Sonsuz An


Başı sağa eğik, inci gibi düzgün dişleri ortada; çok sevdiğim, candan bariton gülüşünü bırakıyor loş, esintisiz salona. Aslında hiç de uzun sürmeyen ama içinde hapsolduğum capcanlı, sonsuz bir andayım.

Ellerini kucağında kavuşturmuş, bacak bacak üstünde; misafir gibi kurulmuş köşedeki tekli koltuğa. Sanki bir kahveye uğramış da beş dakikaya kalkıp gidecek. Hep yanımda kalsa ya!

Her izin hikayesini bildiğim o yüzü, bedeni doya doya izliyorum. İki parlak, iri yeşil zeytin tanesi kondurulmuş kanatları geniş burnunun üzerine. Her bakışımda daha da hayran kaldığım…

Sağ şakağında su çiçeğinden kalma küçük bir çukur var. Sol dirseğinde de büyükçe bir dikiş. Çocuklar incir isteyince kıramamış, ağaca çıkmış. Sonra da düşüp kolunu kırmış.

Gözlerimi ondan alamıyorum ki mutfaktan küllük kapıp getireyim, külü düştü düşecek.

Bej rengi yazlık pantolonu; kısa kollu polo yaka tişörtün içinde ne kadar da şık! Bütün yüklerini kapının dışında bırakmış en keyifli muhabbetini takmış koluna evime getirmiş. Ben de kendiminkileri onunkilerinin yanına bırakıvermişim. Her şeyim yanında olsun istiyorum. Ellerim ellerinde, nefesim nefesinde…

Geleni gideni çok olan evim bu gece sadece ona ayrıldı. Yalnızız, rahatım. O kadar çekicidir ki jestleri, gülüşü, tüm kadınların ilgisini anında toplar. Yakalarım tepeden tırnağa süzülen talepkar bakışları üzerinde. Kıskançlıktan deliye dönerim ama ondan saklarım, eğlenmesin benimle. Kadınlarıysa bakışlarımla döverim, alırım uçurumlardan aşağılara fırlatıp atarım. Daha hafifi söndürmez içimdeki kızgınlığı. Onu kimseyle paylaşmaya dayanamam.

Bana ait bir mekanda zamanı onunla paylaşmak eşsiz. Önemsiz, komik br anıyı paylaşmam tarifsiz bir mutluluk.

O gelince sofraya kabaklı yemek konmaz. Hiç sevmez kabağı, damağında metal bir tat bırakırmış. Küçükken annesiyle semt pazarına gittiği bir gün ayağı yerdeki tele takılmış da yumurta kartonlarının üstüne düşmüş. Üstü başı yumurtaya bulanmış. O gün bugündür yumurta da yemez, kokusu midesini kaldırırmış.

Telefonunu sehpaya bırakır, gidene kadar da eline almaz çalmadıkça. Saygısızlıkmış karşısındakine. O buraya benimle vakit geçirmeye gelirmiş.

90’lar sever. Çalarız arkada. Yeni yetme bir aşık gibi elim ayağıma dolaşır yanında. Çenemin bağı çözülür. Şunu okudun mu? Bunu dinledin mi? Dinler beni başını sallayarak. Yemeklerimi çok beğenir. Eline sağlık, döktürmüşsün yine! Bir de şu sarımsağa alışsan! Herşeye alışırım da seninle, şu sarımsağı sevmemi bekleme benden.

Bu gece ona tek bir soru soracağım. Bugüne kadar merakımdan öldüğüm ama cevabını duymaktan da sonrasında olacaklardan da çekindiğim tek bir soru… Bana sorsalar, ona olan sevgini nasıl anlatırsın deseler günlerce tarif edebilirim nasıl vurgunu olduğumu. Her sabah onu düşünerek uyanıp tüm günümü aklımda onunla konuşarak geçirdiğimi, saçımı onun sevdiği gibi kestirdiğimi, o yokken yatağın onun yattığı tarafında yattığımı, onsuz nefes almamın mümkün olamayacağını…  Anlattığım da oldu bir iki yakın arkadaşıma. Nasıl baktıysam artık, gözlerimdeki deli tutkudan korktular. Ne anlar onlar!

– Bana aşık mısın?

İşte hapsolduğum sonsuz bir an daha. Gözlerimden, önündeki kadehine doğru ağır çekimde yuvarlanan iki yeşil göz. Sanki tepemizde bir spot ışığı varmış önce benim üzerimde; cümlem bittiğinde söndü ve onun üzerinde yandı. “Konuş! Evet de, hem de çok de.”

Nefesimi tuttum, yüzünde istediğim cevabı arıyorum, arıyorum. Bulamıyorum. Gözlerimin kenarında ne kadar kas varsa hepsi kasılmış. Huzursuz parmaklarla kadehine dokunuyor, kaldırıyor, yerine koyuyor.

Kulaklarımdaki uğultudan söylediği hiçbir kelimeyi duyamıyorum ama duymama gerek de yok. Hisleri akıyor ona karşı saydam olan bedenime. Hayatımda kendimi bu kadar yok hissettiğim başka bir an yok!

Sonrasında yaşananları yukarıdan izledim. Bu sefer hissiz. Onun titreyen elleriyle boynumdan beyaz duvarlara, elbiseme, saçlarına fışkıran kanı durdurmaya çalışmasını… Dizlerinin üzerine çöküp, başımı ellerinin arasına alışını… Nasıl yaptın bunu diye haykırarak ağlayışını… Yüzündeki şaşkınlığı, telaşını, korkuyu…

Ağlarken bile çok güzel!

Dilek GÜLCÜ


Like it? Share with your friends!

Dilek Gülcü
Kafası karışık, zamansızlığa hapis, kitapsever, müzikdinler, enstrumanist, yazar da çizemez, kedi annesi, çok düşünür az konuşur kurumsal hayatın içinde dünyalı bir yolcu. Şimdilik...

0 Yorum

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir