Orhan Tuncay | İnce Tezat https://www.incetezat.com Sat, 27 Feb 2021 21:50:20 +0000 tr hourly 1 https://www.incetezat.com/wp-content/uploads/2018/09/thumbnail_favicon.png Orhan Tuncay | İnce Tezat https://www.incetezat.com 32 32 Şafak Vakti https://www.incetezat.com/siir/safak-vakti/?utm_source=rss&utm_medium=rss&utm_campaign=safak-vakti https://www.incetezat.com/siir/safak-vakti/#respond Sun, 28 Feb 2021 09:00:00 +0000 https://www.incetezat.com/?p=5759 Şafak mahmur gözlerini ovuyorKöpekler arzı endam etmiyor artıkOnlar hadlerini biliyorSokaklar şimdi yarı karanlık Sıra horozlar senfonisindeSabah lambasında takat kalmamışÇöpler toplanmış mahallenin gerisindeGüneşten taç giyecek Bebek, Kalamış Sen uyuyorsun yatağında, öyle masumRüyalar zihninde bir, bir sıralanmışBirazdan sokaklar telaşlanacaklar, malumSen de gözlerini ovacaksın yarı aralanmış. Orhan TUNCAY

The post Şafak Vakti first appeared on İnce Tezat.]]>

Şafak mahmur gözlerini ovuyor
Köpekler arzı endam etmiyor artık
Onlar hadlerini biliyor
Sokaklar şimdi yarı karanlık

Sıra horozlar senfonisinde
Sabah lambasında takat kalmamış
Çöpler toplanmış mahallenin gerisinde
Güneşten taç giyecek Bebek, Kalamış

Sen uyuyorsun yatağında, öyle masum
Rüyalar zihninde bir, bir sıralanmış
Birazdan sokaklar telaşlanacaklar, malum
Sen de gözlerini ovacaksın yarı aralanmış.

Orhan TUNCAY

The post Şafak Vakti first appeared on İnce Tezat.]]>
https://www.incetezat.com/siir/safak-vakti/feed/ 0
Postmodern Edebiyat https://www.incetezat.com/deneme/postmodern-edebiyat/?utm_source=rss&utm_medium=rss&utm_campaign=postmodern-edebiyat https://www.incetezat.com/deneme/postmodern-edebiyat/#respond Sat, 06 Feb 2021 09:00:00 +0000 https://www.incetezat.com/?p=5613 GİRİŞPost, sonra gelen anlamını taşıdığına göre önce modern edebiyatın ne olduğunu anlamamız gerekiyor ki, modern edebiyat sonrasında ne olmuş onu da anlayalım. Hatta postmodern edebiyatı bir çerçeve içine oturtabilmek için edebiyat nedir ve başlıca hangi edebiyat akımları vardır ki, postmodern edebiyat da bunlar arasında yer alır, gibi konulara da kısaca değinelim. Edebiyat, yazılı veya sözlü,...

The post Postmodern Edebiyat first appeared on İnce Tezat.]]>

GİRİŞ

Post, sonra gelen anlamını taşıdığına göre önce modern edebiyatın ne olduğunu anlamamız gerekiyor ki, modern edebiyat sonrasında ne olmuş onu da anlayalım. Hatta postmodern edebiyatı bir çerçeve içine oturtabilmek için edebiyat nedir ve başlıca hangi edebiyat akımları vardır ki, postmodern edebiyat da bunlar arasında yer alır, gibi konulara da kısaca değinelim.

Edebiyat, yazılı veya sözlü, düz yazı veya şiir formunda yayınlanmış sanatsal ifade biçimleridir. Ne kadar kalıcıysa, o kadar değerli olarak sayılır. Makale ve anıdan farklı olarak düşünülse de edebi formda yazılmış anılar ve makaleler de vardır. Edebi yazı, yazım biçiminin hoşluğu (sanatsallığı) yanında düş gücü ve kurmaca da içerebilir. Artık edebi eserleri dijital ortamlarda okuyor ve sesli olarak dinliyoruz. Bunlara da edebiyatın “postmodernist” yayılma ortamları diyebiliriz.
Sonuç olarak edebiyat bence tarih ve felsefe disiplinlerinin yanı sıra otobiyografi, günlükler, anılar, mektuplar ve deneme yazılarını da içerebilir.

Vikipedia edebiyat akımlarını şöyle sınıflandırmaktadır: Hümanizm, klasizm, romantizm, natüralizm, sembolizm, idealizm, realizm, fütüralizm, dadaizm, sürrealizm, letrizm, varoluşçuluk, kişilikçilik, expresyonizm, empresyonizm, sentimentalizm, modernizm, post modernizm.

Şimdi modernist edebiyata bir bakalım: Modernizm genel anlamda geleneksel olanın reddidir. Postmodernizm de modernizmin reddi olarak ortaya çıkacaktır. Böylece modernist romancılar geleneksel yazım tarzına, postmodernistler de modernist yazım tarzına karşı çıktılar.

Modernizmin doğuşunda I. ve II. Dünya Savaşlarının insanlık üzerindeki yıkıcı etkileri büyük rol oynamıştır. Modernist romancılar bu ortanın acılarını, kişisel öğelerle de besleyerek kurguladılar. Özellikle insanın iç dünyasını işin içine kattılar, dünden yarına akan zamanın akışıyla oynadılar ve geriye dönüş (flashback) tekniği kullandılar. Bilinç akışı, iç konuşma ve iç diyalog gibi tekniklerden yararlandılar. Neden sonuç ilişkisi bulanıklaştı. Klasik, giriş, gelişme, entrika, sonuç kalıbı kırıldı. Bu kültürel akımın 19. yüzyıl ortasında Fransa’da çıktığı kabul ediliyor.


POSTMODERNİZM

Yıldırım Özsevgeç, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi, Cilt 10, sayı 14’de Postmodernizm için kısaca şöyle bir giriş yapıyor:

“Postmodernist terimi, öncelikle felsefi anlamda kullanıldıktan sonra, politika, tarih, ekonomi, edebiyat ve diğer sanat dallarında da bir akımı ifade etmek için kullanılan bir terim haline gelmiştir… yirminci yüzyılın ikinci yarısında modernizme ve moderniteye karşı bir tepki biçimindeki kesin anlamını yüklemeye başlar… 1960’lardan sonra yaygınlaşmaya başlamıştır.” Postmodernizmi, modernizmin bir çeşitlemesi (varyasyonu) olarak da, ondan ayrı bir yaklaşım olarak da görenler vardır.

Yine aynı çalışmaya dönersek:

“Modernizmin eleştirisi temelinde şekillenen bu akım; modernizmle gelen akılcılığa, maddeciliğe, telkine, teslimiyete, insanı kendi emrine alıp köleleştiren teknolojiye ve bilime karşı çıkar.”

Konumuzun etrafında bu kadar dolaşmak yeter. Şimdi asıl konumuza odaklanalım.


POSTMODERN EDEBİYAT

Daha önce de söylediğim gibi yirminci yüzyılın ikinci yarısında kendisini iyice ortaya koyan postmodernizm kavramı önce mimari, felsefe, edebiyat, resim gibi alanlarda kendini göstermiş ve daha sonra başka alanlara da yayılmıştır. Felsefi açıdan postmodernizm gerçekliğin tek bir doğruya bağlı olmadığını ve çeşitli bakış açılarıyla çeşitlendirilebileceğini ileri sürer.

Postmodern edebiyat, dünyayı birebir yansıtmamaya çalışır ve kökleri postmodernizm fikrinin ortaya çıkmasından daha da geride aranabilir. Bu da daha önce de belirttiğim, zıtlık/çeşitleme tartışmasına (Bu bir karşı geliş midir, yoksa modern edebiyatın yeni bir çeşitlemesi midir?) yol açmaktadır.

Postmodern edebiyatın özelliklerine göz atınca bu özelliklerin bazılarını daha önceki edebiyat eserlerinde de görülebileceğini kabullenmek durumunda kalabiliriz.

Postmodern romanda genellikle dil oyunları yer alır. Dil gerçeği ortaya koymaktan çok, onu kurmak için kullanılır. Dilde gerçeğe dair anlam çokluğu hedeflenir. Roman çok sesli olabilir. Yani romanda anlatan ve anlatıcı ses çıkartır. Anlatımlar iç içe geçebilir ve başka anlatılar devreye girebilir. Yazarın durumu da sorunsallaştırılmıştır ve anlam üretme okura bırakılır. Bir roman her okunuşunda yeniden yazılır.
Postmodern bir roman tüm edebiyatla ilişki kurmuş, göndermeler ve alıntılar yapan, hatta bunu kapalı biçimde okuyucunun anlayışına bırakan bir yapı içersinde de olabilir. Postmodern roman tek doğrultuda, tek bir anlam katmanına sahip anlatım türlerinden farklılaşır. Olay(lar) örgüsü üstüne kurulu olmayabilir. Anlam bütünlüğü bulamayabilirsiniz. Roman, anlatımın tamamlanıp bitirildiği ve tüketildiği bir durum değil, aksine hiçbir zaman tamama ulaşmayan, her okumada yeniden değerlendirilmeye açık bir metindir. Kullanılan dil de buna uygundur. Postmodern roman söz söyleme sanatıyla (retorikle) bezenmiştir. Dil oyunlarına yer verilirken zaman-mekân bütünlüğüne önem verilmez. Geriye dönüşler vardır.

Jale Parla, postmodern romanda okur-yazar-metin ilişkisini şu şekilde belirtmektedir: “Hiçbir metin tamamlanmış bir bütün değildir. Bu da okur ve yazarı yeni bir konumda düşünmemizi gerektirir. Okur ve yazar dil denizinde sözcüklerin anlamlarının dalgalar gibi birbirini izlediği bir devinim içinde yüzerken, metinler, benlikler, kimlikler ve yorumlar da yeni göstergelere dönüşürler.” (Don Kişot’tan Günümüze Roman, Jale Parla, İletişim Yayınları, 2000.)

Postmodern romanın ana temalarını şöyle sıralayabiliriz:

  • Kara mizah ve ironi: Bu yaklaşım post modern edebiyat dışında da kullanılmasına rağmen, post modern edebiyatta sıkça görülür. Ciddi konular eğlenceli ve iromik bir yaklaşımla anlatılabilir. Bunun için kelime oyunları kullanılır.
  • Metinler arası geçiş: Bir roman başka romanla veya romanlarla iç içe geçebilir, ondan alıntı yapabilir onun kahramanını kullanabilir, diğer romana uğrayıp tekrar geri dönebilir.
  • Bir arada kullanma (pastiş): Farklı unsurların bir arada kullanılmasıdır. Çeşitli yazım tarzları bir arada kullanılabilir. Birbiriyle zaman uyumu olmayan veya gerçek ve kurmaca kişiler bir araya getirilebilir.
  • Üst kurmaca: Üst kurmaca, yazmak hakkında yazmaktır. Romanın kurmaca özelliği okuyucuya açık edilir. Böylece yazarın otoritesi dinamitlenmiş olur.
  • Kurmacanın ortaya konulması: Burada gerçekçilik reddedilmektedir. Yani, edebiyat bir kurmacadır, taklitçilik (mimesis) ve gerçeğe benzerlik bağı kurulamaz.
  • Yaratım süreci: Burada romanın konusu romanın yaratım sürecini içerir. Kurmaca ve gerçekliğin sınırları göz önüne serilir. Hatta kesişebilir de.


Son Söz:
Yazımı ilginç bir postmodern yazım örneği olan Julia Cortazar’ın Sek sek romanının yazım biçimini aktararak tamamlamak istiyorum. Böylece en azından bir örnek vermiş olacağım.

Seksek birden fazla okunma yöntemi ile bugün internet ortamında kullanılan “hypertext”  teknolojisinin kullanıldığı ilk roman örneğidir. Cortazar 155 bölümden oluşan kitabın  ilk  56 bölümünü bitirdikten  sonra okurun kalan bölümleri okumadan kitabı gönül ferahlığıyla bırakabileceğini söylüyor.  Diğer bir lineer olmayan okuma biçimi ise 73. bölümden başlayarak yazarın öngördüğü bir çizelgeyi izleyerek okumak.     Bu okuma şeklinde her bölümünün sonunda  bir sonraki bölümün numarası verilerek yazar sizi okuduğunuz bölümden yeni bir bölüme yönlendiriyor.  Okur bir bölümden diğerine seksek misali atlayıp zıplayarak kitabı okuyor.  Bu arada Cortazar size tuzaklar hazırlıyor.  82’ye yönlendiriyor ama ortada 82 yok.  81. bölüm ise iki tane.  Her seçim sizi başka alanlara götürüyor.  En son bölüm ise sizi kitabın başına değil 123. cü bölüme, oradan 58’e ve sonra yine 123’e gönderdiği için Cortazar belki de sizi, bir çıkış yolu olmayan seksek kareleri içine hapsediyor.

Cortazar ile mistik bir sek sek- Eren Arcan

Postmodern günleri de aşacağımız günler dileğiyle.

The post Postmodern Edebiyat first appeared on İnce Tezat.]]>
https://www.incetezat.com/deneme/postmodern-edebiyat/feed/ 0
Hikâye Hırsızı https://www.incetezat.com/oyku/hikaye-hirsizi/?utm_source=rss&utm_medium=rss&utm_campaign=hikaye-hirsizi https://www.incetezat.com/oyku/hikaye-hirsizi/#comments Sat, 02 Jan 2021 09:00:00 +0000 https://www.incetezat.com/?p=5412 Hikâyelerden oluşur yaşamımız. Sayısız hikâyelerden. Ben de sizler gibiyim. Kimliğimi, anımsadığım hikâyeler oluşturuyor. Bu hikâyeler çoğu zaman başkalarının hikâyeleriyle kesişir ve bizi biz yapar. Bazen bir koku anımsatır bir hikâyeyi, bazen bir ses, bazen bir dokunuş. Yaşam bizim hikâyelerimizin toplamıdır, çünkü geçmişi kafamızda kurgular, biçimlendirir, içselleştirir ve benimseriz. Hikâyeler yoksa boş bir çuval gibiyizdir. Ne...

The post Hikâye Hırsızı first appeared on İnce Tezat.]]>

Hikâyelerden oluşur yaşamımız. Sayısız hikâyelerden. Ben de sizler gibiyim. Kimliğimi, anımsadığım hikâyeler oluşturuyor. Bu hikâyeler çoğu zaman başkalarının hikâyeleriyle kesişir ve bizi biz yapar. Bazen bir koku anımsatır bir hikâyeyi, bazen bir ses, bazen bir dokunuş. Yaşam bizim hikâyelerimizin toplamıdır, çünkü geçmişi kafamızda kurgular, biçimlendirir, içselleştirir ve benimseriz.

Hikâyeler yoksa boş bir çuval gibiyizdir. Ne kendimizi tanıyabiliriz, ne başkaları bizi tanıyabilir. Başka bir deyişle varlığımız beş duyuyla algılanabiliyorsa, varoluşumuz da anımsadığımız hikâyelerle algılanabilir ancak. Yani hikâyelerim var, öyleyse varım.

Yukarıdaki satırları hayal meyal anımsıyorum. Yıllar önce bir arkadaşımın evinde karıştırdığım bir kitabın ilk sayfalarında okumuştum ve çok hoşuma gitmişti. Gençliğimde, bu satırlar benim için yeni bir bakış açısı getiriyordu. Doğal olarak yaşım ilerledikçe biriktirdiğim hikâye sayısı da giderek çoğaldı. Yaşamın aslında kafamda kurduğum dünya içinde benim için bir gerçeklik kazandığını daha da iyi anladım. Algılarım, değer yargılarımla, bilinçaltımla yoğrularak, yaşamımı bütünleyen hikâyeleri ortaya çıkartıyor ve beni var ediyordu.

Bu günlerde yavaş, yavaş yok olduğumu hissediyorum, çünkü birisi hikâyelerimi çalıyor. Kim olduğunu bir bilebilsem. Her gün uzak veya yakın bir hikâyem eksiliyor. Sabahları uyandığımda bir de bakıyorum ki hikâyelerimin birkaçı eksilmiş. Diyeceksiniz ki bu kadar çok hikâye çal, çal bitmez. Hiç de öyle değil. Her bulamadığım hikâye beni bir boşluğa düşürüyor ve telaşla diğer hikâyelerimi araştırıyorum. İçine düştüğüm şaşkınlık ve telaşla diğerlerini de bulamayacağımdan korkuyorum; üstelik bu gerçek oluyor ve bazılarını bulamıyorum da.

Bu hırsız yeni hikâyelerime daha çok dadanıyor. Sanki taze hikâye hırsızı. Umutsuzluğa kapılıyorum. Öte yandan hikâyelerimde kesişen insanların varlıkları da birer birer yok oluyorlar. Hırsıza inat bunları teker, teker yazarak bir kasada saklamayı düşünüyorum ama bu kadar çok hikâyeyi yazmaya ne zamanım ne de mecalim yeter.

Bu sorunla başa çıkabilmem için hırsızı en azından tespit edebilecek bir uzmana götürülüyorum. Bu hızla giderse çalınmamış hiçbir hikâyem kalmayacak.

———

Yaşlı adam yatakta huzurlu bir biçimde yatıyor. Çocukları doktorla konuşuyorlar. Doktor bu duruma alışkın bir ifadeyle açıklamalar yapıyor. Adamın çocukları dikkatle doktoru dinliyorlar. Doktor gözlüğünü düzeltiyor, öksürüyor, ona doğru bakan hasta yakınlarına boş gözlerle bakarak hırsızın adını telaffuz ediyor.

“Alzeihmer.”

Ben de söylenenleri yattığım yerden duyuyorum ama anlatılan artık bildiğim bir hikâye değil.

Orhan TUNCAY

The post Hikâye Hırsızı first appeared on İnce Tezat.]]>
https://www.incetezat.com/oyku/hikaye-hirsizi/feed/ 2
Vicdan https://www.incetezat.com/oyku/vicdan/?utm_source=rss&utm_medium=rss&utm_campaign=vicdan https://www.incetezat.com/oyku/vicdan/#respond Tue, 08 Dec 2020 09:00:56 +0000 https://www.incetezat.com/?p=5339 O gün Hayır, hız yapmıyorum. Bundan eminim. Üstelik de böyle uykuluyken nasıl hız yapabilirim ki? Dikkatimi yola çeviriyorum. Işıklar gözümü alıyor. Yola çıkmadan önce biraz daha dinlenmeliydim. İlk benzin istasyonunda durup yüzümü yıkamalıyım. Radyodaki müzik uyarıcı olmaktan çok bir ninniye dönüştü. En iyisi konuşmak! Yan koltukta oturan eşime dönüyorum ama o da ne? Yanda kediler...

The post Vicdan first appeared on İnce Tezat.]]>

O gün

Hayır, hız yapmıyorum. Bundan eminim. Üstelik de böyle uykuluyken nasıl hız yapabilirim ki? Dikkatimi yola çeviriyorum. Işıklar gözümü alıyor. Yola çıkmadan önce biraz daha dinlenmeliydim. İlk benzin istasyonunda durup yüzümü yıkamalıyım. Radyodaki müzik uyarıcı olmaktan çok bir ninniye dönüştü. En iyisi konuşmak! Yan koltukta oturan eşime dönüyorum ama o da ne? Yanda kediler var… İrili ufaklı kediler. Kediler haykırıyor ve gürültüyle camdan dışarı uçuyorlar. Hava kararıyor, ışıklar kararıyor. Nereye gidiyorum?

Birkaç gün sonra

Perdeler mi kapalı, yoksa gece mi? Etraf oldukça sessiz. Fakat bir vızıltı var. Vızıltı ve sis perdesi… Sis perdesi aralandıkça vızıltı da insan sesine dönüşüyor… Bir değil, birden fazla insan var. Çok fazla ses var! Söyledikleri anlaşılmıyor. Bir basınç altındayım sanki. Hareket edemiyorum. Ağrı hissediyor ve inliyorum.

“Ağrı kesicinin dozunu biraz arttıralım.”

Beyaz önlükler üstüme eğiliyorlar. Beyaz önlük… Önlükler, durun bunalıyorum. Yine hava kararıyor… Hava kararırken üstümdeki ağırlık da hafifliyor.

Çok daha sonra

Yaralarım iyileşti. Bir iz veya sakatlık kalmayacakmış. Çok şanslıymışım. Yani şanslı bir katilim. Ruhumun yarasının iyileşmesi olanaksız! Kendimi öldürmeyi çok düşündüm. Ama buna cesaretim yok. Bir yalnızlık denizinde yüzüyorum. Eşim artık benimle değil. Onu ben öldürdüm. Tutuksuz yargılanıyorum. Kefaletle saldılar. İçerde kalsam daha mı iyi olurdu diye düşünüyorum.

“Araba yoldan çıkarak hızla sağdaki direğe çarpmış. Sağ tarafta bulunan 40 yaşlarındaki kadın çarpmanın şiddetiyle hemen ölmüş. Sol taraftaki adam….”

Sol taraftaki uyuyan adam benim. Direksiyon başında uyuyan…

Hep sonra

Eve geliyorum… Issız ve soğuk evime… Kalbimin çok ağır yükünü taşıyamıyorum. Her gece olduğu gibi çıkartıp buzdolabına koyuyorum. Orada öylece donup kalmalı. Ben de buzdolabı soğukluğundaki evimde kâbuslarımla uyumalıyım. Bedenim, bu ağırlığın altından ancak böyle kalkabilir. Yatak odasının ışığını kapatıyorum. Odanın kapısı açık… Mutfağın kapısı açık… Buzdolabının kapısı açık… Işığı beynimi yıkıyor. Kalbim orada buz kesmiş biliyorum.

Bugün

Her gün olduğu gibi boş sokaklardan geçerek, onlar kadar boş olan evime dönüyorum. Kapıdan girer girmez, her akşam duyduğum ağırlığı bütün şiddeti ile başımda hissediyorum. Buzdolabına yöneliyorum ve kalbimi çıkartıp derin dondurucuya yerleştiriyorum. Keşke köpekler yese de kurtulsam. Yaptığım yeterli gelmiyor. Kalbimi buzdolabına her koyuşumda ruhumdaki yara daha da derinleşiyor. Başımı ellerimin arasına alıp bir karar veriyorum. Beynimi de çıkartıp derin dondurucuya kalbimin yanına yerleştiriyorum. Artık rahatım. Artık ben bir hiçim.

Orhan TUNCAY

The post Vicdan first appeared on İnce Tezat.]]>
https://www.incetezat.com/oyku/vicdan/feed/ 0
Başlamayan Senfoni https://www.incetezat.com/siir/baslamayan-senfoni/?utm_source=rss&utm_medium=rss&utm_campaign=baslamayan-senfoni https://www.incetezat.com/siir/baslamayan-senfoni/#respond Thu, 05 Nov 2020 09:00:00 +0000 https://www.incetezat.com/?p=5233 Daha ikinci sayfadayımYağmur vuruyor camlaraYağmur vuruyor canlaraHayli geride kaldım, telaştayımDaha ikinci sayfadayım Davulların gümbürtüsü kükrüyorKemanlarda ince teller titriyorEllerim kaskatı notalara gitmiyorİçimdeki halleri bestelere yazmalıyımBilmiyorum ben hangi zamandayımAma hala ikinci sayfadayım Viyolalar burada başlamalıZihnim neden böyle telaşlıObua sesleri, trompetlere karışıyorSıkıntıdayım gözlerim yaşlıPiyanonun tuşları geride çalışıyorSol anahtarı orada duruyor transtayımBan hala ikinci sayfadayım Notalar bir bir dökülüyor...

The post Başlamayan Senfoni first appeared on İnce Tezat.]]>

Daha ikinci sayfadayım
Yağmur vuruyor camlara
Yağmur vuruyor canlara
Hayli geride kaldım, telaştayım
Daha ikinci sayfadayım


Davulların gümbürtüsü kükrüyor
Kemanlarda ince teller titriyor
Ellerim kaskatı notalara gitmiyor
İçimdeki halleri bestelere yazmalıyım
Bilmiyorum ben hangi zamandayım
Ama hala ikinci sayfadayım


Viyolalar burada başlamalı
Zihnim neden böyle telaşlı
Obua sesleri, trompetlere karışıyor
Sıkıntıdayım gözlerim yaşlı
Piyanonun tuşları geride çalışıyor
Sol anahtarı orada duruyor transtayım
Ban hala ikinci sayfadayım


Notalar bir bir dökülüyor yerlere
Öyle bakıyorum alnımdaki terlere
Derdimi dökmeliyim anlayıp bilenlere
Bu bitmeyen senfoni değil
Ben ancak başlardayım
Başlamayan senfonide ikinci sayfadayım

The post Başlamayan Senfoni first appeared on İnce Tezat.]]>
https://www.incetezat.com/siir/baslamayan-senfoni/feed/ 0
Dünyadan Aşağı – Gaye Boralıoğlu https://www.incetezat.com/inceleme/dunyadan-asagi-gaye-boralioglu/?utm_source=rss&utm_medium=rss&utm_campaign=dunyadan-asagi-gaye-boralioglu https://www.incetezat.com/inceleme/dunyadan-asagi-gaye-boralioglu/#respond Sat, 03 Oct 2020 09:00:00 +0000 https://www.incetezat.com/?p=5097 Bu kitabı ilk elime aldığımda ve ismini okuduğumda yıllarca önce seyrettiğim bir oyunu anımsadım: DURDURUN DÜNYAYI İNECEK VAR. O oyunda dünyanın karmaşasına ayak uyduramayan kahraman “Durdurun dünyayı inecek var!” diyordu. Bu kitabı okuyunca gördüm ki, bu kitabın kahramanını anlatan anlatıcı da kahramanın iç karmaşası nedeniyle “Bu dünyadan düşecek var” diyor ve o nedenle de kitabın...

The post Dünyadan Aşağı – Gaye Boralıoğlu first appeared on İnce Tezat.]]>

Bu kitabı ilk elime aldığımda ve ismini okuduğumda yıllarca önce seyrettiğim bir oyunu anımsadım: DURDURUN DÜNYAYI İNECEK VAR. O oyunda dünyanın karmaşasına ayak uyduramayan kahraman “Durdurun dünyayı inecek var!” diyordu. Bu kitabı okuyunca gördüm ki, bu kitabın kahramanını anlatan anlatıcı da kahramanın iç karmaşası nedeniyle “Bu dünyadan düşecek var” diyor ve o nedenle de kitabın ismini DÜNYADAN AŞAĞI olarak koymuş. Nietzsche ise daha ileri giderek “Aslında dünya bir kaostur (karmaşadır). Biz buna dayanabilmek için kafamızda düzeni yaratırız” demişti. Yani iç karmaşanın mı dış karmaşayı, dış karmaşanın mı iç karmaşayı yarattığı karmaşası var.

Kitabın özeline dönersek kahramanımız olan Hilmi iç karmaşası zirve yapmış, İngilizlerin loser, benim kaybedenlerden dediğim kişilikte bir erkek. Birçok kötü erkek özelliklerini üstünde toplamış, iyi olanlara hiç yaklaşamamış, dünyadan aşağı düşmek üzere olan bir adam. Nedense karşılaştığı hiçbir kadının bu ne kadar kötü diyebileceğimiz çarpıcı olumsuz bir özelliği yok. Bunu, yazarın anlatmak istediği konuyu vurgulamak için özellikle yaptığını kabul ediyorum. Ne de olsa kurmacanın Tanrısı odur.

Gaye Boralıoğlu oldukça üretken bir yazar ve senarist. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü (1984) mezunu. Aynı bölümde yüksek lisansını Sistematik Felsefe ve Mantık Dalında tamamlamış. Felsefecilerin yazdıkları romanlar her zaman ilgimi çekmiştir. Çünkü felsefe temeli olmadan felsefe yapmaya çalışan yazarlara göre çok daha tutarlıdırlar. Bir de Boralıoğlu gibi akıcı ve “didaktik” yaftası yemeyecek, sonu sürprizle biten bir roman yazmışsa okumak gerçekten zevkli olur. Şunu da eklemeliyim, kitapta daha çok psikolojik çözümlemeler var.

Sürprizi, okumayan okuyucuların okuyarak öğrenmesine bırakarak romanın özetini vermek istiyorum. Öncelikle belirtmeliyim ki romanın iki anlatıcısı var:  Birisi palavracı Hilmi, diğeri bize doğruları anlattığını düşündüren anlatıcı. Roman, Hilmi Aydın isimli, alnından vurulmuş bir adamın düşünceleri ile başlıyor ve adam daha sonra, hayalinde kendisini öbür dünyada ve cehennemde buluyor. Ama yarası o kadar önemli değil. Adamın her şeyi abarttığını öğreniyoruz.

Hilmi’nin evliliğinde sorunları var, işinde sorunları var, karısının kardeşiyle sorunları var. Ama dünyanın merkezinde sanki o yer alıyor. Adamın kadınlarla olan ilişkilerinde sorun var, babasından devraldığı lokantayı düzenlemekte sorunu var. Buna bir de seks ve içki merakını ekleyince tabii ki dünyadan aşağıya düşmekten başka çaresi kalmıyor.

Karısının adı Nihan, Karısının, yıldızı Hilmi ile hiç barışmayan Ali Cemal adlı bir şair kardeşi var. Bir de ona dini ve felsefi öğütler veren Fazıl Hoca var. Diğer yan karakterleri kitaptan öğrenmenizi öneriyorum.

Hilmi derin bir yara almadığı için ölümden kurtuluyor ama yaralıyken cehenneme gittiğini gördüğü için, sürekli olarak ölünce cehenneme gitmekten korkuyor. Aslında gitmesine gerek yok, zira yaptığı yanlışlar nedeniyle cehennemi dünyada yaşıyor. Onun yaptığına benzer yanlışları (amacımıza uymayan yanlış adımları) hepimiz yapmışızdır ama Hilmi’ninkiler had safhadadır. Hilmi sürekli olarak iç muhasebe yapıyor. Geleceğini sorgularken, sorgulamayı şu cümleyle tamamlıyor: “Bu sonsuz ihtimalli dünyada Allah katında mükemmel düzen kurmak mümkün müdür?” Hilmi’nin eyleme geçme ruh hâli şöyle anlatılıyor: “…sıkıntı ve mutsuzlukla sağa sola devrilirken, bir yanda da kendine yeni bahaneler uyduruyordu.  Bahaneler, çoğunlukla alnındaki yarayla ilgiliydi elbette.”

Ben, roman akışı içindeki olayları bir yana bırakıp, daha çok Hilmi’nin ruh haliyle ilgileneceğim. Genç bir kıza âşık olması şöyle betimleniyor: “Özgül ağırlığı kalmamıştı sanki. Masaya tutunmasa bir uçan balon gibi göğe doğru yükselecek, insanlar aşağıda kibrit çöpü kadar kaldıklarında patlayıverecekti.” Böyle başlayan birçok aşk gibi bunun da sonu gelecektir.

Roman, Hilmi’nin biten evliliğine gönderme yapmak için bazı evlilikleri şu şablona oturtuyor (Bu satırlar uzun bir betimlemenin özeti): Çiftler önce evliliğe karşı olanlara karşı inat ederek evlenirler. Sonra birbirlerine karşı inat etmeye başlarlar. Sosyal ortamlarda evliliklerini güzel gidiyormuş gibi göstermeye çalışırlar. Sorunlar çözülmeden artar. Kuşkular çoğalır. İhanetler başlar. Kavgalar şiddete dönüşür. Buna rağmen bazı evlilikler sürer. Bu ilişkide ayrılmak istemeyen taraf Hilmi’ydi.

Kitap, Nihan, Hilmi ve Ali Cemal’in beraber yedikleri bir yemeği şu şekilde betimliyor:  “… o gün, o evde ipleri birbirine dolanmış üç kukla vardı. Arzuları kendileriyle çelişen, düştükleri kuyudan birbirlerinin üstüne basarak çıkmaya çalışan, zapt edilmesi zor üç kukla.”

Hilmi’nin sürekli yaptığı rasyonalizasyonlar şöyle anlatılıyor: “Kendini hakikatle ilişkisi olmayan bir duruma ikna emek, insanoğlunun en temel özelliklerinden biridir… Bu tür insanlar etraflarında hatta kendi hayatlarında olup bitenlerin dışında, tamamen zihinlerinin içinde, sadece kendilerine özgü bir sebep sonuç zinciri kurarak bir gerçeklik icat ederler ve ona kalben inanırlar… (Buradaki) olgular tamamen başka bir evrenden derlenmiştir.”

Kitapta zaman insan ilişkisi üzerine yorumlar var:  “Bireyin zamanla olan ilişkisi en az genetik kodları kadar kişiliğinde etkilidir, onu tarifler.” Bu ilişkiyi üç türe ayırıyor: (Hilmi üçüncü guruba aittir)

Depocular: Yarın için yaşayıp biriktirenler.

Vur patlasıncılar: Bugün için yaşayıp harcayanlar.

Naftalinler: Geçmişte yaşarlar, ne biriktirirler, ne de harcarlar. Sorunlar için geçmişi suçlarlar.

Son tahlilde Hilmi bir kaybedenler kulübü üyesidir.

Bunu bir hesaplaşmalar kitabı olarak görebiliriz. Roman kahramanının kendisiyle hesaplaşması,  ilişkileriyle hesaplaşması, özellikle babasıyla hesaplaşması ve roman yazarının roman kahramanı ile hesaplaşması çok güzel anlatılmış. Hilmi’nin hesaplaşma çarpıtmalarına ve rasyonalizasyonlarına ölünce cehenneme gitme korkusu da karışınca, roman trajikomik bir hal alıyor.

Son olarak Gaye Boralıoğlu’nıun Bir gün gazetesi söyleşisinde, Kitaba bakışına bir göz atalım:

“Baba oğul çatışması sadece Türk Edebiyatı’nın değil, dünya edebiyatının da ana temalarından biri. Shakespeare’den beri, dünya edebiyatında çeşitli biçimlerde konu edilmiş. Mesela Kafka… Bu kitabı yazarken beni en çok etkileyen yazarlardan biridir. Oğuz Atay hem üslup hem de ele aldığı meseleler açısından zaten çağdaş Türk Edebiyatı’nı en çok etkileyen yazarlardan biri. Hepimiz Oğuz Atay’ın beyaz mantosundan çıktık. Bir yapıt oluştururken her yazar doğal olarak kendinden öncekilerle hesaplaşır. Bazen eleştirerek, bazen feyz alarak. Dünyadan Aşağı esas olarak bir karakter romanıdır, karakterin temel dinamiğini de baba oğul ilişkisi oluşturur. Kitap bana göre Kafka’nın babasına yazdığı bir mektup gibi. Baba oğul hesaplaşması Oğuz Atay’da da var. Ama o daha çok döneminin aydın sorunları üzerinden bakıyor bu meseleyle. Tabii ki edebiyat tarihindeki bir geleneği sürdürüyoruz ama yeni bir şey de söylemek zorundayız. Bugünün ruhunu, zamanın ruhunu anlatacak dili bulmalıyız. Benim arayışım burada başladı. O hattı iyi biliyordum ama bugün bu hat nerede kurulacak, nasıl bir dilde vücut bulacak. Arayışım buydu.”

Gaye Boralıoğlu, kitabının sonunu bir sürprizle bitirirken, bu çatışmanın altını iki kere çizmiş oluyor. Bu söyleşiden bir alıntı daha yaparak yazarın kendi analizini noktalayalım:

“Üç kuşak hikâyesi ve onları bağlayan bir ortak mekân, bir restoran söz konusu… Dolayısıyla bu çatışma klasik anlamıyla olmasa da Dünyadan Aşağı’da da var. Ben burada, zamanın ruhunu temsil eden bir karakterin, riyakâr, bencil bir adamın babasıyla ve oğlunun da onunla olan çatışmasını anlattım. Bu çatışmanın içinde bugün nasıl bir zeminde yaşadığımızın, nasıl bir zihnin bizi ne hale getirdiğinin resmini oluşturdum. Bugünümüzü tarif eden ve gelecekle ilgili kaygılarımızın biçimlendiği atmosferi ortaya çıkarmayı amaçladım.”

Yazar, kitabı bir çatışmalar kitabı olarak ele alıyor. Ben buna yukarıda da belirttiğim gibi, hesaplaşmaları ve rasyonalizasyonları da eklemek istiyorum. Bu kadar keskin olsa da, olmasa da, erkek veya kadın olduğumuz fark etmeden, biz de çeşitli, çatışmalar, hesaplaşmalar ve rasyonalizasyonlar içindeyiz. Peki, bunun farkında mıyız? Daha doğrusu bunu kabulleniyor muyuz?

Orhan TUNCAY

The post Dünyadan Aşağı – Gaye Boralıoğlu first appeared on İnce Tezat.]]>
https://www.incetezat.com/inceleme/dunyadan-asagi-gaye-boralioglu/feed/ 0
Kadastrocu https://www.incetezat.com/oyku/kadastrocu/?utm_source=rss&utm_medium=rss&utm_campaign=kadastrocu https://www.incetezat.com/oyku/kadastrocu/#respond Fri, 04 Sep 2020 09:00:00 +0000 https://www.incetezat.com/?p=5018 Telefon Sabah vakti tatlı uykumdan telefon sesiyle uyandım.  Sabahın bu erken vaktinde hem uykumu açmaya çalışıyordum, hem de sinirlenmiştim.  Akşamları fişten çektiğim telefonumu, bu sefer fişten çekmeyi unutmuşum.  Söylenerek, başucumda duran telefonuma uzandım. Açtığımda önce bir cızırtı geldi. Sonra bir kadın sesi “Şehirlerarası bağlıyorum” dedi. “Neresi, kim?” gibi sorular soramadan cızırtı yeniden arttı. Kapatsam mı...

The post Kadastrocu first appeared on İnce Tezat.]]>

Telefon

Sabah vakti tatlı uykumdan telefon sesiyle uyandım.  Sabahın bu erken vaktinde hem uykumu açmaya çalışıyordum, hem de sinirlenmiştim.  Akşamları fişten çektiğim telefonumu, bu sefer fişten çekmeyi unutmuşum.  Söylenerek, başucumda duran telefonuma uzandım. Açtığımda önce bir cızırtı geldi. Sonra bir kadın sesi “Şehirlerarası bağlıyorum” dedi.

“Neresi, kim?” gibi sorular soramadan cızırtı yeniden arttı. Kapatsam mı diye düşünürken, kediyi öldüren merak beni sardı. Cızırtılar arasında iki kez “alo” dedim. Cızırtı hafifledikten sonra boğuk bir ses ismimle hitap etti ve “Siz o musunuz?” diye sordu.

“Evet, kardeşim ben oyum, sabah, sabah beni uykumdan uyandırdınız, siz de kimsiniz?” diye sordum. “Ben K adına arıyorum” diye yanıtladı. “Hangi K?” dedim. “Bu dünyada tek bir K var. Ben de onun adına arıyorum.”

Tabii ki tanımıştım. Yani kendisini şahsen tanımıyordum ama kim olduğunu biliyordum: şu, talihsiz, garip, çocukluğunda itilip kalkılmış, iftiraya uğramış ve ailesi tarafından evden uzaklaştırılmış olan topograf K. “O zaman siz topograf K. adına arıyorsunuz” dedim. “Hayır kadastrocu K” dedi. “Arada büyük fark olmasa gerek” dedim. Sesi biraz sertleşti. “Şimdi münakaşaya girmeyelim. Fazla vaktim yok “diyerek sözümü kesti.

“İyi, anladık ben onu tanıyorum. Siz beni nerden tanıyorsunuz ve neden arıyorsunuz?” diye sordum. “Ben K’nın kaldığı otelin sahibiyim” dedi. “O, telefonla konuşmaktan pek hoşlanmaz. Karşımda endişeyle beni izliyor ve sizden gelecek cevabı bekliyor. Zaten konuşmayı uzatmayalım. Çok para yazacak. Gerçi parayı K ödeyecek ama ona da yazık değil mi. Çok parası olduğunu sanmıyorum.”

“Peki kısa keselim” dedim “ama iki sorum var. Beni nereden tanıyorsunuz ve benden ne istiyorsunuz?”“Sizin, bu oteli de K’yı da iyi bildiğinizi biliyorum” dedi “O nedenle arıyorum. Yardımınıza ihtiyacımız var.” “Bir çevirmen, bir topografa nasıl yardım edebilir ki?” “Belki gözden kaçırdığı bir şeyler var. O nedenle yanına gelmenizi istiyor. Hem de en kısa zamanda. Onu en iyi tanıyan kişilerden birisisiniz. Tabii ki Max Brod’dan sonra.”

“Bilinen şeyleri tekrar etmeniz gereksiz. K, hep yaşamışsa, Bu Brod1 sayesinde oluyor“diye adamı tersledim, sonra da üzüldüm. Sonra sesimi yumuşatarak “Konuşun bakalım!” dedim “Neden oraya gelecekmişim? Elimde bitirilmesi gereken bir çeviri de var. Sonra…”

Sözümü kesti, “Diğerlerine geçmeden önce söyleyin, elinizdeki, iş ne zaman biter?” diye sordu. “Bir ay içinde bitiririm.” Önce bir sessizlik oldu, sonra “Tamam dedi. İkincisi nedir?” “İkincisi, bulunduğunuz yere gelecek bileti alacak param yok.” Sorun değil” diye tanıtladı “Size bilet ve sizi bir süre sıkıntıya sokmayacak miktarda para sağlayacak. Onu şatoya çağıranlar ulakla para da yolladılar. Para sorununuz olmaz.  Benim de yeni bir müşterim olur. Ama yeterince sorun var gibi görünüyor.”

“Ne sorunu?” diye sordum ama cızırtı artmıştı ve kısa sürede ses hiç gelmez oldu. Ben de telefonu kapattım. Düşünmeye başladım: beni neden istiyordu? Gitmemi istediği yer oldukça uzaktı. Buradan trenle iki gün sürerdi. Hem o bir roman kahramanıydı. Birisi şaka yapıyor olmalı diye düşündüm. Keşke sesini duyup emin olsaydım diye hayıflandım. Olan oldu dedim kendime. Para ve bilet de yollarsa mesele yok. Bilet tamam da, yabancı parayı nasıl yollayacaktı? İnşallah yolda kaybolmazdı.

Çevirmen

Kendimi tanıtayım. Yaşamımı çevirmenlik yaparak sürdürüyorum. Bekârım. Hiç evlenmedim. Evlenmeye niyetim de yok. İstanbul’un gözden uzak mahallelerinden birinde, aileden kalma eski bir evde yalnız başıma yaşıyorum ve kıt kanaat geçiniyorum. İstanbul’un nimetlerinden yararlandığım söylenemez.  Evden, bilgisayarımla çalışıyorum. Bu işi uzun zamandır yaptığım ve tanındığım için iş internetten geliyor, ben de biten çeviriyi internetten yolluyorum, parayı bankama internetten yatırıyorlar. Bu anlattıklarımdan sonra neden hâlâ İstanbul’da oturuyorsun diye sorarsanız tek bir cevabım olabilir: eski de olsa evimi seviyorum.

Kitap çevirmeniyim. Yorucu bir iş olduğunu söyleyebilirim.  Ne kadar, köfte o kadar ekmek. Emek yoğun çalışarak geçimimizi sağlıyoruz. Hastalık bizden uzak dursun.  Ağırlıklı olarak edebiyat çeviriyorum. Tolstoy çevirdim, Zweig çevirdim, Kafka çevirdim. Kafka başıma neler açtı hep beraber izleyelim

Yolculuk

Neyse ki, bilet de para da yolculuk gününden önce geldi. Zaten ona hemen gidemeyeceğimi söylemiştim. Tereddüt etmiyordum desem yalan olur. K’nın sesini duymamıştım. Ama telefonla konuşmaktan hoşlanmadığı yalan değildi.

Hafif yağmurlu ve serin bir sonbahar günü trene bindim. Seyahat için gereken kişisel belgelerimi tamamlamak da vakit almıştı. Kompartımana girip valizimi  yerleştirdim. Dört kişilik bir kompartımandı ve öyle görünüyordu ki oturarak uyuyacaktık.  Tren sabah erken saatte kalkıyordu ve bir geceyi trende geçirecektim. Kompartıman havasız olduğu için pencereyi biraz aşağıya indirdim. Yağmur hızlı yağsa bu kadar da indiremezdim. Bakalım yanıma kimler gelecek diye düşündüm. Ben K kadar yabancılardan hoşnut olmayan birisi değildim ama yine de uzun bir yolculukta tatsız insanlarla beraber oturmak istemiyordum. Şanslıydım. Tren kalktığında kompartımanda yalnız başıma oturuyordum. Bakalım son durağa dek, bu böyle olacak mıydı?

Çevirmen

Çevirmenlik asıl mesleğim değil ancak kriz sonrasında işsiz kaldım. Emekli de olmamıştım. Bankada biraz param vardı ama hazıra dağ dayanmaz. İngiliz Dili ve Edebiyatından mezundum ve işsiz kalmadan önce özel bir okulda İngilizce öğretmenliği yapıyordum.  İki şansım vardı, yeni bir öğretmenlik işi bulmak veya çeviri yapmak. Şansım o aşamadan sonra çevirmen olma yönünde açıldı. Edebiyat kitapları çevirmeye başladım. O gün bugündür çevirdiğim kitaplar arasında yer alan Kafka kitaplarının (arasında anılar ve mektuplar da vardı) beni günün birinde böyle bir yolculuğa çıkartabileceği aklımın ucundan bile geçmezdi.

Yolculuk sürüyor

İlk sınırı geçene kadar kompartımanda yalnız kaldım. İkinci sınıra gelmeden önce durduğumuz şehirlerden birisinde siyah pardösülü ve fötr şapkalı iki adam kompartımana gelip oturdular. Birisinin elinde evrak çantası gibi bir çanta vardı. Diğerinin eli boştu. Bakışları biraz karanlık gibiydi. Ürkmedim desem yalan olur. Birisi yanıma, diğeri karşıma pencere kenarına oturdu. Tren hareket eder etmez beni süzmeye başladılar.

Yanımdaki sordu “Yolculuk nereye?” Söyledim. “İlginç” dedi adam “Biz de oraya gidiyoruz.” “Zaten orası son durak” diye yanıtladım. “Biz ilk kez gidiyoruz” dedi adam “Görev icabı.” Sonra sordu “Ya, siz?” “Ben de” dedim. Adamların bakışlarını beğenmemiştim ama sohbet etmek ister gibi bir halleri vardı. Belki de beni tanımaya çalışıyorlardı.

Karşıdaki “Her neyse” dedi “lafı uzatmayalım. Bu vagon için bileti özellikle aldık, çünkü bizim de, sizin göreceğiniz kişiyi görmemiz gerekiyor. “K.’yı mı?” dedim. Sonra gayrı ihtiyarı sanki işe yarayacakmış gibi elimle ağzımı kapadım. Soru ağzımdan kaçmıştı. Kiminle görüşeceğimi bu adamlara söylemenin ne gereği vardı ki?

Yanımdaki bir kahkaha attı. “Endişelenme arkadaş. Senin kim olduğunu ve kime gittiğini biliyoruz. Tamamlanması gereken bir görevimiz var. Ancak bu görevi ne zaman tamamlayacağımız biraz da sana bağlı.” Biraz tereddüt ettikten sonra “Ne görevi?” diye sordum. “Aramızda kalsın” dedi adam. Sen zaten bizi tanıyorsun. Biraz hafızanı canlandır. K.’nın cellâtlarıyız. Belirli olmayan bir suçtan, belirli olmayan delillerle ve çatı katlarında kurulan mahkemelerde yargılanarak ölüme mahkûm oldu.  Biz infaza gidiyoruz. Ama infaz öncesinde senin neler yapacağını da görmememiz gerekiyor.” Adam, gözlerimdeki dehşeti fark etmiş olmalı ki “Korkma” dedi, biz resmi görevliyiz. Katil değiliz. Seni de öldürmeye niyetimiz yok.”

Son durak

Aynı yere gittiğimiz belliydi. Ben bir arabaya bindim, onlar başka bir arabaya bindiler. Ayrılmadan önce adamlardan biri “biz yandaki otelde kalacağız” dedi “Hiçbir şeye müdahale etmeyeceğiz ama zamanı gelince ki buna biz karar veririz, görev yerine getirilecektir. Biz izleyiciyiz. “

Benim araba önde, onlarınki arkada yola çıktık. Hava biraz bulutluydu. Güneş yoktu ama yağmur yağmıyordu. Tozlu bir yoldan dönerek yukarıya doğru tırmandık. Bir köyden geçtik ve şatoyu gördüm. Arabacı dilimizden anlamadığı için ona kâğıt üstündeki adresi göstermiştim. Benimle aynı dili konuşabilen 3 kişi vardı. Cellâtlar,ve otelci. Şatoyla ilgili bir şeyler sormak istedim. Örneğin oraya nasıl gidilir sorusu bunlardan birisiydi. Karşılıklı el kol hareketleriyle uğraşırken adam neredeyse uçurumdan uçuyordu. Pes ettim.

Yukarıya çıkarken sis artmıştı sanki yol ikiye ayrılırken biz sağa değil de sola doğru döndük ama emin olamadım. Zaten şato da sis perdesi arasından bir siluet olarak görülüyordu. Biraz sonra taş bir otelin, ya da isterseniz han diyelim, önünde durduk. Hancı kapıda beni bekliyordu.  “Bu mevsimde, yalnızca iki misafir var” dedi “Siz ve K.” Yalnız K. biraz çekingendir, pek ortaya çıkmaz, yemeğini de odasında yer. Daha önceleri köye inerdi, şatoya gitmeye çalışırdı. Ama sanırım artık umudunu yitirdi. Bu işe bir son vermek için sizinle ilişki kurmamı istedi.” “Ne yani” dedim “Bu ünlü adamı göremeyecek miyim?” “Şimdilik hiç de ünlü değil, üstelik zavallı. Ayrıca görebileceğinizi pek sanmıyorum. Morali bozuk. Odasından çıkmıyor. Üstelik şatodan gelen ulak da artık gelmez oldu. Son parasını sizinle birlikte harcamaya niyetli görünüyor.”

“Bu şato da neyin nesi dedim. Aslında ne olduğu hakkında fikrim var ama bir de sizin ağzınızdan dinlemeliyim. Hancı, “Şatonun istedikleri, tartışılmadan yapılmalıdır” dedi. Yani şato, gelenekti, ebeveynlerdi, öğretmendi, komutandı ve uyulması gereken daha birçok şeydi. Ulaşılamazdı ve anlaşılamazdı. Bu çaresizlik içinde roman bitmemişti.2 Sonra bavulumu elimden alarak bana yolu gösterdi.

Eski bir han odası benim için ayrılmıştı. İstersem odamda yemek yiyebilecektim. İstersem hancı ve kızıyla birlikte hanın yemek salonunda da yiyebilirdim. Hemen cevap vermedim. Akımda K. vardı. Buraya kadar gel ve onunla tanışma şansın olmasın! Aniden odasına baskın yapabilir miyim diye düşündüm. Ama böyle bir zorbalık bana yakışmazdı.

Akşam yemeğini odamda yedim. Sabah kahvaltısını erken yapacağımı söylemiştim. Ertesi gün salonda yalnızca hancı vardı. Beraberce kahvaltı ederken, “Son umudu sizsiniz” dedi. “Bugün şatoya gitmeyi deneyin. Başarırsanız, eminim döndüğünüzde sizinle konuşacaktır. Ona büyük bir iyilik yapmış olacaksınız.” “Zor bir iş” dedim “madem buraya kadar geldik deneme gerek.” Kahvaltıyı sessizce ve hızlıca bitirdim. Paltomu giydim ve yola çıktım. Sis hâlâ devam ediyordu. Şato sanki bugün daha net görünüyor gibiydi. Davetkâr gibiydi. Arabayla gelirken gördüğümü sandığım sapağa doğru sisler arasından adımımı attım ve boşluğa düştüm. Bu, uçurum muydu, sonsuzluk muydu, çaresizlik miydi, neydi, bilmiyorum. Bildiğim tek şey K. için bir çözüm yolu olmamasıydı

Çevirmen

“Ama adamlardan birisinin eli K.’nın boğazını tutarken diğeri bıçağı kalbine saplayarak iki kez çevirdi. Görü­şü azalan K. adamları hâlâ seçebiliyordu. Karar anını izlerken yanak yanağa duruyorlardı. “Köpek gibi!” dedi. Sanki utanç ondan uzak kalacaktı.3

The post Kadastrocu first appeared on İnce Tezat.]]>
https://www.incetezat.com/oyku/kadastrocu/feed/ 0
Tünelin Ucu https://www.incetezat.com/oyku/tunelin-ucu/?utm_source=rss&utm_medium=rss&utm_campaign=tunelin-ucu https://www.incetezat.com/oyku/tunelin-ucu/#respond Thu, 30 Jul 2020 09:00:49 +0000 https://www.incetezat.com/?p=4899 Ben en ön sıradayım, tünelden dışarıya ilk ben çıkacağım. Tünel karanlık ve dar, duvarları hissediyorum, arkamda sıralarını bekleyenleri hissediyorum. Hava boğucu. Çıkma zamanını bilmemek de çok can sıkıcı. Tünelde büyük bir sessizlik hâkim. Uzunluğunu pek kestiremiyorum. Fark edebildiğim, yalnızca çok dar olduğu. Dışarıdan konuşma sesleri geliyor. Konuşulanları tam duyamıyorum ama beklendiği gibi konuşanlar yalnız erkekler....

The post Tünelin Ucu first appeared on İnce Tezat.]]>

Ben en ön sıradayım, tünelden dışarıya ilk ben çıkacağım. Tünel karanlık ve dar, duvarları hissediyorum, arkamda sıralarını bekleyenleri hissediyorum. Hava boğucu. Çıkma zamanını bilmemek de çok can sıkıcı. Tünelde büyük bir sessizlik hâkim. Uzunluğunu pek kestiremiyorum. Fark edebildiğim, yalnızca çok dar olduğu. Dışarıdan konuşma sesleri geliyor. Konuşulanları tam duyamıyorum ama beklendiği gibi konuşanlar yalnız erkekler.

Durun, durun şimdi bir küfür ve kahkaha işittim. Hatta birisi “Haydi” diye bağırdı.

Biz beklemeyi sürdürüyoruz. Dışarıda birkaç el ateş edildi. Burnuma hafif bir barut kokusu geldi. Tünelin ucu çok uzakta olmamalı. Bir şey beni arkamdan öne doğru itti. Bu arkamdakilerden çok bir mekanizma gibi, ne olduğunu bildiğimi sanıyorum. Neyse ben yine ileriye doğru odaklanmalıyım. Diğerlerinden bir miktar ayrılıp öne doğru geldiğimin farkındayım. İşte, tünelin ucu da görünüyor. Ama dışarıda olup biteni görmem ve anlamam olanaksız. Yalnızca tahmin yürütebilirim. Temiz havaya biraz olsun yaklaştım. Ama dışarısı sıcak ve tünelin ucundan içeriye giren güneş ışıklarını görebiliyorum. Gözlerim kamaştığı için dışarısını tam olarak görmem olanaksız. Dedim ya tahmin edebiliyorum. Konuşmalar tekrar başladı. Bir erkek sesi emir verir gibi konuşuyor. Küfürler tekrarlanıyor. Dışarıda bir hareketlilik var. “Zaman geldi, içerde bekleyen hepimizin zamanı geldi” diye düşünüyorum. Biraz gerginim. Ama fazla yapabileceğim bir şey yok. Birden, dışarıdaki sesler kesildi. Bakalım şimdi ne olacak. Nihayet emir geliyor: “Ateş.”

Tünelden hızla fırlıyorum. Farkındayım arkamdan en az iki tane daha fırladı.

Adam, tam karşımda, direğe bağlanmış, gözleri pis bir çaput parçasıyla örtülmüş. Aceleyle sağıma soluma bakıyorum. Sağ tarafta aynı durumda olan üç idam mahkûmu daha var.

Tekrar karşıya baktığımda, bana düşen idam mahkûmunun göğsüne dalıp kalbine girdim bile. Bir kurşunun yerine getirmesi gereken son vazifesini gerçekleştiriyorum ve etraf kararıyor.

The post Tünelin Ucu first appeared on İnce Tezat.]]>
https://www.incetezat.com/oyku/tunelin-ucu/feed/ 0
Stiller-Kitap İncelemesi https://www.incetezat.com/inceleme/stiller-kitap-incelemesi/?utm_source=rss&utm_medium=rss&utm_campaign=stiller-kitap-incelemesi https://www.incetezat.com/inceleme/stiller-kitap-incelemesi/#respond Tue, 30 Jun 2020 09:00:00 +0000 https://www.incetezat.com/?p=4754 Stiller Romanı Üzerinden Max Frisch Hiçbir şeyi istiyorumSessizliğin derinliğinde durmayanBir bebek istiyorum Doğmayan Orhan Tuncay Kitaplarımı, halkın düşüncelerini değiştirmek veya onları eğitmek için yayınlamıyorum. Kitaplarımı yayınlıyorum, çünkü bir yazarın kendi kimliğinin farkına varabilmesi için düş gücü yüksek olan okuyuculara ihtiyacı vardır. Max Firsch Kişilik problemi konularını ele alan bir yazar olarak tanındığımı biliyorum.  Kendimi böyle...

The post Stiller-Kitap İncelemesi first appeared on İnce Tezat.]]>
Stiller Romanı Üzerinden Max Frisch

Hiçbir şeyi istiyorum
Sessizliğin derinliğinde durmayan
Bir bebek istiyorum
Doğmayan

Orhan Tuncay

Kitaplarımı, halkın düşüncelerini değiştirmek veya onları eğitmek için yayınlamıyorum. Kitaplarımı yayınlıyorum, çünkü bir yazarın kendi kimliğinin farkına varabilmesi için düş gücü yüksek olan okuyuculara ihtiyacı vardır.

Max Firsch

Kişilik problemi konularını ele alan bir yazar olarak tanındığımı biliyorum.  Kendimi böyle tanımlamamakla birlikte böyle tanındığım için memnunum.

Max Frisch

Frisch, yukarıdaki ifadelerinden de belli olduğu gibi, kitaplarında genellikle kimlik meselesi üzerinde durmuş ve birçok eleştirmenin, bu yönüyle ilgisini çekmiştir. Ben bu yazımda Stiller adlı romanını değerlendireceğim.  Bu değerlendirmede, Yüksel Özoğuz’un 1975 yılında Stiller üzerinde yaptığı değerlendirmenin de katkısı olduğunu belirtmeliyim.

Önce genel olarak kimlik meselesini kısaca bir gözden geçirelim:

İnsan, doğasıyla, genetiğiyle, diniyle, diliyle ve kültürüyle tarihsel bir varlıktır. Kimliğini bu kaynaklardan alırken, kendi iradesi ile (bilinçli veya bilinçsiz olarak) bu malzemeyi şekillendirerek kimliğini oluşturur. Hayvanlardan farklı olarak zekâsı olduğu için içgüdülerine ek olan bir mekanizmayla hareket eder. Toplumsal organizasyon yapma yeteneği onu diğer canlılara göre daha güçlü kılar. İnsanı tarih biçimlendirirken, o da tarihi biçimlendirir. İnsanın ne kadar birey olup, ne kadar bir bütüne bağımlı olduğu algısı da yaşadığı tarih ve zamanın kabullerine bağlıdır (her insan özgür doğar, yaşar ve ölür düşüncesi veya insanlar padişahın kullarıdır düşüncesi gibi.)

Bir de kimliğin varoluşsal bir yönü vardır. Bir varlık olduğunuzu anladığınız andan kısa zaman sonra (kendinizi, ister bütünün parçası, ister bütünden bağımsız olarak algılayın) ölümlü olduğunuzu da algılarsınız. Ölüm sonrasını algılama biçimiminiz ölüm endişenizin yoğunluğunu ve yaşam önceliklerinizi de belirler. Irvin Yalom, Varoluşçu Psikoterapi adlı kitabında, ölüm endişesine, yalnız kalma, yaşama anlam verme ve özgür olma çabalarını ve bunlardan kaynaklanan endişeleri de ekler.

SÖZÜN ÖZÜ:

Stiller’de,  roman kahramanı ile ilgili kimlik konusunu en iyi özetleyen cümle şudur:

İnsanı o güne kadar olan yaşamına yavaş yavaş ya da ansızın yabancılaştıran şey kendini tanımasıdır. Ve bu tanıma ilk adımdır, atılması zorunludur. Ama kesinlikle yeterli değildir. Tam da bu adımı atıp kalan, salt kendini tanımanın verdiği melankoliyle yetinen ve bu kendini tanımaya olgunluk süsü veren ne çok insan tanırız! Sanırım Stiller bunu aşmıştı, kayıp olmayı seçtiği zaman zaten aşmıştı. İkinci ve daha zor olan adımı atmak üzereydi, yani olmayı çok istediği kişi olmaya katlanmaktan kurtulup, kim ise o olmak üzereydi (s. 387, savcının son deyişi).

STILLER ÖZETİ

Kitaptan kısaca söz etmek istiyorum. Okumayanlara haksızlık olmasın diye ayrıntıya girmeyeceğim.

Mr. White hapse atılır ve aslında başka birisi olduğu ve (Stiller) bu kimliği gizlediği için hapiste tutulur ve itiraf etmesi beklenir. Olayları biz roman kahramanının defterine yazdıklarından takip ederiz. Başka bir görüş olmadığı için kitabın sonuna kadar kahramanın aslında kim olduğuna dair okuyucu bir karar veremez.

Bu arada kahramanın buraya gelene kadar başından geçenleri, (onun iddiasına göre), hapishanede savcıyla, gardiyanla ve onu ziyarete gelenlerle yaşadıklarını öğreniriz. Bunlar da romanın örgüsünü ve alt hikâyelerini oluştururlar. Ayrıca roman kahramanı, gardiyana da değişik hikâyeler anlatır.

Kitabın sonlarına doğru, defter yerine, savcının görüşleri ortaya çıkar. Kitapta, mutlak bir sona ancak okuyucu ulaşabilir. Kitapta dönemin Avrupa’sı, İsviçre, kadın sorunları da yer almaktadır.

MAX FRISCH (Çok kısa olarak)

“Yazmak kendini okumaktır”: Günlükler, (1946-1949)

Max Frisch 15 Mayıs 1911 yılında Zürih’te dünyaya geldi. 1942 yılında Zürih Üniversitesi Alman Filolojisi eğitimi alırken babasının ölümü üzerine maddi sıkıntılar yüzünden okulu yarım bıraktı. Bir gazetede muhabir olarak çalışmaya başladı.

1942 yılında Zürih kentinin düzenlediği bir mimari yarışmada ilk ödülünü aldı. Kendi mimarlık bürosunu açtı. 1949 yılında inşa edilmiş ve Frisch’in en büyük tek mimari yapısı günümüze kültür anıtı olarak kalmıştır. 1947 yılında Bertolt Brecht ve Friedrich Dürrenmatt ile tanışmıştır.

1951 yılında kazandığı bir burs 1 yıl ABD’de oturmasını sağlamıştır. 1954 yılından ailesinden ayrılmış mimarlık bürosunu kapatmış bundan sonra sadece yazar olarak yaşamaya karar vermiştir.

1991 yılında Max Frisch Zürih’teki evinde kanserden dolayı hayata veda etmiştir. Mezarı bulunmayan yazarın külleri arkadaşları tarafından ateşte savrulmuştur. Frisch eserlerinde ülkesi İsviçre’yi sorgulamıştır. Kimlik problemi altında toplumların kimlik problemlerini tartışmaya açmıştır. Kıvrak zekâsı ve kurgulamalara yer verdiği kitapları ile dikkatleri üzerine çekmiştir.

Kaynak: Kidega.com

FRISCH yazımının özellikleri:
  • Birey kendi kimliğine nasıl ulaşabilir?
  • İnsan kendi biyografisini nasıl oluşturabilir?
  • İnsan hayatında bilimin ve zihnin rolü çerçevesinde, doğa-insan ilişkilerinde insanın yetersizlikleri.
  • Toplumda insana yüklenen kimlik ile kişinin kendi olmak istediği kimlik arasındaki uyuşmazlık.
  • Max Frisch en fazla kimlik problemi üzerinde durmuştur. “Kendine bir kimlik çizmemelisin” (du sollst dir kein Bildnis machen) cümlesi adeta Max Frisch’le özdeşleşmiş bir cümledir.
  • Okurlarına kesin doğrular, çözümlenmiş sorunlar göstermek istemez. Sorulara yanıt vermek yerine yanıtlarını açık bırakmak okurun kendi yanıtını bulmasını sağlamak ister.
  • Okur, kendine verilen şablonları kabullenen birisi değil, yazarın ortağıdır.
STİLLER ANALİZİ

Romanda, Stiller’in ana ilişkileri altı kişiyle gelişir

  1. Stiller ve eşi Julika
  2. Savcı Rolf ve eşi Sibylee
  3. Stiller ve sevgilisi Sibylee
  4. Stiller ve gardiyan 
  5. Stiller ve avukat
  6. Stiller ve kardeşi
Romanda ele alınan temalar:
  • Toplum düzeniyle çatışma.

Burjuva düzeninin köhneleşmiş ve köleleştirici yapısına karşı bir eleştiri vardır. Modern ve uygar gibi görünen ülkelerde bile belli bir düzene uyma sıkıntısı yaşanır. Roman kahramanı Stiller olmadığını ileri sürerken gerek kişisel, gerek toplumsal tepkilerle, toplum düzeniyle (savcıyla, yargıyla, vs.) çatışır.  Bu çatışmada, kahramanın iç dünyasını, kişiliğini (kim olduğunu pek anlayamadığımız) ve kimlik arayışını görürüz.

  • Kişilik değiştirme arzusu

Psikolojik bağlamda ise geçmişten kaynaklanan bir memnuniyetsizlikle (belki de pişmanlıkla) birlikte kişilik değiştirme arzusu ortaya çıkmaktadır. Bu, isim değiştirmenin ötesinde, davranış değişimini de kapsar ki, temelde (birkaç ufak düzeltme dışında) bunu yapmak çok zordur. Ne demişler: can çıkar huy çıkmaz.

  • Özgürlük

Toplumsal özgürlükten bağımsız olan içsel bir özgürlük de olmalıdır ve kişi kimliğini buna göre oluşturabilmelidir. Ancak bu hiç de kolay olmamaktadır. Ayrıca toplumsal özgürlük de iyi vatandaş olarak (Burada Stiller olduğunu itiraf etmesi gerekiyor) sağlanacaktır. Özgürlük sistemin menfaatine ve onun kalıpları içersinde olabilmektedir. Öte yandan Frisch de mutlak bir iç özgürlüğün gerçekleşebileceğini beklememektedir.

  • Yeniden imal etme

Bu konu bugünün gerçek ötesi (post truth) kavramıyla da örtüşüyor. Gerçek ötesini şöyle tarif edebiliriz:  nesnel hakikatlerin, belirli bir konu üzerinde kamuoyunu belirlemede duygulardan ve kişisel kanaatlerden daha az etkili olması durumu. İşte bu kişisel kanaatlerin oluşturulmasında da yeniden imal etmenin (reproduction) etkisi çok büyük. Dergideki Stiller ile ilgili haberler, güvendiğiniz kişilerin size kurmaca olarak anlattıkları yeniden imal etme yöntemlerine örneklerdir. Tabii ki, bu yeniden imal etmeleri biz de başkalarına karşı yapıyoruz. Ancak medya kitlelere ulaştığı için (mass media) çok daha etkili olmaktadır. Aslında en tehlikeli olanlar da kültürel etkinlikler (filmler, diziler, romanlar gibi) yoluyla bilinçaltına işlenen mesajlardır.

KİŞİLİK DEĞİŞİMİ BAĞLAMINDA ROMANDAKİ SORULAR
  • Stiller iddia ettiği gibi değişmiş midir?
  •  Diğerlerinin gördüğü gibi aynı mı kalmıştır?
  •  Diğerleri değişmez katı yargılarının esiri midir?
  •  Stiller’in  hep sözünü ettiği değişiklik sadece onun hayalinde olan bir değişim midir?

Frisch’in yanıtı

“Karşımızdaki kimseler değişmemizi arzu etseler bile, hakkımızdaki eski yargılarını en son olarak değiştirirler ve onların yargılarındaki bu katılık bizim de katılaşmamıza sebep olur dolayısıyla değişmemizi engeller”  (Günlükler 1946-49)

SON SÖZ (ORHAN TUNCAY)

Okuyanlar okumayanlara okuduklarını anlatsın!

Orhan TUNCAY

The post Stiller-Kitap İncelemesi first appeared on İnce Tezat.]]>
https://www.incetezat.com/inceleme/stiller-kitap-incelemesi/feed/ 0
Pessoa’nın Huzursuzluğu https://www.incetezat.com/inceleme/pessoanin-huzursuzlugu/?utm_source=rss&utm_medium=rss&utm_campaign=pessoanin-huzursuzlugu https://www.incetezat.com/inceleme/pessoanin-huzursuzlugu/#respond Sun, 07 Jun 2020 09:26:15 +0000 https://www.incetezat.com/?p=4664 18. yüzyılda doğup 19. Yüzyıla değişik kişiliğiyle damga vuran Fernando Pessoa bir Portekizli şair, yazar ve ressamdır. Beş yaşındayken müzik eleştirmeni olan babası ölünce annesi Durban konsolosuyla evlenir. Pessoa böylece Güney Afrika Cumhuriyetinde yaşamaya başlar. 1905 yılında geri döndüğü Lizbon şehrinde yalnızlığı seçer. Geçimini sağlamak için Fransızca ve İngilizce iş mektupları yazar. Portekiz modernizm yazımı...

The post Pessoa’nın Huzursuzluğu first appeared on İnce Tezat.]]>

18. yüzyılda doğup 19. Yüzyıla değişik kişiliğiyle damga vuran Fernando Pessoa bir Portekizli şair, yazar ve ressamdır. Beş yaşındayken müzik eleştirmeni olan babası ölünce annesi Durban konsolosuyla evlenir. Pessoa böylece Güney Afrika Cumhuriyetinde yaşamaya başlar.

1905 yılında geri döndüğü Lizbon şehrinde yalnızlığı seçer. Geçimini sağlamak için Fransızca ve İngilizce iş mektupları yazar. Portekiz modernizm yazımı öncülerindendir. Bu akımı seçenler geleneksel romancıların aksine kişilerin iç dünyalarını romanlarına katmayı ve “dün-bugün-yarın”dan oluşan zaman zincirini kırmayı hedeflerler. Artık yolculukları “dış”a değil “iç”e yöneliktir. Karakterlerin anılarını ve bilgilerini, kafalarından neler geçtiğini, dillerinden dökülmeyip kalplerine gömdüklerini okuyucuya aktarabilmek için bilinç akışı, iç konuşma ve iç diyalog gibi teknikler kullanırlar.

Pessoa yazılarında çeşitli kimlikler kullandı ve kahramanlarıyla adeta iç içe yaşadı. Kullandığı kimliklere örnekler: Alberto Caeiro, Alvaro de Campos, Ricardo Reis, Bernardo Soares ve Fernando Pessoa.

Pessoa’yı, Türkiye’de çok satan kitaplar arasına giren iki çevirmeninden birisi olduğum HUZURSUZLUĞUN KİTABI üzerinden kısaca inceleyeceğim.

Bu kitabı çevirmek üzere ilk elime aldığım zaman ünlü film yönetmeni Haneke’nin bir seslenişini hemen anımsadım: Londra’daki bir festivalde yer alan filmlerini, “Size huzursuz seyirler dilerim” diyerek sunmuştu. Giriş cümleme de o, esin kaynağı oldu. Elimdeki kitap da herhalde huzursuz okumalar vaat ediyordu. Kitabı okudukça huzursuzluk denizinde yüzen Pessoa’nın Haneke’den çok Kafka’ya benzediğini gördüm. Burada tarzdan bahsetmiyorum. Yani tarzı Kafka’dan çok farklıydı. Ancak Haneke gibi dışsal huzursuzluğu göz önüne serip bizi ciddiyete çağırmaktan çok Kafka gibi iç huzursuzluğunu dışarı vuruyordu. Portekizli bir yazar ve felsefeci olan Profesör Eduardo Lourenço da benimle aynı fikirdeydi ve benzer bir şey söylemişti: “Pessoa, zaten Kafka gibi, kıdemli bir yalnız olup umutsuzluk burcunda yer alır ve varoluşun acılarına adanmış olarak tanınmaktan acı çeker.” 

İtiraf etmem gerekir ki başlarda Pessoa sanki Nietzche’den etkilenmiş gibi düşündüm. Eserde onu anımsatan bölümler olsa da bence Nietzche’nin ulaşamadığı veya ulaşmak istemediği bir nihilizme ulaşıyor. Nietzche değerlere hücum ederken yine de bir über mensch ideali kuruyordu. Bir filmin sonunu baştan anlatmak gibi olacak ama yeri geldiği için söylemeden duramayacağım, Pessoa’nın çevirdiğim kitabı (derlenmiş notları) okuyucuya hitap eden şu cümlelerle bitiyor: “Gerçeğin bu olup olmadığından ve hala orada olup olmadığımdan, bütün bunların sahte olup olmadığından emin değilim- sizinle yaptığım konuşma dahil. Hem siz de kimsiniz? Açıklayamayacağınız bir saçmalık daha….” Kısaca, gördüklerinin, düşündüklerinin, düşlediklerinin, yazdıklarının, kendisinin, hatta okuyucularının bile gerçek olmadığını ileri sürecek kadar nihilist.

Huzursuzluğun kitabı puslar ve sisler arasında bir benlik arayışı gibidir. Dikkat ederseniz “gibidir” diyorum ve arayışıdır diye kesin bir ifade kullanmak istemiyorum. Kitapta kesinlik hiç yoktur. Gerçekliğe yakın bir pusluluk belki düşlerde vardır, uyku halinde vardır. Öte yandan hep sıkıntı vardır. Kitapta sıkıntı kelimesi o kadar sık geçer ki, neredeyse yaşamla eş değerdedir. Kafka soyut öykü ve romanlarında bir kimlik ararken, Pessoa soyut anlatımlarda soyut bir kimliği belki aramaktadır, belki de aramamaktadır. Kimlikler içi içe girmiştir, anlatanla anlatılan birbirine karışmıştır, hatta tek bir kimlik yakalandığında bile o kimlik tek başına tek bir kimlik değildir. Yazar Rakaella Asal bloğunda onun için “Kendi varlığına yetişemeyen şair” başlığı atmış. Yetişemiyor mu, yetişip de aşıyor mu, yetişip de parçalıyor mu, yetişip de altında mı kalıyor buna kitabı okuyanlar karar versinler diyorum.

Ayrıca “ben”i kim biliyor ki? Pessoa’da bunu bir kez daha gözümüze sokuyor. Bırakın derin felsefi varlık/varoluş karmaşasındaki “ben”i, bir şiirimde aşağıda belirttiğim gibi yalın ve anlaşılır biçimde bile “ben”i tam bilmek olanaksız.

Hani fırtınalarım nerde?

Nerde fışkıran sevgilerim?

Şurada derinde bir yerde,

Onu belki ben bilirim.

Son söz: Pessoa Portekiz dilinde kişi anlamına geliyor ve bence Fernonda Pessoa’nın kimliğinde bu kelime aynı anda çoğaltılmış ve yoğaltılmış (tüketilmiş) kişilik anlamına dönüşüyor.

Not: Bu yazımda Çivi yayınlarından çıkan Huzursuzluğun kitabına yazmış olduğum önsözden büyük ölçüde yararlandım.

Orhan TUNCAY

The post Pessoa’nın Huzursuzluğu first appeared on İnce Tezat.]]>
https://www.incetezat.com/inceleme/pessoanin-huzursuzlugu/feed/ 0