
Ben en ön sıradayım, tünelden dışarıya ilk ben çıkacağım. Tünel karanlık ve dar, duvarları hissediyorum, arkamda sıralarını bekleyenleri hissediyorum. Hava boğucu. Çıkma zamanını bilmemek de çok can sıkıcı. Tünelde büyük bir sessizlik hâkim. Uzunluğunu pek kestiremiyorum. Fark edebildiğim, yalnızca çok dar olduğu. Dışarıdan konuşma sesleri geliyor. Konuşulanları tam duyamıyorum ama beklendiği gibi konuşanlar yalnız erkekler.
Durun, durun şimdi bir küfür ve kahkaha işittim. Hatta birisi “Haydi” diye bağırdı.
Biz beklemeyi sürdürüyoruz. Dışarıda birkaç el ateş edildi. Burnuma hafif bir barut kokusu geldi. Tünelin ucu çok uzakta olmamalı. Bir şey beni arkamdan öne doğru itti. Bu arkamdakilerden çok bir mekanizma gibi, ne olduğunu bildiğimi sanıyorum. Neyse ben yine ileriye doğru odaklanmalıyım. Diğerlerinden bir miktar ayrılıp öne doğru geldiğimin farkındayım. İşte, tünelin ucu da görünüyor. Ama dışarıda olup biteni görmem ve anlamam olanaksız. Yalnızca tahmin yürütebilirim. Temiz havaya biraz olsun yaklaştım. Ama dışarısı sıcak ve tünelin ucundan içeriye giren güneş ışıklarını görebiliyorum. Gözlerim kamaştığı için dışarısını tam olarak görmem olanaksız. Dedim ya tahmin edebiliyorum. Konuşmalar tekrar başladı. Bir erkek sesi emir verir gibi konuşuyor. Küfürler tekrarlanıyor. Dışarıda bir hareketlilik var. “Zaman geldi, içerde bekleyen hepimizin zamanı geldi” diye düşünüyorum. Biraz gerginim. Ama fazla yapabileceğim bir şey yok. Birden, dışarıdaki sesler kesildi. Bakalım şimdi ne olacak. Nihayet emir geliyor: “Ateş.”
Tünelden hızla fırlıyorum. Farkındayım arkamdan en az iki tane daha fırladı.
Adam, tam karşımda, direğe bağlanmış, gözleri pis bir çaput parçasıyla örtülmüş. Aceleyle sağıma soluma bakıyorum. Sağ tarafta aynı durumda olan üç idam mahkûmu daha var.
Tekrar karşıya baktığımda, bana düşen idam mahkûmunun göğsüne dalıp kalbine girdim bile. Bir kurşunun yerine getirmesi gereken son vazifesini gerçekleştiriyorum ve etraf kararıyor.
0 Yorum