Çoban


Gökyüzünü yoğun grimsi bulutlar kaplıyordu, sis bel hizasına kadar alçalarak yayılıyordu. Alnındaki soğuk çiğ taneleri, henüz ısınmamış vücudunun bir parçası olmuştu. Günyüzü’nün yalnızlık ışıkları iyice belirerek ilerliyor, doğanın sessizliği ile birlikte karışarak açıklı, koyulu yeşilliğin içinde doğaya süzülerek doğuyordu. Yavaş yavaş hava ısınmaya başlıyordu. Rüzgârın esintisi, dudaklarından dökülmeyen ıslığının sesi, sanki tuhaf bir şekilde iç içe geçiyor, kulaklarında çoban türküsünü çığırıyordu. Kulağındaki türküler, yaşamındaki dik kayalara sertçe çarparak yankılanıyordu. Yüzüne dikkatlice bakınca, yorgun ufuk çizgileri önce alın kısmında göze çarpıyor, sonra göz kenarlarında beliriyordu. Dudağının etrafında ise yaşlı insana ait derinlikte sertçe ifade vererek sonlanıyordu. Uzun ince boyu, hafifçe öne doğru eğik sırtı, kahverengi gözleri, epeyce gür dalgalı simsiyah saçları vardı. 

Elinde değneği ile oldukça serin bahar sabahı, arkasındaki koyunlarla birlikte, koyu bir yeşil derinliğin dibine doğru uzanan patikada uzun ince bir yolda yürüyordu. Gün uzundu…

Oldukça uzak bir köyden uzun ince bir yoldan ayağındaki siyah plastik çarıkla yürüyerek okuluna gitmişti. 
O gün çoktandır göremediğimiz sınıf arkadaşımız Remzi sınıfa gelmişti. İlkokul sınıf arkadaşım bizden oldukça büyük bir yaştaydı. Remzi okumayı öğrenmek için bizimle aynı sıralarda, bizim dışımızda kalan, ayrı bir parça olarak bulunuyordu. Oldukça uzun boylu olduğu için bacakları sıraya fazla uzun geliyordu. Kocaman ellerinin avuçlarının içi nasır bağlamıştı. 

Remzi’nin ilkokulda iken okumayı söküp sökemediğini hiç hatırlayamıyorum. Hafızası güçlüydü. O ezbere bildiği türküyü sonuna kadar hiç şaşırmadan okurdu. Öğretmenimiz onun sınıfta olduğunu görür görmez ilk iş olarak “Remzi bize bir türkü söyler misin ?”Diye soruyordu.

Remzi “tamam” diye cevap verdikten sonra türküsünü söylemeye başlıyordu. Söylediği türkü her zaman aynı türkü oluyordu.

“Uzun ince bir yoldayım, gidiyorum gündüz gece, bilmiyorum, ne haldeyim? Gidiyorum gündüz gece, gidiyorum gündüz gece…”

Bizim minik kırılgan yüreklerimiz, uzun ince bir yoldayım sözlerinin, tam olarak neyi anlatmak istediğini kavrayamıyordu. Sadece Remzi’nin bu türküyü söylerken yanık sesine odaklanıyordu. O yanık sesin kusursuzluğundan olsa gerek çok etkileniyordum. İmkânsızlıkların doğasında yaşayan o çobanın yaşam hikâyesiyle, Remzi’nin söylediği türkü hala kulağımda. Çobanlar erken mi büyürdü? Oyuncakları var mıydı? Remzi nasıl bir evde yaşıyordu? O kocaman elleri o yaşta nasıl nasır tutmuştu? Evinde yiyecek yemeği var mıydı? Çocukluk günlerimde bu farklılıkları merak ediyordum. Aklımdan geçenleri aileme, öğretmenime hiç söyleyemedim. Örgün öğrenimi oldukça geç kalmış, Remzi’nin çocukluğu erken büyümüştü. Bizim içinde bulunduğumuz koşullardan farklı bir yol olan hayatı, hayal bile edemediğimiz derecede aldığı sorumlulukları beni o yaşlarımda etkilemiş olmalıydı. Bir daha göremedim. Remzi’ ye ne olduğunu, okulu bitirip bitiremediğini, bilemedim. Uzun ince bir yolda yeteneğine doğru yürüyerek, gece gündüz, yol alıp alamadığını hiç öğrenemedim. 

Aydan ERDOĞAN


Like it? Share with your friends!

İncetezat Edebiyat
Kişisel yazılarınızı bize göndererek sitemizde yer almasını ve daha fazla kişiye ulaşmasını sağlayabilirsiniz. https://www.incetezat.com/misafir-yazarlik/

5 Yorum

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  1. Hangimizin çocukluğu erken büyümedi ki? Okurken çocukluğuma baktım ucu sızlayan burun direklerimin arasından. Kaleminize, emeğinize sağlık, çok güzel.

    1. Değerli yorumunuz beni mutlu etti. Sadece fotoğrafları izleme kültürünün içinden geçerken duygusal satırlarla var olmaya çalışıyoruz. Evet hangimizin çocukluğu erken büyümedi ki bugün bazı büyümüş olanların büyüklüğü de sanki çocuk kalmış gibi. Saygılarımla