Umut Ali


Henüz gün ağarmamıştı.Gecelerin gündüzlerden uzun olduğu günün ağarmak için ağırdan aldığı zamanlardan bir zemheri sabahı. Günün ilk otobüsünü kaçırmamak için çabucak çıktı evinden Umut Ali. Otobüse binince babasının bir kaç gün önce cezaevinden gönderdiği mektuptaki duayı mırıldanmaya başladı. “Karşılıksız hibeler veren çok fazla İhsan eden Allah’ım bizleri hibesiz, ihsansız bırakma.” Otobüs mahallede bir tur atıp evlerinin önünden geçerken Umut Ali’nin  gözleri evlerinin penceresine takıldı.

Annesi penceredeydi dua ediyordu. “Her yaratılmışın rızkını, gıdasını veren, tayin eden Allah’ım bizleri rızıksız, gıdasız bırakma.”

Annesi gökyüzüne baktı aynı anda Umut Ali de baktı gökyüzüne. Okula giden yaşıtları ilk derse başlarken Umut Ali rızkından nasiplenmek için bir semt pazarında ekmeğinin peşinde küçük tezgâhının başındaydı. Okuluna devam edebilseydi bu sene beşinci sınıfta olacaktı Umut Ali.

Babası cezaevine girdikten iki ay sonra başlamıştı pazarcı yanında çırak durmaya.

Tam bir yıl oldu babası cezaevine gireli. Ne olduğunu anlayamadı bir sabah kopardılar polisler babasını Umut Ali’den. İyi de babalar yanlış bi şey yapmazlardı ki polisler sadece kötü adamları hapse atarlardı.

Çocukların sorduğu bazı soruların cevabı yoktu. “Babam gibi iyi bir insan niye cezaevinde ki? Kader insanları mahkûm eder mi?”

Kolunu tezgâha dayamış bu soruların cevabını düşünürken tezgâha doğru yaklaşan uzun boylu iri yapılı bir pazarcının sesiyle irkildi Umut Ali. “Bana bak çocuk sen yine mantar mı satacaksın?” Sesin sahibi kendi satacağı ürünü başka biri de satacaksa ona tezgâh kurdurmayan zorba bir pazarcıydı. Yumruğunu sıktı, kaşlarını çattı Umut Ali. Uzaktan bakıldığında işinin ehli usta bir ressamın maharetli ellerinden çıkmış hayatı anlatan bir tablo gibiydi bu an. Uzun boylu iri yapılı zorba bu adam hayat gibiydi. Umut Ali Muhammed Ali gibi gardını almış bekliyordu.

“Kimse kimsenin rızkına engel olamaz”. Dedi Umut Ali. İri yapılı zorba pazarcı öfkelendi  birden tezgâhın yanındaki mantar kasalarına tekme attı. Kasalar devrildi, mantarlar yere döküldü. Âlim Amca iri yapılı zorba pazarcının karşısına dikildi. Birkaç pazarcı da geçti iri yapılı zorba adamın karşısına. Çevresindeki sert bakışlara daha fazla dayanamayan iri yapılı zorba adam hiçbir şey demeden kamyonetine doğru yürüdü. Âlim Amca, yumruğunu sıkmış kaşlarını çatmış ağlamaklı bir halde iri yapılı zorba pazarcının arkasından bakan Umut Aliye yaklaştı, iki eliyle Umut Ali’nin omuzlarından tuttu. “ Üzülme küçük adam bu da böyle bir insancık işte” dedi. Bir semt pazarında tanışmıştı Âlim Amcayla Umut Ali. Semt pazarlarında ikinci el kitap satıyordu Âlim Amca.

Pazarcıların, pazar müşterilerinin şaşkın bakışlarıyla, sorularıyla muhatap oluyordu çoğu zaman Âlim Amca. “Pazarda kitap mı satılırmış?” Şaşkın bakışlara, sorulara karşı verdiği cevap hep aynıydı. “Burada satılan her şey gibi kitap da bir ihtiyaç en az burada satılanlar kadar belki de onlardan daha önemli bir ihtiyaç.”

Umut Âliyle birlikte yere dökülen mantarları toplayan Âlim Amca şapkasını kaşlarına kadar indiren Umut Ali’ye baktı “Soğuk ha Umut Ali” dedi. Umut Ali üşüdüğünü belli etmemek için şapkasını çıkardı, saçlarını düzeltip şapkasını tezgâhın üstüne bıraktı. Yerdeki son mantarı da yerden alırken cevap verdi. “Soğuk birazcık.” Alim Amca hemen yakınındaki tenekenin içindeki odunları tutuştururken “Soğuk, çok soğuk. Zemheri bir soğuk. Dedi. Umut Alinin şapkasını tezgâhtan alıp Umut Ali’nin kafasına giydirdi. Gözlerinin önüne kadar çekiştirdi şapkayı. “Ha! İyi böyle.”dedi. Şöyle bir göz gezdirdi pazar yerinde. Gözlerini kapattı. Pazar yerinin, tezgâhlarını kuran pazarcıların sesini dinledi. Biraz sonra açtı gözlerini. “Pazar yeri uyanıyor Umut Ali.” Dedi. Umut Alinin mantar tezgahına baktı sonra. “Güzel bir pazar tezgâhı ! Güzel olmuş. Sen bu işi öğrendin haa! Umut Ali.” Umut Ali gururlu bir yüz ifadesiyle gülümsedi. Âlim Amca az önce içindeki odunları tutuşturduğu tenekenin başına yaklaştı. Umut Aliye seslendi. “Böyle gel Umut Ali ısınalım birazcık.”Dedi. Umut Ali gülümseyerek yaklaştı içinde ateş yanan tenekenin başına.

Âlim Amca kitap tezgâhını süslediği, kendi deyimiyle: “Düşündüren Latif Sözlerin” yazılı olduğu büyük dövizleri çıkardı kitap tezgâhının yanındaki kasadan. Teker teker gözden geçirdi büyük dövizleri. Biraz duraksadı. Hangisiyle tezgâhını süsleyeceğine karar veremedi. Dövizlerin hepsini aldığı kasaya tekrar bıraktı. Dövizleri bıraktığı kasadan keçeli kalem çıkardı. Kasayı biraz karıştırıp yazısız beyaz bir döviz aldı eline.Dövize yazacak latif bir söz düşünmeye başladı.

Bir yandan düşünürken bir yandan da bir türkü tutturdu. Türkü söylemeye başladığında kitap tezgâhının müdavimi 50-55 yaşlarında uzun boylu, takım elbiseli, paltolu, Umut Alinin deyimiyle “zarif bir adam” fötr şapkası elinde olduğu halde elini dizine vurarak tempo tutuyor, türküye eşlik ediyordu.
Hep sen mi ağladın hep sen mi yandın,
Bende gülemedim yalan dünyada
Sen beni gönlünce mutlumu sandın
Ömrümü boş yere çalan dünyada.
Ah yalan dünyada, yalan dünyada
Yalandan yüzüme gülen dünyada

Âlim Amca birden bıraktı türkü söylemeyi. Zarif adam ıslık çalarak devam etti.

Biraz düşündü Âlim Amca. Umut Aliye baktı. Islığıyla türkü söylemeye devam eden zarif adama baktı, biraz sonra.“Bir ulusun türkülerini yapanlar, yasalarını yapanlardan daha güçlüdür.”

“Latif söz haa ne dersiniz?” Umut Ali evet anlamında başını salladı. Zarif Adam tezgâhtaki Şekspir in kitabını eline alıp havaya kaldırdı.”Şekspir cancağızım Şekspir. Güzel olmaz mı?” Dedi.

Âlim Amca Şekspir’in bu Latif sözünü elindeki dövize yazacaktı ki bir bağırış çağırış duyuldu. İki pazarcı kavgaya tutuşmuşlardı. Âlim Amca elindeki dövizi ve kalemi kasaya bırakıp kavganın olduğu yere yöneldi. Az önce Umut Ali’nin mantar kasalarına tekme atan uzun boylu iri yapılı zorba pazarcı kendine göre daha zayıf kısa boylu pazarcının yakasını toplamıştı. “Görmüyor musun mal indiriyorum. Bekle iki dakka asabımı bozma” 
Âlim Amca ve bir pazarcı araya girdi.

Zayıf kısa boylu pazarcı “Sen mal indiriyorsun da biz mal taşıyamıyoruz.Çek şu kamyoneti yolun ortasından.” diye haykırdı. “Laftan anlamıyor musun Adam mal indiriyorum.”

Diye karşılık verdi iri yapılı pazarcı. Uzun boylu iri yapılı pazarcının karşısında minicik kalan zayıf kısa boylu pazarcının “Acemi katır kapı önünde yük indirirmiş.”Demesiyle kavga alevlendi. İyice celallendi iri yapılı pazarcı.

Kavgayı uzaktan izleyen Umut Ali niye sürekli kavga çıkarıyor ki? Neden? Diye sordu kendi kendine. Açık görüşte babasının öğrettiği, annesi ve babasıyla hep birlikte oynadıkları oyunu hatırladı. Kavga çıkaran zorba adam çocukken bu oyunu oynamış mıdır diye geçirdi aklından. Sürekli kavga çıkaran adamın, onları ayırmaya çalışan Âlim amca ve pazarcıların hep beraber bu oyunu oynadıklarını hayal etti. Ellerini biri üstte diğeri altta kalacak şekilde birbirlerinin avuçlarına koyarak halka oluşturdular. Oyun şarkısını söylemeye başladılar. Umut Ali de Gözlerini kapatıp oyun şarkısını mırıldanmaya başladı.
“Çatlak patlak,
yusyuvarlak,
kremalı börek,
sütlü çörek,
çek dostum çek,
arabanı yoldan çek,
çek amca çek,
burnun kanca,
al sana bir bulmaca,
bulmaca kaç parça,
veriyorum beş parça, 1,2,3,4,5 “

Umut Ali oyun şarkısını bitirip gözlerini açtığında. Ağzı yüzü kan içindeki zayıf kısa boylu pazarcının yerden kalkmasına yardım ediyordu Âlim Amca ve kavgayı ayırmaya gelen pazarcılar. İri yapılı pazarcı karnına yediği bıçak darbeleriyle kanlar içinde yerde yatıyordu. “Hayat bir oyun, bir şarkı belki ama ne çocuk oyunu kadar masum ne de oyun şarkısı gibi tozpembe. Olsa olsa bir türkü. Bir Neşet Ertaş türküsü Umut Ali Bir Neşet Ertaş türküsü.” Dedi zarif adam.

Elindeki fötr şapkasını kafasına geçirdi. Diğer elindeki Şekspir in kitabını koltuğunun altına sıkıştırıp paltosunun iç cebinden cüzdanını çıkardı. Cüzdandan çıkardığı 50 lirayı Umut Aliye uzattı. “Üstü kalsın. Hayırlı işler olsun Umut Ali.” Dedi. Ağır adımlarla uzaklaşırken pazar yerine ambulans çağırdı. Umut Ali Alim Amcanın kavgayı ayırmaya giderken bıraktığı yazısız dövizi ve keçeli kalemi aldı bir şeyler yazdı dövize. Alim Amca tezgahının başına döndüğünde iri yapılı zorba pazarcının çırağı mantar tezgahlarını topluyordu. Biraz sonra sedye üstünde Umut Ali’nin tezgahının önünden geçen zorba adamın gözleri Umut Alinin kitap tezgahına yerleştirdiği dövize takıldı. Güç bela mırıldanarak okuyabildi.

“Bir Neşet Ertaş türküsüdür hayat: Ah! Yalan Dünya”

Hasan AKSOY


Like it? Share with your friends!

İncetezat Edebiyat
Kişisel yazılarınızı bize göndererek sitemizde yer almasını ve daha fazla kişiye ulaşmasını sağlayabilirsiniz. https://www.incetezat.com/misafir-yazarlik/

0 Yorum

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir