Fincan


Cezveye süt koydu. Boğazında bir ağrı vardı, mikrobun biri gelmiş sanki az derdi varmış gibi onu bulmuştu. Ne adi mikrop! Vakitsiz yere genç adama gırtlağının varlığını bu denli hatırlatmış, dikkatini zorla oraya çekmişti.

Süt, ısındı. Cezveden; çiçekli, kuşlu, saçma sapan bir çay fincanına aktarıldı. Adam içine bal katmayı düşündüyse de bunu yapmadı. Zaten bal sevmezdi.

“En azından tarçın atayım şöyle üstüne” dedi. Çay kaşığının ucuyla serpiştirdi. “Biraz daha, hem belki tarçın iyi gelir.”

Bu kez amaçladığından fazla döktü; bir dağ, bir yığın oluştu sütün üstünde. Sabırsız, öfkeli bir nefesle doldurdu ciğerlerini. Bir fırlatmak arzusu, tarçın kavanozunu da fincanı da… Ancak arzulamaktan ileri gitmedi adam. Çünkü biliyordu ki ne olursa olsun kırılacakları toplama işlemini kendisi yapmak zorunda kalacaktı.

Sütlü tarçın dolu bardağını aldı, onu tuttuğunu yalnız eliyle değil bütün vücuduyla hissediyordu. İstemediği şeyi yaparken daha bir farkında oluyordu insan. Pencerenin altına, yere oturdu.

“İşte en zoru bu, en zoru. Değil mi tarçın? Yalnızsın, ne olacak? Yaşarsın. Yemek mi yapamayacaksın, çöpünü mü çıkaramayacaksın? Her şeyi tek başına yaparsın. Ama bir kez kırıldın mı iş kötü. Toplanmak yine sana kalıyor, tarçın. En zoru.”

Adam bir süre pür dikkat yığını izledi ve hatta ondan bir cevap bekledi. Umut, üzeri korkuyla kaplanmış ancak iki saklanamaz sır gibi, gözlerinden saçılıyordu. Aradığını bulamayınca buruk bir gülüş savurdu, delirmiş gözüktüğünden emindi. Tabi, bu hiç de önemli değildi. Nasılsa çevresinde onu yargılayacak bir insan dahi yoktu. Bir süre daha elindeki fincana baktı. Yanıt hala gelmiyordu. İçindeki yok etme isteği adamı, sütü içmeye itti. Çiçekli porseleni dudaklarına yaklaştırdı. Hatasını kendi telafi etmeliydi, elindeki iğrenç şeyi bitirmesinde ona yardım edemezdi kimse. İki dikişte içti. Vücuduna dolan hacim, akan gözyaşları tarafından dengelenmek istiyordu sanki. Gözleri iki çeşmeye döndü.

Kırılacaktı işte, az kalmıştı. Çıkmaz sokak olduğunu bilmeden rampa aşağı giden acemi şoför gibiydi. Dönmeyi başaramayacağı noktaya yalnız metreler vardı.

Az sonra fincan, baştan beri verdiği ayakta kalma mücadelesini kaybetti. Görünüşte sebep; istemsiz, ani bir öksürük kriziydi. Adi mikroplardı yani. Ancak ne olursa olsun, şimdi porselen parçaları her yerdeydi. 


Like it? Share with your friends!

Betül Nisa Genç
İstanbul Atatürk Fen Lisesi mezunuyum. Marmara üniversitesinde tıp okuyorum. Tam bir insan olabilmek ve insanı anlayabilmek için yazıyorum.

1 Yorum

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir