Siyah Beyaz


Buzdolabını çekince altından çıkan köşeli isin tam da ortasında belirdi bir marifetmiş gibi kendini bir halt sanan siyah beyaz fotoğrafımız. Demek ki sinsice kıvrılıvermişti dolabın altına kaç zaman önce, öfkemden deliye döndüğüm gün yırtılmaktan kendini kurtarmak için. Belki de mutfak lavabosunda yaktığım tam beş yıllık düğün albümünün acı çığlıklarını duymuştu da korkudan saklanacak kuytu bir köşe bulmuştu. Evden eşyalar çıktıkça hafifleyen ben, arada yan gözle fotoğrafı süzerken iğrenme ve hayal kırıklığı arasında bir duygu karmaşası içerisindeydim. Taşınmanın mutfak kısmının da bittiğinden emin olunca belki de resimdeki mutluluk tablosuna bakabilme cesaretini kendimde bulduğumda yere çömeldim. Sağ elimle fotoğrafa uzanırken çenemi dizlerime koyup sol kolumla da dizlerimi kucakladım.

Yan odadan üzerinde birikmiş negatif enerjinin altında ezilip kendini yer çekimine bırakan lambanın şangırtısı geldi o sırada. Gözlerimi kısıp yüzümü tiksintiyle buruşturdum. Eskiyi hatırlatacak bir eşya daha çıkınımdan temizlenmiş oldu böylelikle. Sırtımı iyice kamburlaştırıp fotoğrafın çekildiği güne gittim. Alper ilk teklisini çıkardığında üç beş yakın arkadaş evde küçük bir kutlama yapmıştık. Ev hali… Bende beyaz kazağım, onun üzerinde de yılbaşında hediye ettiğim tshirtü… Biz tam sarılmışken arkamda patlayan şampanyanın sesiyle birlikte tepeden tırnağa ıslanmadan bir saniye önce çekilmiş siyah beyaz mutlu bir kare… Benim profilimden onunla ne kadar gurur duyduğum okunurken onun yüzünde de bu küçük sürpriz için hissettiği müteşekkir ifade… Yanımızda can yoldaşlarımız İda’yla Murat ve stüdyo çalışmaları dolayısıyla hayatımıza henüz girmiş Bengü… Siyah beyaz huzurlu fotoğrafımız kısa bir süre sonra diğerlerinin yanında Maldivler magnetimizin altında yerini almıştı. Her baktığımda o huzuru hissettiğim karede şimdi bambaşka duyguları okumam ne kadar da acı, beklenmedik…

Bengü’yle tanıştığım günü hatırlıyorum. O gün kızın yılan gözlerinde Alper’i gördüğüme yemin edebilirim ama yeni iş ortaklığına, kayıt heyecanına vermiştim bu alevi. Alper’in yıllardır hayalini kurduğu projesi bu kız sayesinde gerçekleşmek üzere yayından bir ok gibi fırlamıştı. Nasıl bilebilirdim o okun aslında bana saplanmak üzere yola koyulduğunu. Alper, eve her gelişinde Bengü’yle kat ettiği yolu anlatırdı. Saatlerce stüdyoda çalışıyorlardı. Çok az kalmıştı yapmak için yaratıldığı işin alıcılarıyla buluşmasına. Alper’in müthiş heyecanı, konuşurken ellerine kollarına mimiklerine, vücudunun her yerine yansıyordu. Müzik için yaratılmak ve sonunda en sevdiği bestesini dinleyicilerle paylaşmak üzere olan kocamın çocuksu sevinci… Belki de sevincinin çocuksuluğu benim yorumumdu. Yıllardır tanıdığımı sandığım adamın enerjisini böyle analiz etmiştim o günlerde. Sabırla ve mutlulukla dinlemiştim hikayelerini. Şarkıyı ise üst üste kaç kez dinledik sayısını ben bile unuttum.

Belki de dedikleri gibi gece hayatı bu ilişkiyi bitirecekti. Ben gündüz o gece çalışırken birbirimizin yüzünü çok az görebilecektik. Belki de hayranları yüzünden kıskançlık krizleri yaşayacaktım. Sonrasında da hepsi unutulup girecekti. Soğuk yatağımıza girip sırtımı onun sıcak vücuduna yaslayacak ve kollarının arasında her şeyi unutacaktım. Bunları şimdiden düşünmek gereksiz ve yorucuydu. Bizim ilişkimiz yıllar öncesinden sağlam temellere oturmuş yolunu almakta olan bir ilişkiydi. Bir yastıkta kocanacak cinsten…Parmakla gösterilen bir çiftik. Birbirimize ne kadar da yakışıyorduk… Bunlar da benim, mankafamın zihnimde yarattığı güven filtresinin arkasından gördüğüm yanılsamalarmış meğerse.

Bundan sonrasını mide bulantıma karışmış göz yaşlarımla anlatacağım. Yüzüm gerilmekten kıpkırmızı kalbim beklenmedik bir gürültüyle haddinden fazla korkmuş bir kedinin kalbi kadar hızlı atıyor. Bundan tam iki hafta önce, mesaiye kalmayı beklerken nasıl olduysa işlerim hesapladığımdan da önce bitmişti. Beşiktaş’taki ofisimden koşarak çıkmıştım. Arka sokaktaki kahveciden bir bardak kahve alıp almama karasızlığında ayaklarım beni iskeleye kadar getirmişti. Bu saatlerde İstanbul henüz iş çıkışı trafiğine hapsolmamış, zaman bir hayli yavaş akıyordu. Vapurun sakinliğiyle evine adeta süzülerek gelmiştim. Dolabımızda şarabımız vardı. Bir de hafta sonundan ertelediğimiz sırasını bekleyen bir DVD. Anahtar deliğinden içeri soktuğum anahtarımın sesi bile kulağımda. Alper yine teklisini dinliyor. Gülümsüyorum. Deli çocuk bu kaçıncı… Müziğin yüksek sesi yüzünden geldiğimi duymamış olmalı. Salona doğru geçiyorum.

O kız… Üzerindeki benim havlum mu? Nasıl? Kaşlarım havada, şaşkınlıkla, havlularına sarınmış ve birbirlerinin içine düşmüş iki aç vücudu seyrediyorum. Bengü’nün ıslak saçları Alper’in yüzünde… Alper’in elleri…. Başımdan Kaynar sular döküldü derler ya. Bu hissi bundan başka bir ifade tanımlayamazmış… Avazım çıktığı kadar çığlık atarken saçlarımı yoluyorum. Beni gördüğünde eli ayağına dolaşan Alper, sırt üstü yattığı yerden kalkıp Bengü’yü bir hamlede koltuğun bir köşesine atıyor. Beline sardığı havlu yere düşerken kendisi de telaşla terliğine takılıyor ve tökezliyor. Dudakları kıpırdıyor. Korkmuş, şaşırmış gözlerle bana bakıyor. Kendi sesimden Alper’inkini duyamıyorum bile. Elime ne geçtiyse üzerlerine fırlatıyorum. Kırılan eşyaların sesi ve havada uçuşan parçalardan korkmuş olsa gerek, elleriyle yüzünü kapatırken bana doğru gelmeye çalışıyor. Dokunduğu kollarım yanıyor…
Şu anda siyah beyaz fotoğrafımıza bakarken iki mutlu insan yerine, kendisine sarılmış kadına zorla sarılan; kalbi, tam da karşısında duran kıza mahcubiyet hissiyle dolu bir adam görüyorum. Prenses uykusundan uyanıyor…

Bir süre yalnızlığımı kucaklamaya alışmak zorundaydım. Ayrılık kararı alalı henüz iki hafta olmasına rağmen gözlerimin önünden gitmeyen manzaraya alışmam, kendime gelmem, avukat tutmam, ev kiralamam ışık hızında gerçekleşti. Daha alışman gereken çok şey olmalı dedim kendi kendime. Şüphelerime güvenmeyi, olacaklardan korkmamayı…
Uykudan uyandığım yeni hayatımın ilk kutlamasını bu fotoğrafı da zevkle yakarak yapıyorum. Son kalan eşyaların da kapıdan çıkışını izlerken iyi tarafından bakıyorum olanlara. Belki de o gün bir kahve alıp oyalanmaya karar verseydim bu uykundan asla uyanamayacaktım ve kim bilir daha ne kadar ayakta uyutulmaya devam edecektim. Her son yeni bir başlangıçtır. Hayatın getirdiklerini sevgiyle kucaklıyorum. Değerli hissedeceğim yere doğru yolculuğuma başlıyorum.

Dilek GÜLCÜ


Like it? Share with your friends!

Dilek Gülcü
Kafası karışık, zamansızlığa hapis, kitapsever, müzikdinler, enstrumanist, yazar da çizemez, kedi annesi, çok düşünür az konuşur kurumsal hayatın içinde dünyalı bir yolcu. Şimdilik...

0 Yorum

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir