Güvercin Beyazı


Hiç unutmam, ben küçükken, küçük dediysek de kendi başıma gazoz almaya gidebilecek yaştayken yani bizim mahallede yağız mı yağız bir Mahmut abi vardı. Annemin dediğine göre bu Mahmut abi babamın çocukluk arkadaşıydı. Öyle ki anam, ne vakit babamı aramaya yollasa beni, onları Mahmut abi ile koyu bir muhabbetin içinde bulurdum. Her daim başımı okşar ardından keten ceketinin cebine kocaman elini daldırıp içinden çıkardığı şırıldak kağıtlı şekeri avucuma kondururdu. Mahmut abi iyiydi iyisine ama annemin dediğine göre bir kusuru vardı. Yaşıtları çoluk çocuğa karışmışken o bekar kalmıştı. Annem ne vakit bu konuyu açsa babama, babam, rahat bırak adamı! O halinden memnun, der konuyu kapardı. Ama annem için konu hiç kapanmazdı. Öyle ki onu ne zaman dua ederken dinlesem, Allah’ım yalnızlık bir sana mahsustur. Şu Mahmut kuluna da hayırlı bir kısmet gönderiver, deyip yatardı.

Okula başlayacağımın yazı, çocuk aklımla annemin dualarının gerçek olduğunu hisseder gibi oldum. Bir elimde patates poşeti diğerinde horoz şekeri vardı. Horoz şekeri yiyebilme bahanesiyle annemin elini bırakmıştım. Bunu büyük bir marifet sayarak etrafa dalgın dalgın bakarken Mahmut abinin yeni açılan tuhafiyenin tam karşısına sandalyesini attığını ve orada öylece bıyıklarını burarak ve gözlerini kısarak bakındığını görünce annem de benim düşündüğümü düşünerek poşetleri usulca yere bırakıp ellerini az buçuk havaya kaldırarak, Hey yüce Rabbim sen işini bilirsin, dedi ondan sonra da sen burada bekle beni diyip tuhafiyeye girdi.

Akşam olup herkes yer sofrasına kurulunca da babamın, o asla konuşmayan adamın, ağzından girip burnundan çıkarak meseleyi öğrendi. Bugün, dedi evvela, yeni açılan iplikçiye gittim. İplikçi değil o, dedi babam, Tuhafiye .Amaan işte neyse ne dedi annem de. Bizim Sehergillerin yeğenleri açmış yabancı değilmiş. Hanım kızı bir görsen! Pek güzel. Öğrendiğime göre de bir abisi ile yaşayıp gidermiş. Babam yemeği bir anda bırakarak, sen şimdi durduk yere anlatmazsın bunları, sadede gel, çıkar ağzındaki baklayı, deyince. Mahalleliden duydum, bizim Mahmut iplik alma bahanesiyle tuhafiyeye her Allah’ın günü uğrar olmuş, bir de bugün pazardan dönerken onu öyle tuhafiyeyi hülyalı hülyalı seyrederken görünce. Ne dersin bey? Yaşı geçti geçiyor, sevaptır, biz de bir el atsak mı şu işe? Deyiverdi annem. Sen tasalanma hanım dedi babamda, bana dediğine göre o bu akşam çiçeğini çikolatasını alıp gidecekti hanım kızın evine. Annem şaştı kaldı bu işe, babam bıyık altından güldü onun şaşkınlığına. Neden sonra tahta kaşığı bir yana bırakarak, demek Mahmutgili de evlendiriyoz ha dedi? Haa dedi babam da. Beni ertesi gün okul var diye erkenden yatırdılar. Annem yine , Rabbim hayırlısı ile tamamına erdir’li dualar etti. Fakat o sabah mahallenin en güçlü Horozunun sesiyle değil de annemin yakınması ve diz dövme sesleriyle uyandım. Ah gardaşım vah gardaşım ne ettiler sana böyle diyordu. Babam da dur len çığırma koş ıslak bez getir bana oradan diye bağırıyordu. Yataktan fırladığım gibi girişe koştum konuşmaları duyunca. Bir de ne göreyim Mahmut abi ağzı yüzü kan içinde yarı baygın bir şekilde yatıyordu. Annem beni odalardan birine soktu da sonra, Osman dedi, Mahmut abin düşmüş, sen yine de bu sabah gördüklerini kimseye anlatmayasın e mi? Anama başımı sıkıca salladım. Salladım sallamasına ama okula varana kadar mahalleli çocuklar bana bütün olup bitene anlattı. Meğer kızı istemeye elinde çiçeği çikolatası gidince Mahmut abi, kızın abisi de sen benim bacıma nasıl yan gözle bakarsın deyip, bir güzel dövmüş Mahmut abiyi. Mahmut abi de neye uğradığını şaşırmış ağzı yüzü kan içinde bizim kapıya bırakmış kendini. O hafta hiç dışarı çıkmadı Mahmut abi öyle ki mahalleli bahçeye bile çıkmadığını iddia etti. Annem bir akşam kolumdan tuttu da al şu bir kap yemeği Mahmut abine götür sevaptır yesin garip dedi. Ben de bir elimde sefer tası öbüründe Mahmut abinin birazdan avucuma konduracağı şekerlerin hayali ağırlığı ile pos bıyıklı Mahmut abinin evine gittim. Gittim de ne göreyim Mahmut abi dudağının kenarında kocaman bir yara, gözleri şişlik içinde bekliyor beni. Mahmut abi dedim eşiğin dibinden anam gönderdi bu tası sana. Allah razı olsun dedi, gel hele içeri aha sobanın arkasında ceketim var gördün mü? Hee dedim gördüm. Getir bakalım onu bana. Yine ceketinin iç cebine daldırdı elini. Fakat bu sefer şeker yerine bembeyaz bir zarf çıkarıvermesin mi? Bizim tuhafiyeyi biliyon de mi? Dedi. Hee dedim biliyom. Bu zarfı al benim için Aysel ablangile götür he mi? He dedim, döndüm. Dur dedi gitme hemen, ben aha dedim şeker verecek içimden, al şu parayı dedi. Eğer abisi içerdeyse anam iplik almaya gönderdi de bir iplik al zarfı da bana geri getir, Tamam dedim uzattığı paraya bakarak. Abisi yoksa da sende kalsın harçlık yaparsın Osmanım, selametle dedi. Tam eşikten geçerken dur dedi bir kez daha; sen okumayı söktün mü bakem?. Yok dedim. İyi o zaman dedi çabucak git hadi. Yol boyunca zarfı nasıl vereceğimi ya da acımasız abi oradaysa ipliği nasıl alacağımı düşünmek yerine Mahmut abinin neden okumayı söküp sökmediğimi merak ettiğini düşünüp durdum. Belki de zarfta okumamam gereken çok gizli şeyler yazıyordu. Öyleydi tabii. Öyle olmasaydı neden yazanları okuyup okuyamacağımı merak etsindi? Kalbim güm güm atarken tuhafiyeye girip sevenleri ayıran kötü kalpli abinin içeride olmadığından emin olunca dahi aklım zarfın içindeki cümlelerdeydi. Öyle ki harçlığın cebimde kalacağını bilmek bile, uğruna mektubu vermem gerekeceğinden, mutlu etmedi beni. Aysel ablaya uzatınca güvercin beyazı zarfı Mah- dememe gerek kalmadan tamam dedi. Bende attım kendimi dükkandan dışarı. Bir iki adım tökezledim heyecandan. Sonra kimseye yalan söylemek zorunda kalmayayım diye koşarak evin yokuşunu çıktım. Hatta öyle koştum ki cebimdeki bütün paranın düştüğünü eve varınca anladım.

Birkaç gün geçti, söylentiler aldı başını gitti. Günlerden bir gün yine annemin feryadıyla uyanıverdim. Dış kapının eşiğinde durmuş. Vah vah garibimin başına bu da mı gelecekti diyordu. Süleyman dedi dizlerini döverek, kalk git sen haber et de acısını al biraz adamcağızın. Neden sonra önlüğümü giydirdi de yine tek kelime etmedi Anam. Ben yine bizim mahallenin çocuklarından öğrendim olanı biteni. Meğer bizim Aysel ablanın, artık bizim Aysel abla değilmiş, geldikleri köyde bir sevdiği varmış! Dün akşam da rızasıyla kaçıvermiş o adama. Abisi de tüfeğini eline aldığı gibi düşmüş peşlerine, namusum demiş ilk gördüğüm yerde vuracağım ikisini de ama ne kardeşini bulabilmiş ne kendi dönebilmiş.

Mahmut abi de, hiç unutmam, duyar duymaz olanı biteni koştu meydan yerine, Ayselim! dedi, tuhafiyenin kilitli kapısına bakarak, demek kaçırdı seni uğursuzun teki… Ondan sonra hava iyice kararıp da tek köylü kahvede kalmayana dek taburesini çekip oturdu tuhafiyenin karşısına. Yıllar geçti, kapanmadı Mahmut abinin dudağındaki o olaydan kalma yara. Hatta öyle ki tuhafiye kapanıp yerine kasap dükkanı açıldığında bile orada öylece bir eli böğründe oturdu durdu. Kim bilir belki Aysel dükkanda bir yerlerdedir, çıkıverir de onu yeniden görürüm diye düşündüyse de gerçekte hiç göremedi. Ne babam ne de bir başkası inandırabildi Aysel ablanın rızası ile kaçıp gittiğini. Mahmut abiyi toprağa vereli çok oldu şimdilerde, ama ben ne vakit birine vurulacak gibi olsam aklıma hep Mahmut abiyi getiririm ya kaderde onun gibi olmak varsa diye.

Cansel CANBAY


Like it? Share with your friends!

İncetezat Edebiyat
Kişisel yazılarınızı bize göndererek sitemizde yer almasını ve daha fazla kişiye ulaşmasını sağlayabilirsiniz. https://www.incetezat.com/misafir-yazarlik/

3 Yorum

Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir