
O gün
Hayır, hız yapmıyorum. Bundan eminim. Üstelik de böyle uykuluyken nasıl hız yapabilirim ki? Dikkatimi yola çeviriyorum. Işıklar gözümü alıyor. Yola çıkmadan önce biraz daha dinlenmeliydim. İlk benzin istasyonunda durup yüzümü yıkamalıyım. Radyodaki müzik uyarıcı olmaktan çok bir ninniye dönüştü. En iyisi konuşmak! Yan koltukta oturan eşime dönüyorum ama o da ne? Yanda kediler var… İrili ufaklı kediler. Kediler haykırıyor ve gürültüyle camdan dışarı uçuyorlar. Hava kararıyor, ışıklar kararıyor. Nereye gidiyorum?
Birkaç gün sonra
Perdeler mi kapalı, yoksa gece mi? Etraf oldukça sessiz. Fakat bir vızıltı var. Vızıltı ve sis perdesi… Sis perdesi aralandıkça vızıltı da insan sesine dönüşüyor… Bir değil, birden fazla insan var. Çok fazla ses var! Söyledikleri anlaşılmıyor. Bir basınç altındayım sanki. Hareket edemiyorum. Ağrı hissediyor ve inliyorum.
“Ağrı kesicinin dozunu biraz arttıralım.”
Beyaz önlükler üstüme eğiliyorlar. Beyaz önlük… Önlükler, durun bunalıyorum. Yine hava kararıyor… Hava kararırken üstümdeki ağırlık da hafifliyor.
Çok daha sonra
Yaralarım iyileşti. Bir iz veya sakatlık kalmayacakmış. Çok şanslıymışım. Yani şanslı bir katilim. Ruhumun yarasının iyileşmesi olanaksız! Kendimi öldürmeyi çok düşündüm. Ama buna cesaretim yok. Bir yalnızlık denizinde yüzüyorum. Eşim artık benimle değil. Onu ben öldürdüm. Tutuksuz yargılanıyorum. Kefaletle saldılar. İçerde kalsam daha mı iyi olurdu diye düşünüyorum.
“Araba yoldan çıkarak hızla sağdaki direğe çarpmış. Sağ tarafta bulunan 40 yaşlarındaki kadın çarpmanın şiddetiyle hemen ölmüş. Sol taraftaki adam….”
Sol taraftaki uyuyan adam benim. Direksiyon başında uyuyan…
Hep sonra
Eve geliyorum… Issız ve soğuk evime… Kalbimin çok ağır yükünü taşıyamıyorum. Her gece olduğu gibi çıkartıp buzdolabına koyuyorum. Orada öylece donup kalmalı. Ben de buzdolabı soğukluğundaki evimde kâbuslarımla uyumalıyım. Bedenim, bu ağırlığın altından ancak böyle kalkabilir. Yatak odasının ışığını kapatıyorum. Odanın kapısı açık… Mutfağın kapısı açık… Buzdolabının kapısı açık… Işığı beynimi yıkıyor. Kalbim orada buz kesmiş biliyorum.
Bugün
Her gün olduğu gibi boş sokaklardan geçerek, onlar kadar boş olan evime dönüyorum. Kapıdan girer girmez, her akşam duyduğum ağırlığı bütün şiddeti ile başımda hissediyorum. Buzdolabına yöneliyorum ve kalbimi çıkartıp derin dondurucuya yerleştiriyorum. Keşke köpekler yese de kurtulsam. Yaptığım yeterli gelmiyor. Kalbimi buzdolabına her koyuşumda ruhumdaki yara daha da derinleşiyor. Başımı ellerimin arasına alıp bir karar veriyorum. Beynimi de çıkartıp derin dondurucuya kalbimin yanına yerleştiriyorum. Artık rahatım. Artık ben bir hiçim.
Orhan TUNCAY
0 Yorum