Düğün Traşı


İşten erken çıktım. İş arkadaşım Alper’in düğünü için. Kıyafetim uygun olunca değiştirmek için gitmek istemedim eve. Zaman kaybı. Berberde saç-sakal tıraşı olduktan sonra geçecektim düğün salonuna. Ofisin iki sokak ilerisinde berber Sami’nin yeri. Baktım dışardan bir müşterisi var. Az kalmış gibi görünüyordu bitirmesine.

Dükkândan içeri girince muradını kucaklayan derviş gibi kollarını açıp, ağbim hoş geldin dedi. Hoş buldum, deyip duvarda boydan boya asılı aynanın altında dizili sandalyelerden en köşedekine çöktüm. Üzerinde alışık olmadığım bir asabilik vardı, olmazdı hiç böyle. Elindeki ustura rastgele havada dönüp duruyor, adeta hedefsiz takla attırıyordu. Başımı önümdeki gazeteye gömdüm, arada kaşlarımı kaldırıp bakıyorum bitti mi diye. Sabırsızlandığımı fark etmiş olacak ki, bir çay kap gel ağbine, dedi yanında dikilen yeni bitme çırağa. Oyuna yetişecek çocuk telaşıyla koşarak çıktı o da. Zahmet etmeseydin dedim. Yok dedi sitemle çayın lafı mı olur.

Biter bitmez, buyur ağbi dedi, geç şöyle, beklettik seni. Kolayca tutunan arsız sarmaşıklar gibi herkesle samimi olurdu. Yok, estağfurullah, habersiz gelince böyle olur tabii dedim. Önlüğü geçirdi boynuma, hayırdır, dedi, akşam akşam. Yok dedim arkadaşın düğünü var da. Vayy, dedi, gevrek bir gülüş atarak. Sonra makası şaklatarak kesmeye başladı saçımı bildiği gibi.

Ses etmeden koltuğa çökmüş akşamki düğünü düşünüyordum. Nedense aklımdan çıkmıyordu bir türlü. Oğlum, bak bu fırsat kaçmaz, tam sana göre kız demişti Alper. Hem Sibel dün Esra’ya çıtlatmış, durumu biliyor o da.  Gecikmiş de olsa yapabilirdim bunu, evet.

Elini başıma değdirip nasıl olsun dedi, arkamdan sesi. Hah işte, muhabbetin girizgâh cümlesi? Sinir oluyorum bu soruya. Olsun da nasıl olursa olsun! İki tel kalmış başıma ne yapacaksa? Ne yalan söyleyeyim bildiğin gibi yap, dedim, gereksiz bir muhabbetin başlangıcına dahil olmayayım diye. Bıyıklarını dudaklarının arasında ezerek cillop gibi olacak, dedi merak etme sen. Merak edecek bir şey yoktu. Gözüm kaydı aynadaki suretime. Açılmış alnıma, enine çizgilerin gittikçe derinleşmesine. Eliyle başımı hafifçe ittirerek geri yaslan demese aval aval bakmaya devam edeceğim.

Kendime yazığım gelip başımı çevirince sana bir şey anlatayım ağbi, dedi, usturayı yüzüme vurdu bunu derken. Bayılır lafı sündürmeye. Geçen akşam kapatmak üzereyim dükkânı. Neyin nesi kimin fesi bilinmez biri geldi kuruldu, sakal tıraşıymış. Çıra yarması mübarek. Yüzünde nur yok tıraş etsen neye yarayacak. Son zamanlarda müşteriler değişti çok, dedi, tanımadığımız tipler türedi mahallede. Bizim müşterilerimiz bellidir, tanırız birbirimizi; kim ne zaman gelecek ne derdi var biliriz? Herkes anlatır biz de dinleriz, bilirsin.

Destursuz pat diye girdi dükkâna. Oturdu koltuğa. Halinden, davranışından şüphe duydum haliyle, dedi. Giysisi de bir tuhaf. Bizim buralarda giymezler böyle kıyafetleri. Yüzünün parlaklığı dışarı çıkmak için çabalayan sakallarını kamufle etmiş. Görünürde yok kıl mıl! Dikkatli bakınca belli belirsiz o da.

Sakalları alıver, dedi. Peki efendim. Emir veriyor. Ses etmeden yüzünü köpürttüm. Aldım usturayı elime. Yetişmeme lazım biraz acele et, dedi. Sesi bir tuhaf. Cinsiyetini şaşırmış adeta. Ürktüm, ustura kayıp elimden bir yerini kesecekti nerdeyse. Yüzünü örtmüş köpüklerden yol açıp ilerlerken gevşedi, iyice kaykıldı koltuğa. Tam dudağının üstüne usturayı vurmuştum ki kolu bilerek mi yoksa kazara mı bacağıma değince dellendim. Geri çekildim. Biraz diklenip dikkat et, dedi birde üstüne üstlük. Sinirlendim tabii, yapılır mı bu bana ağbi, dedi. Baltayı taşa vurdu, habersiz. Usturayı bir silah gibi doğrulttum, dayadım boynuna. Devam ediyorum tıraşa güya. Gıkı çıkmıyor, çırpınır gibi oldu. Titriyor bir de. Kıpraşmaya başladı yerinde. Kapıdan başını uzatan bir müşteriye cevap yetiştirmemi fırsat bilip sıçradı koltuktan, üzerinde önlükle. Koştum arkasından küfürle. Koşsan ne olacak? Uçtu gitti. Önlüğü kurtardım en azından. Onu da kullanmam bir daha. Yok öyle Müslüman mahallesinde salyangoz satmak. Pabuç bırakır mıyız, dedi, yapmasan böyle, mahalleyi yangın yerine çevirir bunlar.

Bitmek üzereydi. Ustura suratımda kayarken yüzümün seğirdiğini hissettim. Nedense sakal tıraşını epey geciktirdiğimden yüzüm hassaslaşmış, ustura dokundukça yanıyordu. Çok değişti insanlar, dedi. Güvenmeyeceksin bu devirde kimseye. Yüzüne baksan adam ama öyle değil. Nasıl olduysa kaydı ustura elinden. İnce bir sızıdan anladım. Sonra pamuğu bastı üstüne, kusura bakma ağbi, dedi nasıl oldu anlamadım. Sinirlendim. Başımı lavaboya sokup sıcak su ve şampuanla ovalayınca biraz kendime geldim. Kolonyayı kapıp avucuna boca etti sonra, dayadı burnuma. Boğulacak gibi oldum. İçim dışıma çıkacaktı nerdeyse. Peşinden hamur gibi yoğurdu yüzümü.  Yoğurdukça yanıyordu. Yeter bırak desem olmazdı.  Gözüm saatte. Bir kalkabilsem. Aynaya baktım. Elinde savurduğu havluya yapışmış kıllar uçuşurken tamamdır ağbim, dedi başka bir isteğin?

Saate baktım, pamuğu parmağımla yüzümdeki kesiğin üstüne bastırarak hızla çıktım dükkândan sonra. Yüzüm kızarmış, hala yanıyordu. Düğün tıraşı olmak kolay iş değildi bu zamanda. Hiç değildi hem de.

Hüseyin OPRUKLU


Like it? Share with your friends!

İncetezat Edebiyat
Kişisel yazılarınızı bize göndererek sitemizde yer almasını ve daha fazla kişiye ulaşmasını sağlayabilirsiniz. https://www.incetezat.com/misafir-yazarlik/

0 Yorum

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir