bunu tekrar hatırlatmalıydı. Bunun içinde işe ilk önce bodrum katındaki bozuk gramofonu tamir ettirmekle başladı işe.
Minicik ellerini uzattı kadın kocasına. Her zaman bir söz vardır. Dansı adam yönetir diye. Bu sefer yönetimi Şermin Hanım ele almıştı. Kocasının kollarına bıraktı kendini ve bir iki bir iki… Bu ilaç şimdiden çok iyi gelmişti Tevfik Bey’e. Yılların kokusunu çekmiş ve bütün düşüncelerinden sıyrılmış, karısının mesajını almıştı. Asıl hikaye şimdi başlıyordu onlar için…
Nilüfer Yakan
0 Yorum