Misket


“Dışarıdan bakıldığında güçlü görünen insanların duvarlarını kaldırdığınızda içeride saklanan sarılmaya muhtaç küçük bir çocuk vardır.”

            Mavi Misket…

            “Evet! Son Mavi misket benim ve oyun biter,” diye gülümseyerek Esma’ya göz kırparken ben, Osman elimdeki misketleri çekip aldı.

            “Hey, o benim misketim, ben kazandım onu çabuk geri ver!”

            “Gel de al hadi o zaman gelsene gelsene!”

            “Ver diyorum…”

            Vermedi Osman. Zaten ne zaman kaybetse hep böyle mızıkçılık yapardı ama bugün yapmamalıydı. Esma’nın üzgün bakışlarını görünce dayanamadım Osman’ın üstüne atladım. Yerde yuvarlanmaya başladık. Arkadaşlar “Hasan kazanır, yok Osman kazanır” diye iddiaya girdiler. Esma hariç Kızlar kıs kıs gülerken birden ikimiz de olduğumuz yerden yükseldik birisi bizi omzumuzdan tutup havaya kaldırıyordu.

            “Ne oluyor bakayım burada? Ayrılın çabuk!” dedi abim. “Ayıp değil mi oğlum? Kızların önünde kavga ediyorsunuz erkekliğinizden utanın…” dedi. Kızlar kaçarak uzaklaştılar. Esma’nın arkasından bakakaldım. Abim ikimizin de kulağını çekti. Anlatmaya çalışsam da beni dinlemedi en çok da beni dövdü. Bütün çocuklar bana güldü. Misketlerim de Osman’da kaldı. Bütün gece ağladım. Bir daha misket oynamadım.

            2020 Sarı

            Nefes nefese uyandım. Osman elinde mavi misketleri sallıyor salyalarını akıta akıta gülüyor, Esma deniz gözleriyle bana bakıyor ve Osman’ın koluna girip uzaklaşıyordu. Nerden çıkmıştı şimdi bu rüya? Esma’yı düşündüm. Yıllar oldu onu görmeyeli ne yapıyor acaba? Bir gün okulda merdivenlerin altında öpmüştüm onu. Bütün gün yanağındaki kırmızılık gitmemişti. Binalarımız karşılıklıydı her gün aynı saatte cama çıkar, birbirimize bakardık. Ben, iki elimi birleştirerek kalp şeklini yapardım o da utanır kafasını eğer içeri kaçar tülü çekerdi ama bilirdim perdenin arkasından bana bakmaya devam ederdi zira tül sallanıp dururdu. Okulda aynı sınıftaydık öğretmen de evlerimiz yakın diye bizi ödevlerde aynı gruba koyardı. Osman da hep aramızı bozmaya çalışırdı. Dört bina aşağıda oturuyordu. O da Esma’yı severdi ama Esma’nın kalbi bendeydi anlardım. Aslında Osman benden çok daha heybetliydi ve yakışıklıydı. Ben sıska, çiroz bir şeydim. Bu yüzden hep korktum, misketleri çaldığı gibi sevdiğim kızı da çalmasından. O çalmadı ama o sene babamın tayini batıya çıkınca apar topar ayrıldık. En son hatırladığım arabanın arka camından gördüğüm yeşil elbisesi ve yaşlı gözleriydi. Gitmeden önceki gece son defa sarı sokak lambasının altında öpmüştüm onu yanağındaki çukurdan. Bir daha da görmedim… Yıllar oldu. Bu rüya da nereden çıktı şimdi? Hayatımdaki en masum detay… Saate baktım, “olamaz” alarm çalmamıştı. işe geç kaldım…

             “Hasan Bey bu ay ikinci geç kalışınız. Bunları yazıyorum. Maaşınıza yansıyacak bu durum haberiniz olsun,” dedi. Zaten çalışmaya başladığımdan beri hiçbir ay tam maaş alamamıştım. Her ay, bu ay acaba nereden kırptılar diye düşünmeyi de bırakmıştım artık. Geçen ay da yaptığım işe bahane bularak ütülediğim kıyafetleri elinin tersiyle etrafa saçmıştı Sarı. Ne diyeceğimi bilememiş, titreyen ellerimle ütü yaparken parmağımı yakmıştım. Canımı en çok yakan ise parmağım değil; yakınımdaki kişilerin bu duruma bıyık altından gülmesiydi. İnsanların kendilerine yapılmayan haksızlığa karşı susmaları ne tuhaftı, çıkarlar dünyasında yaşıyorduk. En dibe düşsem de sarılmayacağım yılanlarla doluydu çevrem. Ruhları kırıştıran tüm kötü düşünceleri ütülemek istedim o an ama karşıma çıkan kötü kumaşlara nasıl ve ne kadar buhar vereceğimi bilmiyordum. Sarı’nın her gün şeytanı kıskandıracak çirkinlikteki yüz ifadesi gözlerimin önünden gitmiyordu. Kalbinin kötülüğü yalnızca simasına değil ruhuna sirayet etmiş, nevi şahsına münhasır bir kişilikti. Yıllarca alın teri dökerek çalıştığım fabrika, virüs sebebiyle kapanınca son ütücü ilanıyla bulduğuma sevindiğim bu işte karın tokluğuna çalışmaya mecburdum artık. “Virüs çok yayıldı işler çok sıkıntılı, üç beş kuruş kazanacağız diye kimsenin vebalini alamam ben Hasan, maaşlarınızı bile ödeyemeyecek duruma gelmeden kapatmak zorundayım. Beni en iyi sen anlarsın, on yıldır birlikteyiz.” diyerek helallik istemişti eski patronum, hepimizin tazminatını da vermişti, kral adamdı. İnsanları kırmaktan korkar, her işini rica ile yapar hiçbir zaman bir kuruş eksik maaş vermezdi. İşçiler de cansiperane çalışır, hiç aksatmadan işleri yürütürdü. Şimdi ise insanlar işten kaçacak yer arıyordu Sarı yüzünden ama ben kaçmayacaktım. Kendi sorumluluklarını tam olarak yerine getirmeyen koltuk sahiplerinin “Altta kalanın canı çıksın” mantığıyla hareket etmesi beni oldum olası çıldırtıyordu. Altta kalmayacaktım.

            Mavi Misket…

            Osman, o gün eve ağlayarak gitmiş eve geç kaldığı için babasından dayak yemiş. Osmanların alt komşusu Emre anlatmıştı. Kemerle dövüyormuş babası. Her gece çığlık çığlığa… Ben o gün eve döndüğümde ise abim usulca yanıma sokulup özür diledi. Severdi beni bilirdim, diğerlerine ayıp olmasın diye en çok bana vurmuş. Öyle dedi. Annem babam da severdi, ayırmazdı hiç abimle beni. Annem melek kadın, “Sana taş atana sen gül at aman oğlum,” derdi hep bana. Osman’ın evde yaşadığına sevinsem mi üzülsem mi bilemedim bunları öğrendiğim gün. Yine de sinirim geçmemişti. Ertesi gün okula gittiğimde annemin sözlerini düşündüm ve sinirim yatıştı. Osman’ın yanına gittim. Hiçbir şey olmamış gibi-aslında ona acıyarak- “Çıkışta misket oynayalım mı?” diye sordum…

            2020 Sarı…

            İşimi bitirip öfkeyle fabrikadan çıktım, kapının biraz ilerisindeki banka oturup bir cigara yaktım. Derin düşüncelere dalmışken baktım Sarı fabrikadan çıktı. Oturduğum bankın yanından geçerken beni görmedi. Ben de fırsat bu fırsat, diyerek onu takip etmeye başladım. Yaptığımın yanlış olduğunu hissetsem de içimde oluşan merak duygusunu durduramıyordum. Az ilerideki otoparktan arabasına bindi. Ben de hemen fabrikanın girişindeki taksi durağından Ahmet abiye selam verdim. “Abi çok acil öndeki aracı takip eder misin?” dedim. O da az çakal değil “Nalan Hanım’ın arabası değil mi bu? Neden takip ediyoruz ki?” dedi. “Abi boş ver sen, sür hadi.” dedim. Öndeki araç makas atarak ilerliyordu. “Amma da hızlı gidiyor!” dedi Ahmet abi. “Takip edildiğini fark etti mi acaba?” dedim “Yok” derken öndeki araç kırmızı ışıkta durdu. Biz de arkasında… “Telefonla konuşuyor,” dedi “acelesi var herhalde.” Yeşil ışıkta bastı gaza Sarı, biz de peşinden… Aramıza bir araç girse de takibi bırakmadık. Kavşaktan bir anda sağa döndü. “Sinyal de vermiyor, hey Allah’ım!” şoför hızla dönünce savruldum. Ahmet abi yılların şoförü kaçırır mı hiç? Döndük biz de düz devam ettik.  Sokağın başında yavaşladı sola dönerek oto parkın kumandasıyla lüks bir siteye girdi. Orada durduk. Beklemeye başladık. Ahmet abi tabii meraklı. “Bekle,” dedim. Girişe yakın yere park edip bekledik. Otoparkın hemen yanındaki binaya girdi fotoseller sırayla yandı. Üçüncü kata kadar çıktı. Sosyetikler perdeleri açık yaşıyordu. Salon diye düşündüğüm odanın yarı açık perdesinden gördüğüm manzarayı ömrüm boyunca unutamam. Bir adam Sarı’ya öyle bir tokat attı ki kadın savruldu bir anda Ahmet abi ve ben şok geçirdik ne oluyordu?“Dön abi dön” dedim, “ben gördüm göreceğimi…”

            Mavi Misket…

            “Öğretmenim valla benim bir suçum yok, Osman dedi, ben de yaptım. Osman benim en yakın arkadaşım ama valla bilmiyordum.” dedim kulağıma inen darbeyle…  “Arkadaş mı?” dedi “Arkadaşını iyi seç oğlum o zaman! Arkadaş insanı vezir de eder rezil de… Sen nasıl böyle bir şey yaparsın? Senden hiç beklemem!” dedi öyle dokundu ki bu laf. Cevap veremedim, başladım ağlamaya. Salya sümük ağladım. Osman kaçmıştı. O an tek başıma olduğumu anladım… Kulağımdan çekerek müdüre götürdü beni öğretmenim. “Bu eşoğlu eşeği dolabımdan sınav kâğıtlarını çalarken yakaladım müdür bey” dedi. Yüzümdeki darbenin etkisiyle duvara çarptı göğsüm. Gözümden akan yaş, kalbimde dondu. Osman… dedim sadece…

            2020 Sarı

            Sabah işe geldiğimde boynundaki mavi fuları fark ettim Sarı’nın. Belli ki dün gece oradan darbe almıştı. Saçlarını her zaman belerin topuzu yapardı bugünse saçları açıktı. Gelir gelmez beni gördü. Yanıma yaklaşıp: “ Sen hala bitirmedin mi bu işleri? Hep geç kalıyorsun! Bir de bu gömleğin yakası neden böyle kırışık?” diyerek savurunca ütülediklerimi, anladım ki etrafa savurdukları aslında kendi hayatıydı. Kendi hayatında mutsuz olan insanların başkalarının mutluluğuna tahammülü yoktu. Mavi misketlerim saçıldı etrafa, belleğimden çıkan Osman hepsini dağıtmıştı sarı saçlarıyla…       

Aslı GÖKMEN


Like it? Share with your friends!

Aslı Gökmen
“İnsan, kalbinde yaşadıklarını bir kitap gibi gözlerinde taşır ve bir insanı tanımak, kitabını okumak ile başlar.” Türkçe öğretmeni ve yazarımsı.

0 Yorum

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir