Zırdöngü


Gece nemliydi, pencereden içeriye sızan serin rüzgar ile uyandım, çok sıcak olmasına rağmen bu kaçak rüzgarın beni üşüttüğünü hissettim. Gözlerimi bir süre sokağın odamı aydınlatan lambasından alamadım, bu beni çok rahatsız ediyordu ama yine de bir süre dalmaktan kaçmadım. Daha sonra gözlerimi uyumak için kapatacağım sıra aşağıdan sokağın tam da sokağın köşesinden geldiğini tahmin ettiğim sarhoş küfürleriyle tekrar açtım gözlerimi fakat bu sefer son açışım oldu, ayağa kalktım ve pencerenin hemen dibine bir sandalye koyup dışarıyı, yıldızları ve beni uykumdan eden sevgili küfürbaz sarhoşu izledim, adamı şu an için göremiyorum ama her saniye sesinin yükselmesinden anlaşılacağı üzere yaklaşıyordu. “Senin aşkına sokayım be!” Diye bağırdı ve tam o sıra gördüm onu yavaş yavaş, sütçünün her sabah getirdiği süt bidonlarının sütçünün omuzunda sallanışı gibi sallana sallana geçti evin önünden. Daha sonra, hayatına sıçtıklarını ifade ederek yavaşça karşıdaki binanın önüne geldi, ceplerinin hepsini bir süre aradıktan sonra nihayet buldu anahtarları ve tahminimce on denemeden sonra doğru anahtarı buldu ve belki de daha önce takıp zil zurna sarhoş olduğu için çevirmeyi akıl edemediği anahtar doğru anahtar olduğu için olsa gerek “Sonunda evime girebileceğim” diye haykırdı ardından tam seçemediğim bir kaç cümle kurarak binanın içine girdi ve ses gittikçe azaldı. Neden bilmiyorum ama kendimi bir an için sarhoşun yerine koydum. Sahi benim hayatımda yolunda giden şeyler nelerdi, ben gerçekten mutlu muyum yoksa içmeyen küfür etmeyen bir sarhoş muyum mutsuzluğumda,bilmiyorum. Gecenin bana sunduğu şu eşsiz serinliğe doyduktan sonra sandalyeyi biraz geriye itip kalktım, masanın üzerindeki sürahiden bir bardak su doldurdum ve ilk yudumda bıraktım suyu, o da sarhoşun kulaklarımda bıraktığı küfürler gibi sıcaktı. Tekrar yatağa girdim ama uyumak için girmediğimi ben de biliyordum çünkü gecenin bu saatinde yapacak hiçbir şey olmadığının farkındaydım. Uzun bir süre boyunca gün içinde yaptıklarımı anımsadım sonra rahat durmadım daha da geçmişe gittim yıllardır kimleri sevdim kimleri üzdüm hepsini tek tek hatırladım, bu zaman yolculuğunda tam da aldattığım kadınlara sıra gelmişti ki, sokaktan gelen sesle yaşadığım zamana geri geldim. Bu ses bahaneydi aslında kalkıp sokağa çıkmam için.

Üzerimdeki terli atleti çıkarıp genelde geceleri giydiğim beyaz sade üstümü giydim ve kendimi sokağa attım. Yürümeye başladım, nereye gideceğimi belirlemedim daha tabii, şehrin şarapçıları gibiydim, onlar buldukları ilk bankta yatar ve orası o gece onların olurdu ben de girdiğim her sokağın sahibiydim ve gördüğüm her sokağa girdim yolun sonunda ne olacağını neresi olacağını düşünmeden. Ben bu gecenin şarapçısıydım ama bir şeyim eksik, şarapçıların sahip olmadığı çoğu şeye sahibim.

Adım Sinan 36 yaşındayım, iyiden kötü,kötüden iyi mütevazi bir evim, maaşını her ne kadar az bulsam bile bir işim var. Fakat yine de engel miydi bu bir şişe şarap içmenin zevkine, sokağın sonunda, Kocasefa sahilinde eski bir birahaneye girdim, burası Cumhuriyetin kuruluş yıllarından kalma bir mekan. Yaklaşık bir asırdır varlığını sürdürüyor. Modernleşmeye bir an olsun yanaşmayan ancak bir o kadar da sade ve içerisine mutlaka onlarca dertli insanı alacak kadar sırdaş bir mekan. İçeri girer girmez hemen mekanın sol tarafta en arkada duran küçük masaya geçip oturdum. Burası her gelişimde oturduğum yerdir. Mekanda kimse seni görmez ama sen herkesi görürsün. Mekan tek katlı geniş bir yer ve oldukça ışıksızdı. Zaten hayatlarında çokta ışık bulamayan insanların mekanının çok ışıltılı olması güzel olmamalıydı. Uzun boylu, cılız ve karga burunlu garsona el işareti yaptım. Burada iki garson çalışır ve tahmin edeceğiniz üzere bu çağırdığım şahıs, benim sevmediğim garson. Garson geldi bir dakika sonra, önce hoş geldiğimi sonra da neden bir haftadır hiç uğramadığımı sordu kibar bir şekilde. Ben de bir şarap istedim her zamankinden ve evden hiç çıkmadığımı bir haftadır hasta olduğumu söyledim. Aslına bakarsanız hiç hasta olmadım ve evden her gün çıkıyordum, sadece hayatımda bana şarap getirip hesap alan bir kişiyle daha fazla söz alışverişine girmemek için aklıma gelen ilk şeyi söyledim.

Şimdi dördüncü şarabın dibini yudumlarken aklıma beni en yakın arkadaşımla aldatan eski sevgilim geldi. Suzan, bizim mahallenin o en güzel en alımlı kızı, doksanda gelen o muhteşem gol gibiydi fakat hiç bağıramadım gol diye. Suzan mahallede yürüdüğünde esnaf, müşteri, yoldan geçenler herkes bakardı mutlaka. Uzun boylu ve uzun sapsarı saçları yetmiyormuş gibi güzelliğine bir çift mavi göz ve bembeyaz bir ten katmıştı tanrı. En yakın arkadaşımla gizli gizli görüştüklerini öğrendim önce ama buna inanmam güçtü. Yakup benim mahalleden çocukluk arkadaşım ve böyle bir şeyi yapacağını düşünmeyeceğim tek insan-dı. Başta mektuplaşmalarını yakaladım ama ses etmedim çünkü bunu kabullenmek bir haftamı aldı bir gün evde misafir olduğu için hiç çıkamayacağını söyleyen Suzan’ı mahalleden çıkarken gördüm ve peşine takıldım. Bu yol biraz uzun sürdü ama sonunda gelmiştik bir apartmana girdi burayı ilk kez görüyordum. Yukarı çıktım merdiven altından gizlice izledim, kapıyı açanın Yakup olduğunu gördükten sonra dayanamadım, koşa koşa mahalleye döndüm eve girdim ve dedemden yadigar Glock G-17 tarzı 14’lü silahımı aldım belime takıp tekrar koşa koşa geldim. Ellerim titriyordu ama kararlıydım. Kapıyı çaldım, bir süre açmadı kimse, sonra bir daha bir daha çaldım, yumruklaya yumruklaya ellerim kıpkırmızı kesilmişti. Kapıyı açan Yakup’tu, onu yumruklamamla kapıdaki boy aynasın altında kalması bir oldu, içeriden koşa koşa gelen Suzan, her şeyi anlatabileceğini olayların benim düşündüğüm gibi olmadığını söyledi önce silahı çıkardım belimden ikisini de yatak odasına götürdüm, yataktaki dağınıklık ve daha bir hafta önce seviştiğim aşık olduğum kadının şu an en yakın arkadaşımla yatması beni çılgına çeviriyordu, hiçbir şey demeden silahı Yakup’a doğrulttum ve göğsüne üç el ateş ettim, o kanlar içinde yatarken ben de olduğum yere diz çöktüm. Oradan kaçmak gibi bir düşüncem bile olmadı. Bir süre sonra komşular ya da çevreden bağırış ve silah seslerini duyanlar haber verecek olacak ki polisler geldi. Zaten hapishane yolunu ezberlemem uzun sürmedi, iki hafta sonra 12 yıllık esaretin ilk gününe adım atmıştım. Hapishaneden yüzümdeki, gözümün altından dudağıma kadar inen yara ve kulağımdaki kesikle çıkmıştım, mahalleye döndüğümde ne Yakup’un ailesi ne de Suzan vardı. O olaydan sonra göçüp gitmişler. Beni sorarsanız ben zaten anne babasız büyüdüm. Ebeveynlerimi daha 9 yaşındayken trafik kazasında kaybettim, biraz daha modern hapishane olan dedemin evinde büyüdüm, bu ev de ondan bana kaldı zaten.

Bir tane şarap daha istedim, garson bu sefer fazla içmemem gerektiğini eğer istersem beni eve bırakmak istediğini söyledi ama onun bu samimi ve iyi halleri beni rahatsız ediyordu. “Hayır!” dedim sert bir şekilde ve ona söylediğim gibi bir şişe şarap daha getirmesini tekrarladım. İki yudum daha içtikten sonra başım çok ağrımaya başladı, garsona hesap ve biraz bahşiş bıraktıktan sonra birahaneden çıktım ve o karanlık ve dar sokaklardan geçtim bir yandan çok içmenin pişmanlığındaydım ki bu her içişimde rastladığım duygudur diğer yandan da ucunda 12 senemin olduğu o cinayet geldi aklıma, fakat orada ölen Yakup değil bendim. Bir insan sevdiğini kaybedince dostuna, dostunu kaybedince sevdiğine sığınırmış. Ben ikisini de kaybettim, ben birini biri de beni öldürdü. İçimde bir volkan vardı sanki ve bağırsam da haykırsam da şu içimdeki lavları, erimeyecekti içimin buzları. “Aşkına sokayım be!” Diye bağırdım sadece ve sonra sütçünün omuzundaki süt bidonları gibi bir o yana bir bu yana sallana sallana apartmanın önüne geldim, kapının önüne geldim tüm ceplerimi didik didik ettikten sonra anahtarı buldum sonunda, bir kaç denemeden sonra içeri girmeyi başardım. “Sonunda evime girebileceğim” diye haykırdım. Önce kapıyı açtığım için kendimi kutladım sonra da beni zorlayan kilide sövmekten geri durmadım. Yukarıya zorlukla da olsa çıkmayı başardım, hemen pantolonumu daha sonra da üstümü çıkarım yatağa girdim, bir süre uyuduktan sonra birden irkilerek uyandım. Gece nemliydi, pencereden içeriye sızan serin rüzgar ile uyandım, çok sıcak olmasına rağmen bu kaçak rüzgarın beni üşüttüğünü hissettim ve gördüğüm bu garip rüyayı düşündüm biraz, daha sonra bir vakit sokak lambasının odama giren ışığı izledim. Bir süre sonra tekrar uyuyakaldım…

Şafak ÖKTEN


Like it? Share with your friends!

İncetezat Edebiyat
Kişisel yazılarınızı bize göndererek sitemizde yer almasını ve daha fazla kişiye ulaşmasını sağlayabilirsiniz. https://www.incetezat.com/misafir-yazarlik/

0 Yorum

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir