Murat Altaylı – İnce Tezat https://www.incetezat.com Sat, 16 May 2020 02:59:07 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.4.2 https://www.incetezat.com/wp-content/uploads/2018/09/thumbnail_favicon.png Murat Altaylı – İnce Tezat https://www.incetezat.com 32 32 Forrester’ı Bulmak https://www.incetezat.com/beyaz-perde/forresteri-bulmak/?utm_source=rss&utm_medium=rss&utm_campaign=forresteri-bulmak https://www.incetezat.com/beyaz-perde/forresteri-bulmak/#comments Sat, 16 May 2020 09:00:00 +0000 https://www.incetezat.com/?p=4559

Hikaye Amerika’da zenci mahallesinde geçiyor. 14 yaşında bir lise öğrencisi olan Jamal’in yazmaya olan yeteneği en üst seviyededir. Aynı mahallede yaşayan ve evinden hiç çıkmayan zamanın en iyi yazarı ile bir şekilde tanışır. Yazar tek bir kitap yazmıştır ve edebiyat dünyasına damga vurmuştur. Ancak evden hiç çıkmaz ve huysuz ihtiyar dediğimiz karaktere sahiptir. Jamal’e yaptığı akıl hocalığını anlatır film.

Yazmanın ilk anahtarı yazmaktır, düşünmek değil.

Can Dostum, Ölü Ozanlar Derneği, Akıl Oyunları, Esaretin Bedeli gibi filmlerden hoşlanıyorsanız bu filmden de hoşlanmanız muhtemel. Kişisel fikrim üstte isimlerini saydığım filmlerin çoğundan daha iyi bir film ancak onlar kadar popüler değil. 2000 yılında vizyona girdi ve başroldeki yazarı Sean Connery oynuyor. Kendisine kısa bir paragraf açmakta yarar var.

Sean Connery

Sir Thomas Sean Connery (d. 25 Ağustos 1930, Edinburgh), İskoç oyuncu ve yapımcı. En bilinen rolü James Bond film serilerinin Ajan 007 James Bond karakteridir. Kızıl Ekim, Gülün Adı ve Kaya filmleri en çok tanınan filmleridir. Oscar almıştır ve oynadığı filmler genelde pişmanlık yaratmaz izleyende. Bu filmde de gayet iyi bir oyunculuk sergilemiştir.

Başta yazmak ve okumakla alakalı olanların, aynı zamanda eğitimcilerin ayrıca izlemesini tavsiye ederim.

Yönetmen: Gus Van Sant
Yazar: Mike Rich
Imdb: 7,3

]]>
https://www.incetezat.com/beyaz-perde/forresteri-bulmak/feed/ 5
Sene-i Devriye https://www.incetezat.com/deneme/sene-i-devriye/?utm_source=rss&utm_medium=rss&utm_campaign=sene-i-devriye https://www.incetezat.com/deneme/sene-i-devriye/#comments Fri, 17 Jan 2020 09:00:06 +0000 https://www.incetezat.com/?p=4000 Çok uzun bir süredir meraklandığım bir konu var ancak bir türlü merakım giderilemedi. İlk doğum günü ne zaman kutlanmıştır? Zamanı biraz geri sardığımızda bu olayın sadece önemli kişileri ilgilendiren bir konu olduğunu görüyoruz.

Mısır’da bir Firavunsanız falan ancak doğumunuzun bir önemi vardı eskiden. Sanırım tarihte de ilk doğum günü milattan 3000 yıl evvel bu arkadaşlardan biri için kutlanmış. Bildiğiniz gibi Firavun bir kişi değil bir ünvandı. Kadınlardan ise ilk Kleopatra’nın doğum gününün kutlandığı söylenir. Yüzyıllar boyu da sanırım aynı şekilde devam etmiştir. Pasta ve mum olayı da Antik Yunan’daki ay tanrıçası Artemis için un ve baldan yiyecek yapıp üstünde de ay ışığını temsilen mum yakarak başlamıştır denir.

Mevzu bahis ilk kimin doğum gününün kutlanması değil aslında. Zaten bu muhterem zatlar da her yıl aynı gün pastadaki mumlara üflerken İnstagram’da fotoğraf paylaşmıyordu. Kendi coğrafyalarında önemli bir kişilik olduklarından dolayı doğumları önemli idi. Zira yukarıda milat demiştim o da bildiğiniz gibi bir önemli ismin doğum günü. Hatta o kadar önemli ki tarihimiz -an itibari ile 2020li yıllardayız- onun doğumundan sonra ve önce diye ayrılıyor.

Neyse gelelim günümüze. Günümüzde kapital dünya için kutlanacak gün olsun yeter ki. Zaten kutlanacak gün olmazsa da bir kaç tane uydururlar ıvır zıvır günü bu gün diye. Pasta ve hediye satışı önemli bir gelir kalemi. Hele ki üstte dediğim gibi önemli bir kişiyseniz, doğum gününüz küresel çapta çok önemli bir hal alabiliyor. Christmas Day yani tabir-i diğerle Noel günü. 25 Aralıkta küresel çapta, hindi satıcıları başta olmak üzere çok acaip bir gelir kapısı kapitalizm için. Kendisi bir din değil ancak dinlerle arası da çok sıkı fıkı olduğundan, bir taraftan hristiyanların kutsal bayramı, diğer taraftan müslümanların kutlamaması gereken bir olay! Bir diğer taraftan da eğlence arayanlar için bulunmaz nimet gibi görülebiliyor.En nihayetinde toplumda kırk farklı fikir vardır bu konuda. Nasıl bakarsak bakalım büyük iş. Hemen ardından yılbaşı da geliyor ki yılbaşı ile üstte zikrettiğim hadise aynı değildir, o da küresel çapta önemli bir olay. Neyse konudan sapmayalım.

Doğduğumuz gün bir öneme sahiptir bunda şüphe yok ancak ilerleyen her yaşta kutlamak gerekli mi bilmiyorum. Hatta şairin yolun yarısı dediği zamandan sonra bile coşku ile yaş günü kutlamak biraz abes bile geliyor bana. Çünkü bir nevi mezarlığa doğru bir yürüyüş gibi doğum günleri. Her yaşta bir adım daha gidiyoruz uzun süre yatacağımız yere. Tabi kültürümüzde ölmek her zaman kötü bir şey olarak görülmüyor. “Düğün Günü” olarak da anılabilir veyahut şiirlere “Ölüm güzel şey budur perde ardından haber” diye de geçebilir. Ben işin bize bakan kısmındayım. Artık güzel yada kötü görmek kişiden kişiye göre değişecektir. 20 Ocak tarihinde doğduğum için böyle bir yazı kaleme alayım dedim. Kafa karışıklıkları ile geçen seneler ve mezarlığa doğru atılan adımlar…

Sözü kapatırken sitemizin doğum günü kutlu olsun diyeyim. 1 yılı tamamladık malumunuz. 440 adet yazı 1500’den fazla yorum ve binlerce okunma sayısı. Yardım eden, edecek olan herkese kucak dolusu sevgiler. Bu vesile ile ahir ömrümde ilk defa “kucak dolusu sevgiler” de demiş oldum. Okuyanlara da sevgiler saygılar. Sitemiz umarım uzun yıllar, güzellikler yaşayarak ve yaşatarak devam eder ve edebi hayatına hep birlikte şahitlik ederiz.

Mutlu seneler.

]]>
https://www.incetezat.com/deneme/sene-i-devriye/feed/ 2
Istrancalı Abdülharis Paşa – Mehmet Berk Yaltırık https://www.incetezat.com/tanitim/istrancali-abdulharis-pasa-mehmet-berk-yaltirik/?utm_source=rss&utm_medium=rss&utm_campaign=istrancali-abdulharis-pasa-mehmet-berk-yaltirik https://www.incetezat.com/tanitim/istrancali-abdulharis-pasa-mehmet-berk-yaltirik/#respond Mon, 22 Jul 2019 08:24:25 +0000 https://www.incetezat.com/?p=3185
Istrancalı Abdülharis Paşa

Merhaba edebiyat tutkunları. Merhaba edebiyat aşkı ile yanıp tutuşan, kitap okumadığı günleri ömürden saymayan, elimin altında bir roman olsun da ekmek su olmasa da olur diyen okurlar demeyi çok isterdim ancak ülkemizde bu tarz kişiler Türkiye’nin UNESCO Dünya Mirası Listesine Edirne Selimiye Camii ve Külliyesinden sonra girmeye hak kazanmış, nesli tükenmekte olan sayılı azınlıklardır. Edirne demişken o yörelerde geçen bir roman tanımı ile sizlerleyim. Bu garip girişten sonra ayrıntılı incelemesi de gelecek olan bu romanın tanıtımına hızlıca geçelim isterseniz.

Tarihi bir korku romanı desek herhalde yanılmış sayılmayız. Yazarın kendisi de tarihçi olunca okuma keyfiniz bir kat artıyor. Rumeli yöresinde geçiyor bu fantastik roman.

Kendisi ile yaptığımız söyleşide* de yazdığım gibi;

Nam-ı diğer Son Gulyabani. Öncelikle bize gösterdiği incelik için teşekkür ederek başlayalım. Kendisi korku-fantastik alanında öyküler anlatıyor. Korku hikayeleri ilk bakışta “batı” kaynaklı görülebilir ancak bizim kültürümüzde derin etkileri ve yeri vardır. Kırsalda anlatılan, kültüre kazandırılmamış binlerce hikayemiz vardır. Türkiye’nin istediğiniz bir köyüne gidin, bir yaşlı köylünün yanına oturun ve böyle bir olayla karşılaşıp karşılaşmadığını sorun yeterli. Mutlaka size bir hikaye anlatacaktır. Bu açıdan edebiyatımıza kattıkları çok önemli. Köy köy dolaşıp söylenen türküleri derleyen Muzaffer Sarısözen’in farklı versiyonu kendisi. Bu uğraş olmasa şuan dilinize dolanan, kültürümüzü yansıtan türküleri bilemeyecektik. Aynı uğraşı yapıyor Mehmet Berk. Dilden dile anlatılan hikayeleri hepimize ulaştırıyor. 

Aynen öyle bu kitabında da alışılagelmiş dilinden ödün vermeden güzel bir korku dünyası kaleme almış. İthaki Yayınlarının bünyesinde olan ve Pangea Kitaplığından çıkan bu romanını okumanızı tavsiye ediyorum.

Kendisinden -sizlere hediye etmek için- kitap çıktığında “incetezat okurlarına” diye imzaladığı bir kitap da istedik, ancak sanırım yoğunluktan dolayı incetezat okurlarından ziyade benim ismime imzalayıp gönderdi. Bu vesile ile kendisine ayrıca teşekkür ediyorum. Sizler de bu fırsatı kaçırmış oldunuz ve kitap benim kitaplığımda yerini aldı.

Başta da yazdığım gibi ayrıntılı incelemesi ilerleyen süreçte gelecek. Yeni romanları şimdiden beklediğimizi söylemiş olayım. Sizlere de öneriyorum okumanız için. Tanıtım bültenini sizlerle paylaşarak konuyu noktalayalım.

İlk romanı Yedikuleli Mansur’la hatırı sayılır bir okur kitlesine ulaşan Mehmet Berk Yaltırık’tan 17. yüzyılda başlayıp günümüze dek ulaşan, tarihi kurguyla korkuyu harmanlayan yeni bir kitap.

“… Öğleye doğru günlük güneşlik rutin bir bahar havasında iki tarafında meşe ve kayın ağaçlarının yükseldiği asude bir yolda ilerliyordu Asil. Altında araba olmasa, asfalt üzerinde hızla yol alıyor olmasa kendisini hoş bir rüyanın içinde zannedebilirdi. Buralardaki tabiatın harikaları, el değmemişliği insanı mest ediyordu. Dereköy Sınır Kapısı yolunda olduğundan gidiş sebebini anımsayınca canı sıkıldı. Böyle yeryüzündeki cennet köşesi bir yerin mazisinde nasıl kanlı ve ürkünç hikâyeler olabilirdi?”

Bir ailenin ve bir ismin peşine düşen genç bir araştırmacı, kendini bir anda asilerin, eşkıyaların, haramilerin, haydukların, ayanların ve komitacıların arasında, zaferlerin ve bozgunların hengâmesinde, soygun masallarının ve kocakarı hikâyelerinin ortasında buluverir. Tarihle başlayan yolculuğu, ruhunun ve Istrancaların kuytularına sapmışken korkulu Balkan rivayetleriyle giriştiği amansız boğuşma nasıl nihayete erecektir?

Hırsının kölesi derebeylerinin, geceleri dolaşıp kapıyı pencereyi tırmalayan şeylerin, insan suretli canavarların, efsaneyle hakikatin birbirine karışıp tarihin sislerinin ardına gömülen bu roman, kâh kanlı baskınlara tutulan kâh geleneklerin kamçısı altında inleyen Balkan tarihine uzanan karanlık bir araştırmanın serüveni.

Istrancalı Abdülharis Paşa, zamanın yavaş aktığı bir coğrafyada ürpertili bir arayışın romanı…

]]>
https://www.incetezat.com/tanitim/istrancali-abdulharis-pasa-mehmet-berk-yaltirik/feed/ 0
Pariste Gece Yarısı https://www.incetezat.com/beyaz-perde/pariste-gece-yarisi/?utm_source=rss&utm_medium=rss&utm_campaign=pariste-gece-yarisi https://www.incetezat.com/beyaz-perde/pariste-gece-yarisi/#respond Fri, 07 Jun 2019 11:40:28 +0000 https://www.incetezat.com/?p=2981
Owen Wilson-Marion Cotillard

Bir Woody Allen filmi kendileri. Edebiyatla ve sanatla alakanız varsa -ki şuan bu yazıyı okuduğunuza göre vardır- mutlaka izlemelisiniz diyerek kısaca filme geçelim isterseniz.

Salvador Dali

En iyi özgün senaryo dalında oscar almış bu film kısa süre sonra evlenecek Amerikalı nişanlı çiftin Paris’e tatile gelmesi ile başlıyor. Film senaryoları yazan Gil isimli başrolde Owen Wilson var. Kendisi rolün hakkını vermiş diyebiliriz. Film senaryolarından sıkılıp roman yazmaya karar veriyor ancak yazma işi ile ilgilenen herkesin başına gelebilecek bir yazamama sendromu yaşıyor. Kendisine Paris sokakları iyi geliyor. Ancak bu kadarla bitmiyor tabii ki. Bir gece saat tam 00:00’da eski nostaljik bir araba kendisini çağırıyor ve bir çeşit zaman makinesi görevini görerek 1920’lere gidiyor.

Zelda ve Scott Fitzgerald

Zelda ve Scott Fitzgerald çifti ile karşılaşıyor bir partide. Zelda tarihte de anlatıldığı gibi çılgın biri eşi ile sorunları var. Scott Fitzgerald kendisini Ernest Hemingway ile tanıştırıyor. Hemingway de aynı bildiğimiz gibi sokak serseriliğinde. Hemingway’e yazar olduğunu söyleyip tavsiyeler alıyor sonra kitabımı okur musun diyor ancak okumam ben de yazarım biz rakibiz deyip Gertrude Stein’e gidelim o okur eleştirir diyor. Ordan oraya sayısız yazar ve sanatçı ile tanışıyoruz filmi izlerken. Pablo Picasso’dan Salvador Dali’ye, Luis Buñuel’den T.S. Eliot’a kadar. Masalsı bir anlatımla bu geçmişteki sanatçı ve yazarların karakterlerini görme fırsatı buluyoruz.

Ernest Hemingway

Filmin masalsı anlatımı ve süresi çok ideal izlemek için. Oyuncular ve mekanlar da oldukça başarılı. İzlerken kendisine çeken bir yapısı var bir çok noktasında keşke ben de orada olsam dedirtiyor. Bayram şekeri tadında bir film izlemenizi tavsiye ederim.

]]>
https://www.incetezat.com/beyaz-perde/pariste-gece-yarisi/feed/ 0
Kalp Karası https://www.incetezat.com/deneme/kalp-karasi/?utm_source=rss&utm_medium=rss&utm_campaign=kalp-karasi https://www.incetezat.com/deneme/kalp-karasi/#comments Wed, 01 May 2019 09:00:54 +0000 https://www.incetezat.com/?p=2776 Ben Murat.

Yerin yaklaşık 400 metre altında gene yaklaşık 800 kişi ile birlikte çalışan bir işçiyim. Bana özel bayramım var ve o gün de çalıştım. Ben yerin altında iken yerin üstündekiler kutlamıştır sanırım bilmiyorum. Akşam vardiya bitip canlı bir şekilde eve geldikten sonra en büyük bayram uyumak benim için. Zira sabahın -ki lafın gelişi sabah diyorum çünkü evden çıktığımızda hala hava karanlık ve muhtemelen gece olmalı- köründe kalkmam gerekiyor.

Dünyada işçi bayramı olarak işçiler dışında herkesin kutladığı günden neredeyse iki hafta sonraydı. Sabah dünya henüz uyanmamışken kalktım ve gene uyanmamış 3 yaşındaki kızım Dicle’yi uyandırmamak için basitçe öptüm. Uyanınca durmuyor, benimle gelmek istiyordu. Dünyanın ilkel kalmış, başına devrilip ölmezsen de ömrünü kısaltan, alınması gereken güvenlik önlemleri maddi bir külfet olduğu için “para kaybetmektense insan kaybetmeyi” ilke edinmiş bir iş kolu için 3 yaşı henüz küçük bir yaştı. Böyle bir iş için her yaş sorundu ama ne çare. Ev kirası, kredi kartının borcu, çocuğun maması-bezi derken girmek gerekiyordu yerin altına. Yanlış anlamayın yerin altı derken ölmeyi kastetmedim.

Evden, yanıma aldığım sefer tası ile çıkıp madene yürüdüm. Vardiya değişimi oldu ve çalışmaya başladık 800 kişi yerin altında. Buralar önemli değil zaten ne uğruna diye sormayın, dedim ya kira şu bu var diye!

Saatini sonradan öğrendiğim kadarıyla 03:00’da bir patlama oldu ve korunma alanına geçtik ölmemek için. Ancak bu iş kolunda bir faciaya karşı 800 kişinin de korunacağı alanlar olmalıydı. Olmadı. Çünkü insan hayatının, özellikle bazı insanların hayatının o kadar etmediği düşünüldü demek ki. Ancak dediğim gibi ne çare. 10 saatten fazla yerin altında nefes almaya çalıştım. Belden aşağım tutmuyordu sürünerek bir boruya yanaşıp delik açarak hayatta kaldım. 301 kişi öldü o gece o madende. Maden değildi gerçi, maden kelimesi yetmedi anlatmaya. Toplu mezar diyelim biz. 301 insan öldü, 301 hayal, 301 umut öldü o gece orada. Aileleri ve çocukları da o 301 kişi gibi nefes alamadı yerin üstünde o gece. Yer Soma!

Yaklaşık 11 saat sonra yerin altından çıkardılar beni. Ambulansa götürmek için sedyeye bindirdiler. Sonra ben aslında sizin para için katılaşmış kalplerinizi kıracak bir cümle söyledim. “Çizmelerimi çıkarayım mı? Sedye kirlenmesin.

İsmi Murat Yalçın.

Sedyenizin kirlenmemesini düşünen hani. 11 saat yerin altında kalıp, 301 arkadaşını kaybettikten hemen sonra sizin lanet sedyenizin kirlenmemesini düşünen Murat Yalçın. Ancak sizin yüzlerce insanın hayatını düşünmediklerinizden biri. Binlercesinden bir tanesi.

Murat Yalçın

Dünyada işçilerin bayramı diye işçi olmayanların kişisel tatminini yaptığı günden iki hafta sonraydı. En büyük bayram kimseye muhtaç olmadan 3 yaşındaki kızına sarılabilmekti. Diğer işçilerin de öyledir sanıyorum. İnsan olarak görülen, birey olarak sayılan, sayıdan ibaret olmadan yaşayanların bayramı olur.

Ne yazık ki dünya böyle işte. Yüzü kara olan hep Murat Yalçın gibiler olacak, kalbi kömür karası olanlar tarafından. Ancak ne çare!

]]>
https://www.incetezat.com/deneme/kalp-karasi/feed/ 8
Deli ve Dahi-Film İncelemesi https://www.incetezat.com/beyaz-perde/deli-ve-dahi-film-incelemesi/?utm_source=rss&utm_medium=rss&utm_campaign=deli-ve-dahi-film-incelemesi https://www.incetezat.com/beyaz-perde/deli-ve-dahi-film-incelemesi/#comments Tue, 23 Apr 2019 09:00:11 +0000 https://www.incetezat.com/?p=2712
Deli ve Dahi

Sinema sektörüne son 10 yıl süper kahraman damgası vurulmuş durumda. Gişe filmlerinin büyük bir bölümü Marvel veya DC Comics filmleri etrafında dönüyor. Yıllık hasılat ve gişe başarılarının da büyük bir yüzdesini film sektörünün açığını keşfetmiş bu iki çizgi roman şirketi yükleniyor. Arada vizyona seyrek de olsa kaliteli yapımlar çıkmıyor değil. Bunlardan biri de Deli ve Dahi filmi.

Gerçek hayattan uyarlama bir film. Başrollerinde Mel Gibson ve Sean Penn var. 1998 yılında yazılmış bir kitaptan esinlenen bu eserin hakları 2016 yılında bu hikayeden güzel film olur diyerek Mel Gibson tarafından alınmış. Dahi kısmına kendisini yazan Gibson deli rolüne de biçilmiş kaftan olan Penn’i koymuş ve çok da yakışmış. Başrollerini iki aktör oynasa da deli rolü filmi sırtlamış diyebilirim. Ancak izlediğinizde hangisinin deli hangisinin dahi olduğunu karıştırabilirsiniz. Zaten delilik ve dahilik arasında ince bir çizgi vardır. Delilik Tahayyülü ve Hakikat isimli yazımda buna değinmiştim okumadıysanız okumanızı tavsiye ederim.

Dr. William Chester Minor

Kısaca konudan da bahsedelim. Film her öğrencinin eline bir kere almış olacağı Oxford sözlüğünün nasıl ortaya çıktığını oldukça dramatik bir hikaye ile göstermenin derdinde. Sean Penn Amerikan iç savaşı sırasında orduda görev almış bir cerrah. Savaşın ve yaşadığı travmaların sonucunda yolu akıl hastanesine düşüyor. William Chester Minor rolünü hakkı ile verdiğini söylesem de kişiyi araştırdığımda beyaz perdede gördüklerimden çok daha fazlasını yaşadığını gördüm. Kendisi Yale Üniversitesinde eğitim görmüş bir Amerikalı. Hayatını araştırmanızı tavsiye ederim. Mel Gibson ise sözlüğü yapmaya başlayan ancak William Chester olmasa başaramayacak olan James Murray karakterini canlandırıyor. Aile ilişkileri ve okuldaki dönen entrikalar güzel yansıtılmış diyebiliriz. Akıl hastanesinde eline yardım metni geçen Chester deliliğin verdiği yetkiye dayanarak binlerce kelime ve anlamını posta ile Murray’a gönderiyor. Daha fazla kitap okuyor ve daha fazla yardım ediyor. Bu sırada akıl hastanesine düşmesine neden olan olaylar baş gösteriyor. Duygu dolu anlar yaşayacağınız bir dram biyografi filmi olmuş.

Yönetmene de kısaca değinelim. Farhad Safinia yönetmenliğini yapıyor. Ve gerek dönemin karanlık sokaklarının atmosferi gerekse akıl hastanesi sahneleri gerçekten iyi çekilmiş. Bir tık kısa olabilir miydi bilemiyorum ancak film sizi yoruyor.

Anafikir olarak ise kitapların sağaltıcı yönünü ilmek ilmek işlemişler. Psikolojik olarak zor durumlar yaşayan karakterimiz kitaplar sayesinde hayata tutunuyor. Buna koşulsuz sevgi de eşlik ettiğinde çok ince olan ölüm kalım çizgisinde sizi canlı kalmaya itiyor.

23 Nisan günündeyiz ve hala vizyonda. Eğer izleyecek ve hayatınıza bişeyler katmasını istediğiniz bir film arıyorsanız es geçmeyin derim.

Deli Ve Dahi Fragman

]]>
https://www.incetezat.com/beyaz-perde/deli-ve-dahi-film-incelemesi/feed/ 2
Vadeli Yaşamlar https://www.incetezat.com/deneme/vadeli-yasamlar/?utm_source=rss&utm_medium=rss&utm_campaign=vadeli-yasamlar https://www.incetezat.com/deneme/vadeli-yasamlar/#comments Sat, 23 Mar 2019 08:34:23 +0000 https://www.incetezat.com/?p=2577 İnsan eşref-i mahlukattır derdi İsmet Özel’in babası. Önemli olduğuna katılıyorum bir çok kere. Savunma mekanizması da olabilir bu tabii. Çünkü önemli de değilsek zaten çekilmiyor, hiç çekilmez bu dünya sürgünü. Çekilmeli mi ona da hala karar vermiş değilim.

Eskilere nasılsın diye sorulduğunda genelde vademizi dolduruyoruz derlermiş. Hikmetli sözlerden biri gelir bu bana. İnsan biliyorsunuz veya bilmelisiniz ki unutmak ile aynı kökten geliyor. Unutuyoruz bir çok defa. Söze girmeden şunu da söylemeliyim ki unutmak büyük nimet genelde. Neyse. Unutuyor diyorduk insan için. Lakin unutmaması gereken şeyler var. En başta öleceği gerçeği. Her geçen günü attığımız bir adım olarak düşünürsek mezara doğru yürüdüğümüz gerçeğini unutmamalıyız. Kiminin mezarı daha yakın kiminin daha uzak ancak herkes mezarına doğru adım atıyor. Bilmem kaç aylık vade ile alınan borç gibi ömür. Her gün ödüyoruz ve bir gün borcumuz bitecek inşallah.

Bizleri yaratan bizlere okumamız için gönderdiği kitapta -ki ülkemizde kitap okumayı pek sevmeyiz, ağızlarınızın tadını kaçıran ölümü sıkça anın der. Bu da hikmetli bir cümledir. Bir yandan öleceğinizi unutmayın derken diğer yandan bazen ağzınızın tadı kaçmalı der. Hangi yönden bakarsanız bakın artık. İki taraflı bakıldığında öleceğini bilen insanın ağzının tadı pek gelmez de denilebilir. Her neyse artık.

Yaşamayı pek sevmediğim, dünyaya alışamadığım, ilgimi çekmediği yakın çevrem tarafından bilinir sanırım. Dünyayı seven ve sevilmek isteyenleri gördükçe de hayret makamında şaşkınlığım artar hep. Mal ve makam için insanın neler yapabildiğini gördükçe en çok. Öleceklerini bilmiyolar mı acaba halbuki onları da yaratan ve binlerce nimet veren rableri öleceksiniz diyor hatta onları yaratan ve binlerce nimet veren rabbinin gönderdiği elçi dünya gölgesinde biraz nefeslenip yola devam ettiğimiz ağaç kadardır falan diyor onu da duymadılar demek ki. Duysalar çünkü sevmezlerdi pek dünyayı diye tahmin ediyorum. Neyse dediğim gibi beni pek ilgilendirmiyor yer küre ve içindeki şeyler. Benim gibi pek sevmeyen birinden iki dörtlük yazıp bitirelim.

Toprakta gezen gölgeme toprak çekilince,
Günler şu heyûlâyı da er, geç, silecektir.
Rahmetle anılmak, ebediyyet budur amma,
Sessiz yaşadım, kim beni, nerden bilecektir?

Bu da hikmetli bir söz. Ancak finale alttaki yakışır;

Şu serilmiş gölgene imrenmedeyim:
Ne saadet hani? Ondan bile mahrumum ben.
Daha bir müddet eminim ben bu hayatın yükünü
Dizlerim titreyerek çekmeğe mahkumum ben.
Çöz de yükümün kör düğüm olmuş bağını
Bana çok görme bir avuç toprağını.

Diyerek bitirelim ve yolumuzun kısa olmasını umalım. Zira hiç çekilmiyor…

]]>
https://www.incetezat.com/deneme/vadeli-yasamlar/feed/ 1
Gökçe Atabek İle Söyleşi https://www.incetezat.com/soylesi/gokce-atabek-ile-soylesi/?utm_source=rss&utm_medium=rss&utm_campaign=gokce-atabek-ile-soylesi https://www.incetezat.com/soylesi/gokce-atabek-ile-soylesi/#respond Tue, 04 Dec 2018 15:09:04 +0000 https://www.incetezat.com/?p=1916 5.5 isimli romanın yazarı Gökçe Atabek ile bir söyleşi yaptık yazılı olarak. Kendisine samimi cevapları ve bizlere ayırdığı vakit için teşekkür ederiz. Kitabı ile alakalı da inceleme ve tanıtım yazısı hazırlayacağız ilerleyen zamanlarda. Yeni kitabını bekliyoruz şimdiden ve 5.5 isimli romanı için yüksek satışlar diliyoruz.

5.5 isimli romanı satın almak için buraya tıklayabilirsiniz. 

Artık dilerseniz soru cevap kısmına geçelim.

 

Gökçe Atabek

Bize kendinizden kısaca bahseder misiniz? Gökçe Atabek kimdir?

2013 yılında Hukuk Fakültesinden mezun olduktan sonra 5 yıldır ağırlıklı olarak ceza avukatlığı yapmaktayım. Benim de herkes gibi küçüklüğünde “Sabah kalktım, elimi yüzümü yıkadım.” Cümleleriyle başlayan günlük yazma alışkanlığım vardı. Aslında diğerlerinden farkı sanırım yarım bırakılmayıp, son sayfasına kadar kullanılan günlüklerimin olmasıydı. Yazma alışkanlığım katiyen bırakmadı peşimi. Dikkatimi çeken her şeyi not ettim, uçakta yanımda oturan garip yolcuları bile. Şimdi de sır saklama yükümlülüğüme sadık kalmak suretiyle gerçek hayatlardan ilham alarak yazdığım henüz Nisan ayında çıkan 5.5 isimli bir romanım var. İkinci kitabımı da yazıyorum. Sanırım yazmak beni ben yapan şeylerden biri olmaya hep devam edecek.

Edebiyata giriş maceranız nasıl başladı?

Edebiyata giriş çok iddialı olur. Ben öncelikle edebiyata giriş yapabildiğim düşüncesinde değilim asla. Yalnızca yazdıklarını başkalarının görme cesaretine erişmiş ve bu sayede kitabını bastırmış biriyim yalnızca. Benim hikâyem aslında üretememenin yoksunluk hissiyle başladı diyebilirim. Avukatlığa başladığımdan beri elimden geldiğince mağdur ve ihtiyacı olan insanlara gönüllü avukatlık yapıyorum. Birileri için bir şeyler yapabilmiş olmak aslında beni her zaman tatmin ediyor. Ancak bir noktadan sonra yargı sisteminin de etkisiyle birlikte işlevsiz hissedebiliyorsunuz kendinizi. Ben de daha çok farkındalık yaratabileceğimin inancıyla kitabımı bastırmaya karar verdim aslında. İnsanların kalbine dokunarak onlara gösterdiğim yaşanmışlıklarla hem mücadeleyi, hem yaftalamalarından sıyrılmaları gerektiğini anlatarak farkındalıklarını bir nebze olsun arttırmak istedim. Zorlu bir yol, ama yazmak bir tutku.

İlk kitabınızın ilk baskısını eline aldığınızda neler hissettiniz?

Sorularınızın matbu olması dolayısıyla böyle olduğunu bilerek yine de hâlihazırda ilk kitabının yalnızca ilk baskısını çıkarmış biri olduğumu belirtmek isterim.

Ama kitabımı ilk elime aldığımda doğumhanede yanağına yanaştırıldığında bebeğinin kokusunu içine çeken bir anne kadar duygulanmış ve heyecanlanmış olabilirim. İnanılmaz bir histi. Vücudumu karıncalaştırdı onu elimde tutmak. Ellerim terledi. İyi ki dedirtti, iyi ki buradasın.

Okuduğunuzda sizi en çok etkileyen kitap hangisiydi ve ne şekilde etkilendiniz?

Her şeyden önce hayatım boyunca “en” sözcüğünü ne çok kullanabilen ne de gerçekten hissedebilen bir insan olduğumu belirtmek isterim. Elbette etkilendiğim, çok uzun süre de etkisinden çıkamadığım kitaplar oldu. Ama hiçbiri için, hiçbir şey için söylemediğim gibi en çok etkileyen bu oldu diyemem. Birkaç örnek vermeyi daha uygun görüyorum bu nedenle. Suç ve Ceza elbette(Olay örgüsünün muhteşemliğiyle her cümlede yaşadığım sorgulamalar inanılmazdı, her yaşta yeniden okunması gerekir.) Demir Ökçe(Kişiler üzerinden dönen, dönemin siyasi yapılanmasını eleştirmesi, yıllar önce yazılmasına rağmen aslında her dönemi anlatması beni hep çok etkilemiştir.) Godot’yu Beklerken(Beckett’in harikalar yarattığı zamanın içine sıkışmış karakterlerin umutlu bekleyişini harika diyaloglarla kurduğu ve size sorgulamalar yaptıran bir kitap.) Flush(Bir köpeğin üzerinden dönemi eleştirdiği Virginia’nın keskin kalemiyle yine harikalar yarattığı bir kitap.)

Sonsuza kadar saymaya devam edebilirim. Dediğim gibi en yok, her biri kalbimin ayrı bir noktasına dokunuyor.

Sizi en çok etkileyen kitap kahramanı kimdir?

Bir önceki soruya verdiğim cevabı tekrarlamakla birlikte kahramanımız bu kez Madam Bovary ya da Raskolnikov olsun.

Aslında çocukluğuma inersek kesinlikle Jonathan Livingston olmalı. Hala bana umut verir.

 

Yazmak konusundaki motivasyon kaynağınız nedir?

Üretmenin verdiği büyük huzur, yoksunluk hissimin üzerinde bıraktığı aşırı tatmin yazmam için çok büyük motivasyon. Ancak dediğim gibi yazmak bir tutku. Bunun için aslında hiçbir şeye ihtiyacınız yok.

Hayatınızın bir film olsa müziği ne olurdu?

Benim hayatımın filminin müziği “Somewhere Over The Rainbow” sanırım. Kitabımda da bir karakterim söylüyor bu şarkıyı. Çünkü bu şarkı çok büyük umut ve mutlulukla dolu. Ben hep mutluluğu seçerim.

En sevdiğiniz ve en çok kullandığınız cümle nedir?

Sanırım “en” konusunda sıkıntı yaşadım. Yine örnekliyorum; “Hayat tercihlerdir.”

Fırsatınız olsaydı bütün insanlara okutacağınız kitap hangisidir?

Eğer tüm insanlığa okutulacaksa o zaman her kesimden insan okuyacağı için Martı Jonathan Livingston’ı okutabilirdim. Çünkü bu kitap her yaştan insana hitap ettiği gibi onlara mücadeleyi, hırsı ve asla umutlarını kaybetmemeyi öğretirdi. Daha çok umut ve hayat dolu olurdu belki insanlık. Unuttuğumuz kahkahalarımız geri gelebilirdi. Kağıt toplama aletlerinin küçücük çocuklar için tasarlandığı bu vahşi dünyada o çocuk için hala kuyunun sonunda ona göz kırpan ışığı gösterirdi. Ya da şiddete maruz kalmış bir kadına kanat olur, uçururdu onu başka yerlere.

Hayatta en heyecanlandığınız an hangisiydi?

Heyecanlandığım çok an oldu. Ama şimdi söyleşimizin konusuyla birebir bağlantılı bir heyecanımdan bahsetmek isterim.

Kitabımın basımdan geldikten sonra hiç alakası olmadan girdiğim küçük bir kitabevinde onunla rafta karşılaştığım gün çok heyecanlandım.

Türk ve dünya edebiyatından en beğendiğiniz yazar kimdir?

Yine bir “en” ile karşı karşıyayım. Ben bu soruya da beğendiğim birkaçını yazmayı tercih ediyorum. Beğendiklerim arasında yazdıklarımdan çok daha fazlası var elbette.

Dünya edebiyatından; Franz Kafka, Tolstoy ve Virginia Woolf, Samuel Beckett…

Türk edebiyatında ise Sait Faik, Zülfü Livaneli, Bilge Karasu, Mina Urgan…

Gerçekleşmesini istediğiniz en büyük hayaliniz nedir?

Yıllar önce bambaşka bir şekilde, bambaşka bir ülkede aslında uygulanmış bir yöntem ve başarı sağlamış. Biz hala onların ekolünü biliriz. Belki nesiller sonrasında etki eder, ama sanırım ben ülkemde yaşayan tüm kadınları eğitebilecek güçte ve yeterlilikte zorunlu bir okul açmak isterdim. Çünkü bir kadını eğitmek toplumu eğitmektir. Çünkü bugün suç işleme oranımız yüksek dedikten hemen sonra arttırılması gereken cezalardan konuşarak aslında hiçbir şeyi değiştiremiyoruz. Ama unutmamalıyız ki; adam öldüren de, tecavüz eden de, mağdur olan da, şiddet gören de, sokağa tüküren de, çöp atan da, ödül alan da… bir annenin evladı. Bu yüzden o harika ve gerekli eğitimi veren okul sayesinde tüm kadınları eğitir, yıllar sonra suç oranı düşük, huzur içinde yaşayan bir ülke olmamızın bugün adımlarını atmayı hayal ederdim.

Mezar taşınıza ne yazılmasını isterdiniz?

Hayatının 3. evresine hoş geldin.

Yazmayı amaç edinmiş okuyuculara yazarlık yolunda ne gibi tavsiyelerde bulunabilirsiniz?

Asla vazgeçme, sabret ve yazdıklarının hiçbirini silme.

Okurlara önerebileceğiz 3 kitap hangileridir?

Çavdar Tarlasında Çocuklar, J.D. Salinger

Demir Ökçe, Jack Londan

Godot’yu Beklerken, Samuel Beckett

Ayrıca eklemek istediğiniz bir husus var mı?

Böylesine okuma alışkanlığı düşük bir ülkede, bu denli güzel bir fikirle çıkmış olduğunuz yolda başarılarınızın daim olmasını dilerim.

]]>
https://www.incetezat.com/soylesi/gokce-atabek-ile-soylesi/feed/ 0
Delilik Tahayyülü ve Hakikat https://www.incetezat.com/deneme/delilik-tahayyulu-ve-hakikat/?utm_source=rss&utm_medium=rss&utm_campaign=delilik-tahayyulu-ve-hakikat https://www.incetezat.com/deneme/delilik-tahayyulu-ve-hakikat/#respond Sat, 01 Dec 2018 17:00:47 +0000 https://www.incetezat.com/?p=1908 İnsan eksiktir, kusurdur.

Ondan kendisi ile alakalı nisyan ile maluldür  derler. Sakattır yani bir yanı. Bu sakatlık zatı itibariyle nimettir gene kendisi için. Farkında olmaz çoğu zaman. Hafıza geliştirme ile ilgili çalışsa da zihnine ket vurmak ister bir çok kere. Unutamaz çünkü aslında. Alta iter, güler, oyalanır ama unutamaz. Çağrıştırır türlü şey zihnin derinliklerinden cin çağırır gibi. Birden hortlayıverir zihnindeki artıklar.

Şeb-i yeldâyı müneccimle muvakkıt ne bilir,

Mübtelâ-yı gama sor kim geceler kaç sâ’at. [1]

Unutmak ister türlü kötülüğü, olumsuzluğu gel gör ki başaramaz. Çabalar da çabalar. İnsan biraz da çabadır. Uzak hiç yakın olmaz ama. Bilinçaltına itilen şeylerin bir anda bilinç düzeyine gelmesine çağrışımlar neden olur. Bilim öyle diyor ancak kısmi delilik halidir bu durum. Delilik ise mecnun kelimesinin karşılığıdır. Arapça’da cünun, cinnet veya tecennün sözcüklerinin ikincil anlamları çıldırmak, aklı kaybetmek, delirmek demektir. Mecnun da kısaca çılgın ve deli anlamına gelir. Nitekim cennet, cenin, cân, cin, hatta ecinni sözcükleri de aynı kökten türerler. Bu kelimenin kökeninde saklanamaz bir gariplik, bir kapalılık vardır. Nitekim cünun hep bir örtülmenin, gizlenmenin, bir garâbetin, bir gariplik hâlinin adıdır, tıpkı tecennün gibi aklın örtülü oluşuna delâlet eder.

Cennet bahçe demektir yani üstü örtülü toprak anlamında. Cenin de anne karnında örtülü durumda olmaya denir. Cin de aynı yerden gelir bilinmeyen demektir. Yani kendini akıllı zanneden insanoğlu deliliğe bu anlamı verir “aklı örtülü”. Aslında bilmiyoruz demektir bu. Delilik bir nevi Schrödinger’in kedisidir[2]. Durumu bilinmez denir. Buna bir kolaycılık da diyebilirsiniz bilmiyorum. Ama kötülük barındırdığı düşünülmemiştir. Deli ve ya mecnun iyidir. Şefkat duyulur kendisine. Sözcüğün tam karşılığı ise bilinen anlamına gelen “ins” kelimesidir. İnsan dediğimiz şey hani. Ne kadar da ilginç değil mi!

İnsanın kusurlarından biri de sevmektir! Bilinenden bilinmeze olan yolculuktur bu. İns’den cinne. Mecnun olur yani sevdiğinde. Bu durumda gene aynı kökten gelen “cinnet” halidir aslında. Kelimelerle kafanız karıştıysa devam edeyim.

Mecnun olan kişi halini anlatamaz hasılı. Örtülüdür üstü o duygunun, sadece kendisi aralayabilir zorlarsa örtüyü. Ağyare gaybdır, bilemez. Hayal eder mecnun olan. Sevdiğini düşünen kişiden tutun da sokakta delirmiş dediklerimizin gelişigüzel! ve kendi kendine konuşmasına kadar aynı seviyedir. Alakasız alakasız konuşuyor deriz sokakta böyle birini görsek. Aslında onun hayali ve düşüncesi bize örtülüdür görünmez. Bilemeyiz neyi düşündüğünü, neden yaptığını. Deli der geçeriz. Gerçek aşkı yaşayan görüldüğünde de aynı kelimeyi kullansak lügat itibariyle hata etmiş sayılmayız.

Aklına mecnunların tahsin ki kem i raz edip

Geh sipihre geh devr-i divare söyler söylerse. [3]

Nabi merhumun dediği gibi dağla taşla konuşur mecnun olan. Anlatamaz derdini, kimseye. Yerinde de duramaz. Kendi kendini yer bitirir. Cinnet demiştik ya hani. O durum işte. Mecnun ile cinnet aynı kökten. Uslu dur denir mesela böyle birine. Us akıl demek. Sessiz sakin kımıldamadan dur demek değildir aslında uslu durmak. Akıllı olmayı anlatır ancak kişi o bilinirlik durumundan çoktan çıkmıştır bilinmezlik yoluna. Dağ delmeye çalışan mı dersiniz çöllere düşen mi belli olmaz artık. Us’un üstü örtülmüştür diyemezsiniz ki Neden? Mantık aranmaz, aransa da bulunmaz. Bu mantıksız demek değildir aman yanlış anlaşılmasın, sadece biz bilemeyiz demektir.

İslam peygamberine de mecnun derler inanmayanlar. “Dediler ki: «Ey kendisine Kur’an indirilen (Muhammed)! Sen mutlaka bir mecnunsun!“[4] Mecnun yerine bir çok yerde delisin de yazılır. Allah ise onlara hitaben “Rabbinin sana olan nimeti sayesinde sen asla bir mecnun değilsin.”[5]der kitabın bir başka yerinde.

Bi-hakkı Hazreti Mecnun izâle eyleye Hak!

Ser’imde derd-i hıred’den biraz eser kaldı. [6]

Keçecizade Molla İzzet yukarıdaki beytinde Delilerin sultanı Mecnun hürmetine dua ediyorum ki ben de hala akıl belasından biraz eser kaldı der.

Kelimelerle biraz düşünelim dedim. Artık akıllı(uslu) mı olmak istersiniz deli mi bilemiyorum. Hem seviyorum hem de aklım yerinde demeyin yeter.  Siz siz olun aşık olurken de dikkat edin derim. Çöllere düşersiniz de peşinizden gelen olmaz sonra.

 

Kaynaklar

[1] Fuzuli. (En uzun gecenin hangisi olduğunu takvim yapanlar ve yıldız ilmi ile uğraşanlar ne bilsin! Aşk yüzünden gam müptelası olmuşa sorun ki geceler kaç saattir.)

[2] Schrödinger’in Kedisi Deneyi

[3] Nabi. (Mecnunların – delilerin-  aklına aşk olsun ki sırlarını iyi saklarlar ama söylemek icap ederse semaya, duvarlara ve kapılara söylerler.)

[4] Hicr Suresi 6. Ayet

[5] Kalem Suresi 2. Ayet

[6] Keçecizade İzzet Molla (Başımda akıl derdinden biraz eser kaldı; onu da Hazreti Mecnun’un hakkı için Allah gidersin)

]]>
https://www.incetezat.com/deneme/delilik-tahayyulu-ve-hakikat/feed/ 0
Zarafet Eksikliği ve İstilacı Zihniyet https://www.incetezat.com/deneme/zarafet-eksikligi-ve-istilaci-zihniyet/?utm_source=rss&utm_medium=rss&utm_campaign=zarafet-eksikligi-ve-istilaci-zihniyet https://www.incetezat.com/deneme/zarafet-eksikligi-ve-istilaci-zihniyet/#comments Thu, 22 Nov 2018 17:00:04 +0000 https://www.incetezat.com/?p=1891 Çağımızın problemi diye başlanabilecek bir konu ancak bu “çağımızın problemi” kelimeleri de konuya dahil bir bayağılaşma seviyesi.

Sebepleri tartışılabilir ancak kamil olmaya çabalayan insanı derinden üzen bir konu. Bir noktada kemâlât konusunun standardı da ciddi manada düştü diyebiliriz. Standartlar ağır bir seviye kaybında. İyi insan olmaktan tutun da bir sanat eserine ve yahut bir yemek tabağının hazırlanışına.. Nereye bakarsanız bakın seviyenin düştüğünü gözlemlersiniz. Bir kaç örnekle anlaşılmasına yardımcı olmaya çalışayım.

Michelangelo-Sistina Şapeli

Sanat eseri dedik mesela, Sistina Şapeli‘nin tavanına ters şekilde asılı kalarak 4 yıl sürecek bir eserler manzumesi meydana getirmiş Mikelenjelo. Ninja kaplumbağa olan değil ona ismi veren ressamdan bahsediyorum. 1508–1512 yılları arasında, şapelin tavanını kutsal kitapları olan İncil’in Yaratılış kitabına göre resmetmiştir ve rönesans eserlerinin en önemlilerinden birine imza atmıştır. Kıyamet gününde iyilik ve kötülük edenlerin cennet ve cehenneme gönderilmesini ele alır. Ters bir şekilde asılı kalarak 4 yıl boyunca bu resimleri yaptığınızı hayal edin. Bu seviyeden tuvali yere koyup boyalara basarak üzerinde gezinerek yaklaşık 1 saatte çağdaş sanat yaptığını iddia eden bir sanatçıya. Ya da bir hayır kurumu açarak bağış toplayıp Mimar Sinan gibi birinin başlarında olduğu yaklaşık 15.000 kişinin çalıştığı ve 7 yılda meydana gelen ustalık eseri Selimiye Camisinin yapılmasına vesile olan bir padişahtan, demiri ve betonu bol ancak zarafet eksiği ile bezenmiş beton yığınları ile övünen kişilere..

Bir kitap yazmak için aylarca yol gidip bilgi alan ve zor şartlar altında ciltlerce kitap yazan entelektüellerden, sosyal medyadan özlü sözler toplayıp sayfa başına beş kelime yazarak kitap çıkardığını zanneden ağaç katillerine!

Yaprak Sarması

Ya da bahçesine ektiği asmanın yapraklarını toplayıp tek tek saran bir kültürden köfte patatese. Hatta bununla da kalmayıp “buzdolabında dondurma kabından yaprak sarması çıktı yaa” diyerek alay edebilecek seviyesiz gençlere (keşke tüm dondurma kutularından yaprak sarması çıksa, 10 liralık dondurmayı saatlerce uğraşılan bir sanat eserine nasıl değişebilir bir insan aklım almıyor.)

Bir kaç örnek verdim ancak herhangi bir alan aklınıza getirdiğinizde o alan ile alakalı onlarca örnek bulabileceğimiz bir durumdayız. Söylediğim gibi sebepleri tartışılabilir ancak en önemli iki sebebinden biri nüfus artışı diğeri de kapitalizm denen illet diyebilirim.

Dünya Nüfusu Artış Grafiği

Kayıtlara göre 1800 yılında 1 milyar kişi olmuş dünya nüfusu. Yani binlerce yıl sonunda 1 milyar kişi. Bundan yaklaşık 130 yıl sonra; yani 1930’da 2 milyarı görmüşüz. Binlerce yılda gerçekleşen sayı sadece 130 yılda oldu yani. Ardından neredeyse 30 yıl sonra; yani 1959’da 3 milyar olmuşuz. 15 yıl sonra; 1974’te 4 milyara ulaşmışız. 13 yıl sonra; 1987’de 5 milyarı geçmişiz. 2011 yılında 7 milyarı geçtik. 2050 yılında 10 milyarı geçeceğimiz tahmin ediliyor. Örneğin ben bu yazıyı yazana kadar bu yıl 125.403.488 kişi doğdu. Bu konuya üreme konusunda maharetimiz şeklinde bakamayız. Kullanılabilir kaynakların yetmeyeceğinden bu kaynaklar konusunda yaşanacak savaşlara kadar bir çok konuda çıkarım yapılabilir. Ancak konumuzu da ciddi anlamda ilgilendiren bir şey bu ve çoğaldıkça sıradanlaşıyoruz.

Bir diğer etkileyen şey ise kapitalizmin hegemonyası. Tüketim konusunda mankurtlara dönmüş durumdayız. Sürekli yenisini isteyen, doymayan, daha fazlasını iste diye hayat felsefesi üretmiş bir haldeyiz. Bu durum duyguların metalaşmasını doğuruyor. İstediğini elde eder etmez o meta değerini yitiriyor ve yenisine erişememenin veya erişme zorluğunun yarattığı hüzün ve stres tüketiciyi mutsuz ediyor. Mesela bir telefon aldığımızda çok kısa sürede bir üst modeli çıkıyor ve acilen tüm duygu düşüncemiz ona yönleniyor. Sanki bir önceki ile yapamadığımız şeyler varmış gibi. Ya da bir kişiyi çok sevdik diyoruz ve peşinden koşmaya çalışıyoruz. Elde eder etmez o değerini kaybediyor ve başka limanlara yol açmaya koyuluyoruz. “Evlenince çok değişti” cümlesini defaatle duymanızın sebebi duyguların yerini metaların alması. Bu duruma ben istilacı zihniyet diyorum. Sürekli saldırma, ele geçirme, yakıp yıkma yani değersizleştirme ve başka hedef seçme. Günümüzün kişisel gelişim denilen saçmalıklarına biraz göz gezdirmeniz yeterli sizi bu dediğim sarmala sokması için. Kişisel gelişim kemâlât dediğimiz şeydir aslında. Kamil insan olma, gelişme ya da Alfred Adler’in dediği gibi kendini gerçekleştirme. Ancak yukarıda söylediğim gibi bu ulvi olması gereken durumu bile aleyhimize kullanmış ve kendini geliştiriyorsun kapağı ile bayağılaştırılmışız. Eskiler “kem âlât ile kemâlât olmaz.”  derler. Yani sıradan aletlerle mükemmellik yakalanamaz.

Çevremizde idol olarak görünen kişilere bir bakmanızı tavsiye ederim. Çok değil belki 100 yıl önce yaşasa ailesi dışında ismi duyulmayacak kişilerin milyonlarca insanı etkilediğini göreceksiniz. Standart insanın idolleşmesi de çağımızın getirdiği bulaşıcı hastalıklardan bir tanesi. Dediklerinden etkilendiğiniz fenomenleri bir de bu açıdan düşünmenizi tavsiye ederim. Estetik anlayışımızın değişmesi ve algısal filtrelerimizin ortadan kalması da cabası.

Hâlimiz bir inhilâl etmiş vücûdun hâlidir;
Rûh-i izmihlâlimiz ahlâkın izmihlâlidir.
Sâde bir sözdür fakat hikmetlerin en mücmeli:
Bir halâs imkânı var: Ahlâkımız yükselmeli

M.Akif

Türkçeden türkçeye çevirirsek -ki durumumuzu başlı başına anlatan bir şeydir bu dilimize yabancı olmak. Halimiz parçalanmış bir vücudun halidir. Ruhi çöküntümüz ahlakın çökmesindendir. Sade bir sözdür fakat bilgeliğin en geneli, bir kurtuluş imkanı var ahlakımız yükselmeli.

Hasılı kelam halimiz harap, ahvalimiz bozuk, istikbalimiz karanlık.

Az ile yetinene, aç gözlülük yapmayana, hemen parlamayana, koştura koştura yenisini almayıp tamir etmeye çalışana, zarafet dolu olana, ince işçiliğe, sabra ve minimal yaşamaya sahip çıkın. Öyle de olabilirseniz ne âlâ.

]]>
https://www.incetezat.com/deneme/zarafet-eksikligi-ve-istilaci-zihniyet/feed/ 1