Boş


“İçimde hiçbir şey yok, koca bir boşluktan ibaretim.” dedi duraktaki kadın. Hem de yanındaki adamın gözlerinin ta derinine bakarak. Yakındılar, aralarında mutlaka bir bağ vardı. Adam bakışını yolun karşısına çevirdi. Yüz çizgileri derinleşti, herhalde ki hüzünlenmiş olacaktı. Omuzları çöküktü, durağın direğine yaslanıyordu.

“Ben de istemezdim böyle olmasını. Ama anla işte, artık…”

Adam kızarmış gözlerini biraz da öfkeyle kadına dikti. Hak etmemişti bu sözleri ya da en azından o öyle düşünüyordu. Garipsedim. Öyle ya her gün “koca bir boşluk” ile otobüs beklemiyordum. Bu kez boşluk kadın bakışını kaçırdı. Bununla da yetinmedi, bir adım geri çekildi.

“Bir şey söylemeyeceksin galiba.” 

“Bana söz mü bıraktın?”

Adamın sitemli sesi dudaklarının arasından çıktı, kadına ulaştı. Ve kadını haklı çıkaran bir şey oldu: Ses bu koca boşluğun içinde bir süre yankılandı durdu. Şaşkınlığım epey artmıştı. Öyle ki beklediğim otobüs geldi binmedim.

“Öyleyse sona geldik. Görüşürüz. Yani belki çok ileride.”

“Sanmıyorum”

Kadın kafasını salladı, ardından içindeki yankıyı da alıp gitti. Adam o gittikten sonra yere çöktü. Yüzü acılıydı. Ama aynı zamanda olanlara anlam veremiyor gibiydi de. Hatta bu onu biraz sinirlendiriyordu.

Bir otobüs geldi, bindi. Ben de hemen arkasından bindim. Yanına oturdum.

Başını cama yasladı ve dünyanın boyutlarından koptu. Ben bir fırsat bulup ne olduğunu öğrenme peşindeydim. O ise o fırsatı vermemekte direniyor gibiydi. Tabi yol uzundu, ben sabırlıydım. Doğru zamanı beklemeye devam ettim ve sonunda şoförün yaptığı bir ani fren, tüm yolcuları silkelediği gibi adamı da silkeledi.

“İyi misiniz?” diye sordum.

“Bilmem, içimde koca bir boşluk var.” dedi.

Elimde olmadan ters bir bakış attım. Yahu sen alay mı ediyorsun, ne demek boşluk, der gibi. Az bir zaman geçti geçmedi “Bir şey söylemeyeceksiniz galiba?” diye sordu.

Mutlaka söyleyecektim, yalnız biraz düşünmeliydim.

“Siz nesiniz, necisiniz? Uzaylı falan mısınız, nedir bu boşluk muhabbeti?” Aklımdan geçen yalnızca buydu. Hatta o anda aklımın manşetiydi bu kelimeler.

“Herhalde öylesine sordunuz” dedi kayıtsızlıkla “herkes gibi.”

Panikledim, elimdeki fırsatı kaybetmekten korktum ve bir anda ağzımdan kaçırıverdim.

“Uzayla bir bağlantınız mı var?”

Tuhaf tuhaf yüzüme baktı, anlamadı. Hemen düzelttim.

“Yani, nasıl bir boşluk demek istedim.”

Bu arada kendi sesimin yankısını da duyuyordum, bu adam da gerçekten boşluktu.

“Tüm hissiyatımı kaybetmiş gibiyim. Sanki karşımda bir adamı bıçaklasanız yapmayın demem. Ne acı ne korku duymam.”

“Buna nasıl karar verdiniz pekala?”

“Hissederek.”

“Kayıp hisleriniz bir anlığına gizlendikleri yerden çıkıp size kötü haberi verdiler herhalde.”

Kafası karıştı ve işlemeye başladı.

“Belki de gitmeden önce bir not bırakmışlardır, siz de nota binaen biliyorsunuzdur artık hissiz olduğunuzu.”

Yüzüme sorarcasına baktı. Ondan çok daha bilgeymişim ve sanki onun bu sorununa çözüm bulabilirmişim gibi.

“Duraktaki kadın sevgiliniz miydi?”

Kafasını salladı.

“Bana kalırsa bu boşluk hastalığını size o bulaştırdı.”

Derin nefesler aldı. Sessizleşti ve içini dinlemeye çalıştı. Benim cümlelerimin yansımaları dışında bir şey duyamıyordu.

“Sevgilinizi iyileştirirseniz siz de iyi olacaksınız belki.”

“İyi ama beni terk etti.”

“Sizden duymak istediği cümleleri duyamadı da ondan.”

“Nasıl yani?”

Heyecanlanmış, bir umut duygusuyla dolmuştu. Tabi kendisi bunun farkında değildi.

“Beyefendi, anladığım kadarıyla uzaylı falan değilsiniz. Tamamen normal, sokakta yürüyen ve birbiriyle karşılaşan insanlardan bir tanesisiniz. Bir tanesi de benim. Ve size şunu söylemeliyim ki siz yalnızca üzgünsünüz.”

“Ama üzüldüğümü de hissedemiyorum, her şey daha önce hiç var olmamış kadar yok sanki. Şu an bile yaşanmıyor muhtemelen. Siz de yoksunuz.”

 “İhtiyacınız olan 2 şey var: iyi bir dram ve bir kutu peçete. Ama tabi naçizane tavsiyem sevgilinizi de iyileştirmenizdir.”

“Yani üzgün olduğundan mı beni sevmeyi bıraktı diyorsunuz?”

“Diyorum ki üzüntüsü öyle ağır basmıştı ki başka bir şey hissedemez olmuştu.”

Dudakları hafiften yukarı kıvrıldı.

“Gülüyorsunuz.”

Eli ile yüzünü yokladı. Gerçekten de gülüyordu.

“Umutlusunuz, seviyorsunuz, bağışlıyorsunuz, çok büyüksünüz çok.”

Sesim yankılanmaktan vazgeçiyordu yavaş yavaş.

“Öyleyse ona gideyim, bir kutu mendille.”

“Eh, gidin bakalım. Mendil hediyenin kralıdır.”

Kalktı, düğmeye bastı ve bir sonraki durakta indi.

Bu ani hareketlilikten sonra kafamı kaldırıp ilk kez etrafıma baktım. Otobüs bomboştu. Ayaklanıp şoför koltuğuna kadar gittim. Şoför yoktu. Otobüs de zaten gitmiyordu. Elimi sakince göğsüme götürdüm. İçeriyi bir yokladım: Koca bir boşluk…  

Geçtim direksiyona. Bu kabustan uyanana dek sürdüm otobüsü rastgele. Ne boşluklar ne kayıp insanlar bindi indi birbiriyle konuşmadan.

Midemde berbat bir bulantıyla uyandım ve içimdeki bu bulantıya teşekkür ettim. Bana bir içim olduğunu kanıtlıyordu.  

Betül Nisa GENÇ


Like it? Share with your friends!

Betül Nisa Genç
İstanbul Atatürk Fen Lisesi mezunuyum. Marmara üniversitesinde tıp okuyorum. Tam bir insan olabilmek ve insanı anlayabilmek için yazıyorum.

1 Yorum

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir