Beyaz Perde | İnce Tezat https://www.incetezat.com Sat, 16 May 2020 02:59:07 +0000 tr hourly 1 https://www.incetezat.com/wp-content/uploads/2018/09/thumbnail_favicon.png Beyaz Perde | İnce Tezat https://www.incetezat.com 32 32 Forrester’ı Bulmak https://www.incetezat.com/beyaz-perde/forresteri-bulmak/?utm_source=rss&utm_medium=rss&utm_campaign=forresteri-bulmak https://www.incetezat.com/beyaz-perde/forresteri-bulmak/#comments Sat, 16 May 2020 09:00:00 +0000 https://www.incetezat.com/?p=4559 Hikaye Amerika’da zenci mahallesinde geçiyor. 14 yaşında bir lise öğrencisi olan Jamal’in yazmaya olan yeteneği en üst seviyededir. Aynı mahallede yaşayan ve evinden hiç çıkmayan zamanın en iyi yazarı ile bir şekilde tanışır. Yazar tek bir kitap yazmıştır ve edebiyat dünyasına damga vurmuştur. Ancak evden hiç çıkmaz ve huysuz ihtiyar dediğimiz karaktere sahiptir. Jamal’e yaptığı...

The post Forrester’ı Bulmak first appeared on İnce Tezat.]]>

Hikaye Amerika’da zenci mahallesinde geçiyor. 14 yaşında bir lise öğrencisi olan Jamal’in yazmaya olan yeteneği en üst seviyededir. Aynı mahallede yaşayan ve evinden hiç çıkmayan zamanın en iyi yazarı ile bir şekilde tanışır. Yazar tek bir kitap yazmıştır ve edebiyat dünyasına damga vurmuştur. Ancak evden hiç çıkmaz ve huysuz ihtiyar dediğimiz karaktere sahiptir. Jamal’e yaptığı akıl hocalığını anlatır film.

Yazmanın ilk anahtarı yazmaktır, düşünmek değil.

Can Dostum, Ölü Ozanlar Derneği, Akıl Oyunları, Esaretin Bedeli gibi filmlerden hoşlanıyorsanız bu filmden de hoşlanmanız muhtemel. Kişisel fikrim üstte isimlerini saydığım filmlerin çoğundan daha iyi bir film ancak onlar kadar popüler değil. 2000 yılında vizyona girdi ve başroldeki yazarı Sean Connery oynuyor. Kendisine kısa bir paragraf açmakta yarar var.

Sean Connery

Sir Thomas Sean Connery (d. 25 Ağustos 1930, Edinburgh), İskoç oyuncu ve yapımcı. En bilinen rolü James Bond film serilerinin Ajan 007 James Bond karakteridir. Kızıl Ekim, Gülün Adı ve Kaya filmleri en çok tanınan filmleridir. Oscar almıştır ve oynadığı filmler genelde pişmanlık yaratmaz izleyende. Bu filmde de gayet iyi bir oyunculuk sergilemiştir.

Başta yazmak ve okumakla alakalı olanların, aynı zamanda eğitimcilerin ayrıca izlemesini tavsiye ederim.

Yönetmen: Gus Van Sant
Yazar: Mike Rich
Imdb: 7,3

The post Forrester’ı Bulmak first appeared on İnce Tezat.]]>
https://www.incetezat.com/beyaz-perde/forresteri-bulmak/feed/ 5
Eşkıya Ölmemiş https://www.incetezat.com/beyaz-perde/eskiya-olmemis/?utm_source=rss&utm_medium=rss&utm_campaign=eskiya-olmemis https://www.incetezat.com/beyaz-perde/eskiya-olmemis/#respond Mon, 26 Aug 2019 09:00:37 +0000 https://www.incetezat.com/?p=3345 (You’ll never walk alone…) Film Adı: EŞKIYA (1996) Süresi: 2:02:22 Film Eşkıya’nın 35 yıl sonra Şanlıurfa ile Viranşehir Ceza ve Tutuk Evinden tahliye olduğu sahne ile başlar. Köyüne gitmekte olan Eşkıya eski model bir otobüsün içinde sessizce, meraklı ancak vakur bakışlarla otobüs penceresinden etrafı seyretmektedir. Cezaevinde yıllardır dinlediği türküler beyninin içinden değil otobüsün arka koltuğunda...

The post Eşkıya Ölmemiş first appeared on İnce Tezat.]]>

(You’ll never walk alone…)

Film Adı: EŞKIYA (1996)

Süresi: 2:02:22

Film Eşkıya’nın 35 yıl sonra Şanlıurfa ile Viranşehir Ceza ve Tutuk Evinden tahliye olduğu sahne ile başlar.

Köyüne gitmekte olan Eşkıya eski model bir otobüsün içinde sessizce, meraklı ancak vakur bakışlarla otobüs penceresinden etrafı seyretmektedir. Cezaevinde yıllardır dinlediği türküler beyninin içinden değil otobüsün arka koltuğunda yanık yanık türkü söyleyen bir gence aittir. Söylenen türküde zalim Fırat teması işlenmektedir. Aile, Fırat, zalimlik… Eşkıya’nın yüz hatları 35 yılın yorgunluğunu taşımaktadır. Otobüsün ön sağ camında otobüs firma numarası 9 dur. Burada yönetmenimiz 35 yıl sonra bu kadar zorluklara rağmen tahliye olmayı başaran Eşkıya’nın 9 canlı olduğuna bilinçaltı gönderme yaparak seyirciyi hazırlamaktadır.

Şehirde bir otel odasında dinlenme sahnesi, Seyirciye en başta bundan sonrakiler bir rüyaymış hissi de vermektedir. Eşkıya köyüne gider, köy denen bir şey yoktur artık. Terk edilmiş, yıkılmış köyünün her yerini dolaşan Eşkıya bir de bakar köy baraj sularının altında kalmıştır. Barajı görme sahnesi; Efkan Oğur’un muhteşem müziği başlar, Şu Fırat’ın suyu akar derindir… Burada Eşkıya’nın geçen 35 yıl boyunca köyünden hiç kimseyle görüşmediği seyirciye verilmektedir. Eşkıya şaşkın, Eşkıya üzgün, Eşkıya için artık geçmiş yok, sular altında…  Köyde sadece Ceren Ana kalmıştır, yaşlı kadın kendine köyün delisi demektedir. Eşkıya’ya kendi boynundaki nuskasını verir. “Bunu al, seni mermiye karşı korur.” der. Burada ileriki sahnelerde Eşkıya’nın başına çok şeyler geleceği ve Eşkıya’nın bu muska sayesinde, geçmişe duyduğu saygı ve özlem sayesinde kötülüklerden korunacağı bilgisi verilmektedir.

Eşkıya kendisini ihbar eden Mustafa’yı bulur, sebebini sorar, can arkadaşı Berfo’nun sevdiği Gece ile evlenebilmek için Eşkıya’yı üç beş altın karşılığı Mustafa’ya ihbar ettirdiğini öğrenir. Eşkıya Mustafa’yı öldürmeden yok olur, Trenle İstanbul’a gidecektir. Tren sahnesi başlar. Trende Cumali (Uğur Yücel) ile tanışır. Ona bilmeden çok yardımcı olur.

İstanbul’a ilk kez gelen Eşkıya’ya da Cumali yardımcı olur.  Yerleştiği otelin adı Cumhuriyet Otelidir, sahibi feminen bir karakter kız İsmet, yardımcı karakterlerin konuşması Ruslar, kominizm, onların dolaylı övülmesi. Seyirciye politik mesaj verilmesi, siyah-beyaz, çapraz sorgu hissi verilmesi, filmin ilerisinde Eşkıya’nın çok şaşıracağı ve şimdiye kadarki değerlerinin çok çabuk değişeceğinin hazırlığı yapılmaktadır.

Otel odasında Uğur ile sohbeti:

“Birini arıyorum, nerde bulacağımı bilmiyorum. Gerekirse 10 milyonunun da yüzüne bakacağım…” Çaresizlik içindeki Eşkıya’nın kararlılık ve azmi…

Sonraki sahne, mahalledeki gençler… Sohbetten önce omzunda beş on süpürgeyle sokaktan geçen süpürgeci. Yönetmenin mesajı, buralarda süpürülecek çok şey var… Değerlerimiz kirlenmiş, insanlar süprüntü olmuş… Bundan sonra asıl kirlenmiş, süpürülmesi, temizlenmesi gereken koca bir İstanbul göstereceğim size…

Geceyi aramaya çıkan Eşkıya, Cumali’ye nereye gittiğini bilmediğini söylüyor. “Bana fazla soru sorma, ben sadece buranın sesini duymaya çalışıyorum, benim dikkatimi dağıtma sadece yürü.” diyor.

Cumali: “Gece diye birisi, adres İstanbul… Biz manyak mıyız abi…”

Eşkıya: “Ben birini arıyorum. Dürbünle… Başka türlü göremiyorum…”

“Bu şehir hapishane, nefes alamıyorum. Hayvan ölüsü gibi kokuyor, koğuşlar böyle kokardı…”

Eşkıya çocuğa şeker verir. Çocuk dürbüne bakmak ister. Damdan çocuk şehre bakarken konuşurlar… “Eşkıya ne?” “Yol kesen, haraç alan, dağlarda yaşayan, yani senin benim gibi insanoğlu…”

“Eşkıya tanır mısın sen?” Sorusuna kendisini anlatarak cevap verir. Bir çocuğa kendisini anlatan Eşkıya… Çocuk kendini anlattığını anlar. Eşkıya buna çok şaşırır…

Şans eseri TV de aradığı Berfo’yu görür. Berfo ünlü bir işadamı olmuştur…

Filmin ellinci dakikası: Eşkıya’nın çatı sahnesi. Ellerini iki yana açarak, “Keje Keje” diyerek onu araması, Mevleviler gibi döne döne onu araması. Burada sevginin ne kadar güçlü olduğu ve artık İstanbul’dayım, seni almaya geliyorum mesajını sevdiğine vermesi…

Eşkıya’nın Cumali ile sohbeti: “Uyuşturucu satmak, hırsızlık, dolandırıcılık, hiçbiri yol değildir, insana göre değildir hiçbirisi. Hapiste çok insan tanıdım bunlarla uğraşan, hepsinin sonları kötü oldu…”

Cumali: “Babam Yılmaz Güney’e hayranmış. İnce Cumali Filmini on beş kere seyretmiş Adana’da. Babam Yılmaz Güneyi taklit ederdi hayatında…” Burada seyirci bilinçaltına bu filmi çok kere izlemelisiniz mesajı veriliyor… Cumali babasının hikâyesini anlatır… “Babam iyi oldu da ne oldu yani… Hayatta her şey oluyor…”

Eşkıya: “Biz hapisteyken iki tane Kemal tanırdık. Biri Mustafa Kemal öbürü Dudu Kemal… Dudu Kemal çocuk yaşta bir mahkûmdu katildi… Her sabah erken kalkar, gazeteleri önce o alır, deli gibi çevirirdi… Af haberi arardı… Yıllarca af haberi aradı… Sonunda bir aftan yararlanarak dışarı çıktı, bir hafta sonra birini öldürdü tekrar hapse düştü Dudu Kemal… Sana bakınca hep o çocuk aklıma geliyor… Eğer benim oğlum olsaydı senin yaşında olacaktı…”

Cumali: “Benim babam da yaşasaydı senin yaşında olacaktı Eşkıya…”

Seyirci bilinçaltına verilen mesaj. Mustafa Kemal yaşasaydı, Türkiye ne halde olacaktı… Nasıl olacaktı…

Filmin elli beşinci dakikası: Eşkıya ve Cumali’nin gözaltına alındıkları sahne. Eşkıya gözaltında sinir krizi geçiriyor. “Çıkarın beni buradan!” diye kapıları yumrukluyor.

Filmin elli sekizinci dakikası: Berfo Eşkıya ve Cumali’ye gözaltından bir telefonla çıkartır. Adamlarını karakola yollar, Eşkıya’yı evine getirtir.

Otuz beş yıl sonra iki can arkadaşın buluşması ve sohbeti başlar.

Filmin tam ortasında, hikâyenin en önemli bölümü verilir. Seyirci bundan sonra öyküyü daha iyi anlayacaktır. Aynı zamanda, sinema salonlarındaki ara verilir… Televizyonda reklamlar. Ve bu yazıyı okuyan sizler de lütfen biraz soluklanın, hadi çay mı içelim ne?… Ben neskafe istiyorum…

Tekerlekli sandalyede, oksijen tüpüne bağlı, sağlık sorunu olan Berfo diyafram nefesini çok iyi almaktadır, seyirciye hastalığın ciddi olduğu izlenimi tam olarak verilir.

Eşkıya ve Berfo sohbeti başlar:

Eşkıya: “Adını değiştirmişsin Berfo. Keje yaşıyor mu? Seninle mi? Bana niye ihanet ettin Berfo?”

Berfo: “İhanet ha? Demek sen benim yaptıklarıma ihanet diyorsun ha? Peki, iyi, öyle olsun… Şimdi ben sana şöyle desem; Ben bunları yaptım, çünkü âşıktım ben, yani vurulmuştum, ölüyordum aşkımdan, bunun üzenine kim bana ne diyebilir ha? İhanet ne? Aşkım için yaptım ulan… Ahlaksızlık mı, evet yaptım… Ben en yakın arkadaşını, seni, jandarmaya ihbar etmiş adamım, sen yapabilir miydin benim yaptığımı ha? En sevgili arkadaşına ihanet edebilir miydin? Onu jandarmaya ihbar edebilir miydin? Arkadaşının altınlarını çalabilir miydin? O altınlarla arkadaşının sevdiği kadını anasından babasından satın alabilir miydin? Arkadaşını ölüme gönderebilir miydin? Ama ben yaptım, aşkım için… Şimdi söyle bana hangimizin aşkı Keje’ye daha büyük ha? Hangimizin? Hangimiz Keje için bu kadar günaha girmeyi göze alabildi? Bu aşk için ben Cehennemde yanmaya hazırım. Ya sen?”

Berfo: “Ama Keje beni istemedi. Gerçi altınları sayınca babasına, verdiler bana kızı. Keje, gariptir hiç itiraz etmedi, arkamdan geldi, ama bir daha ağzını açmadı, tek kelime konuşmadı, ne benimle ne de başkasıyla, otuz beş senedir susuyor bana, konuşması için yalvardım, yakardım, dövdüm, saçlarından tutup yerlerde sürükledim, sokaklara attım, diz çöküp ağladım, ama konuşmadı, ne konuştu, ne de bir evlat verdi… Gene de vazgeçmedim Keje’den, ne evlendim bir daha ne de çocuk istedim. İstesem ilelebet beni göremezdin, bir kilometre kadar yakınıma sokulamazdın, seni o hapishaneye geri yollayabilirdim, neden buradasın biliyor musun? Keje’nin yanına gidip konuşacaksın, eğer Keje seninle de konuşmazsa anlarım ki dünyaya küsmüş, kimseyi istemiyor, kendini diri diri mezara gömmüş.”

Eşkıya: “Ya konuşursa?” diye sorar, Berfo’ya yaklaşarak.

Keje ile Eşkıya’nın buluşma sahnesi:

Eşkıya: “Keje, Keje… Beni hapiste vurdular Keje, ölmedim… Hastalandım, bir ciğerimi orada bıraktım, gene ölmedim, çok dövdüler beni, kan kustum, ama ölmedim, yaşadım, seni bir kez daha görebilmek için yaşadım. Şimdi bana dediler ki, kimse sesini duyamıyormuş, susmuşsun… Benimle de konuşmayacak mısın Keje? Sesini duyamayacak mıyım?”

(Bu arada Berfo tekerlekli sandalyesiyle kapı arkasından onları dinlemektedir)

Keje: “Eşkıyalar ölünce hala yıldız olur…”

(Berfo Keje’nin konuştuğunu duyar ve yıkılır…)

Eşkıya: (mutluluk içinde gülümseyerek konuşmaya başlar) “Dağlardayken geceleri bin bir haşeranın kurdun sesini duyarsın, yatardım bir kayanın üzerine ve gökyüzünü seyrederdim, yıldızları, seni düşünürdüm, sonra bir yıldız kayardı ve derdim ki işte bir eşkıya daha ölmüştür… Çocukken sana eski zaman Eşkıyalarının masallarını nasıl anlattığımı düşünürdüm. Senin yıldızlara bakışını…”

Keje: “Ben de geceleri yıldızları seyrediyorum, ama seni görmemişem… Yaşadığını anlamışem… Geleceğin günü beklemişem…”

Eşkıya: “Ben ömrümce bu dakka için yaşamışım, artık ne olursa olsun önemi yoktur… Seni gelip alacam. Beni bekleyesin Keje…”

Filmin bir saat dokuzuncu dakikası:

Çocuk Eşkıya’ya damda sorar: “O adamı niye öldürmedin, annemi hep dövüyor, hani sen Eşkiyaydın?!”

Eşkıya: “Eşkiyalık eskidendi artık değilim.”

Filmin bir saat on altıncı dakikası: Eşkıya odasına gelen fahişe’ye: “Dur bacı, ben başkasına bağlıyım yapamam diyor… Bana çok kıymetli bir şey veriyorsun ama yapamam, haydi çocuğuna git…”

Fahişe: “Biraz daha yanında kalamaz mıyım? Söz sana ilişmeyeceğim…”

Gelecek dakikalarda Eşkıya’nın sözleri:

“Yapma, bu ikisi için gençliğini mapuslarda geçirme, affet onları.”

“Şehirden çıkmalıyız dağa gitmeliyiz. Dağa çıkacaz, bizi orda bulamazlar, Keje yi de alıp gideceğiz.”

“Hepimiz öleceğiz, kurşun sıyırmış korkma…”

Fahişeden sonra Cumali de başını Eşkıya’nın omzuna yaslar…

Cumali’nin Halasıyla konuşması ve çocukluk günlerine geri dönüşü… Halasıyla hesaplaşması ve halasının onu evden kovması…

Eşkıya Cumali’nin borcunu üstlenir. Kejenin karşısına mahcup vaziyette çıkar, Kejeyle birlikte Berfo’nun firmasına gidilir, Cumali’nin borcu için 200 milyonluk çek alınır…

Eşkıya Berfu’dan çeki alınca: “Bana bir hayat borcun vardı, borcunu ödedin…” der.

Berfu Keje’yi sorar.

Eşkıya: “Kalıyor!” der…

Burası filmin en önemli sahnesidir…

Berfu: “Bir çocuğun hayatına karşılık Keje ha?” diye sorar… “Bir hayata karşı Keje…” Berfu bunu anlayamaz…

Seyirci de anlayamaz… Kim anlar? Filmin bu sahnesi, kilit sahnedir. Herkesin gözü Keje’ye zumlanacak kameraya bakmaktadır. Bir türlü Keje görünmez ekranda…

Odadan çıkılır, Eşkıya Keje’ye döner, hiçbir şey söyleyemez. Keje dimdik ayaktadır, Fırat Ağıtı çalar arka planda. Keje mahcup başını önüne eğer…

Keje: “Baran…” der.

Eşkıya: “Daha ne kadar yaşarım bilmiyem, ama son nefesimi vermeden senden vaz geçmem der… Her şeye rağmen bir gün, bir gün çıkıp gelebilirim Keje” der…

Keje: (yere bakarak) “Ben susarım Baran.” der… “Sen dönene kadar…” der…

Çek karşılıksız çıkar, Cumali vurulur. Eşkıya ve Cumali arasındaki otellin terasındaki son konuşmalar:

Cumali: “Sen çok vuruldun bilirsin Eşkıya, ben ölecek miyim? Ben şimdi Cehenneme gideceğim değil mi?”

Eşkıya: “Kimin nereye gittiğini kim bilir?”

Cumali: “Çok korkuyorum Eşkıya, beni bırakma, çok korkuyorum çok…”

Eşkıya: “Korkma, sadece toprağa gideceksin, sonra toprak olacaksın, sonra sularla birlikte bir çiçeğin bedenine yürüyeceksin, oradan özüne ulaşacaksın, çiçeğin özüne bir arı konacak, belki, belki o arı ben olacam…”

Ve ekranda, bir martının uçtuğu görülür…

Eşkıya Cumali’nin tabancasını alır… Temizlik başlıyor…

Berfo’nun yanına gelir…

Eşkıya: “Çocuk öldü, verdiğin şey sahte çıktı… Niye?”

Berfo: “Hatırlar mısın? Çocukken seninle kındik oynardık, hep ben seni yenerdim, sen bir gün bile neden hep ben yeniliyorum diye sormadın, ben hep aldattım…”

Eşkıya: “Çocuğun öleceğini biliyordun, niye yaptın?”

Berfo: “Çocuğun ölümünün ne önemi var, Keje’yi alıp gitseydin aşkın için bir şey yapacaktın, ama sen Keje’yi bir insan hayatına feda ettin, sevdiğin kadını kıytırık bir herifin hayatı için harcadın gitti… Hâlbuki o kadın seni bir ömür boyu bekledi, hayatın sevda karşısında ne önemi var?”

(Eşkıya Berfo’yu vurur ve… )

Eşkıya: “Doğru sevdanın karşısında ne önemi var hayatın…”

Eşkıya Cumali’yi öldürenleri öldürür, fahişenin pazarlamacısını öldürür…

Gece sahnesi: Eşkıya damlarda polisten kaçmaya çalışır.

Eşkıya: “Artık ben hapse girmem, kapalı yere dayanamam…” der.

Bir genç polisle burun buruna gelir, polis silahını ateşler, kurşun yoktur içinde… Eşkıya ise onun hayatını bağışlar…

Eşkıya: “Bir gün dağda bir kurtla burun buruna geldim… Tüfeğimi doğrulttum hemen, o da hırlamaya başladı, dedim ki kendi kendime, biraz sonra ikimizden biri yok olup gidecek, kimin gücü kime yeterse… Hayde git, sen daha çok gençsin… Yazıktır sana…”

Koşuşturmacada Eşkıya nuskasını düşürür…

Sonra kurşun sıyrığını görür vücudunda, hemen muskasını kontrol eder, düşürdüğünü anlar…

Helikopter gelir. Eşkıya helikopterle burun buruna gelir… Kaçar, saklanır.

Havai fişekler gökyüzünü aydınlatır, Fırat Ağıtı çalmaya başlar… Eşkıya sonunun geldiğini anlar…

Saklandığı yerden dimdik çıkar, hayranlıkla havai fişeklere bakar, cesurca ölüme yürür…

Eşkıya: “Geliyorum Eşkiyalar!..” der… Yüzlerce kuyruklu yıldız yerine, yüzlerce havai fişek görüyordur…

Eşkıya: “Geliyorum, geliyorum… Keje… Keje…”

Arka fonda havai fişekler, dimdik ve seri şekilde polislere doğru yürür,  polisler ateş etmeye başlarlar, Eşkıya’ya onlarca mermi saplanır, yürümeye devam eder… Ama polislere ateş etmez, silahını da elinden bırakmaz hiç…

Eşkıya çatının kıyısına çıkar, ellerini iki yana açar ve Tomris Uyar’ın o duşun altında yapamadığını yapar…

Son sözü Keje olmuştur…

Keje camdan bakarken Eşkıya’nın yıldızını görür. Öldüğünü anlar…

Keje: “Güle güle Eşkıya!..” der…

Aynı anda köyün delisi de Eşkıya’nın öldüğünü görür ve “Ah Eşkıya!..” der…

Jenerik akmaya başlar…

Fırat Ağıtı daha yüksek sesle verilir, ışıklar yanar, seyirciler burunlarını çeke çeke salondan çıkmaya başlarlar.

Boğazlar düğümlü, gözler yaşlı, adımlar titrek…

Kaçıncı kez izlemiştim bu filmi diye düşünür sonra Ahmet Gencal…

Ahmet GENCAL
28 Nisan 2019

The post Eşkıya Ölmemiş first appeared on İnce Tezat.]]>
https://www.incetezat.com/beyaz-perde/eskiya-olmemis/feed/ 0
Ruby Sparks Filmi Üzerine https://www.incetezat.com/beyaz-perde/ruby-sparks-filmi-uzerine/?utm_source=rss&utm_medium=rss&utm_campaign=ruby-sparks-filmi-uzerine https://www.incetezat.com/beyaz-perde/ruby-sparks-filmi-uzerine/#comments Tue, 16 Jul 2019 09:00:01 +0000 https://www.incetezat.com/?p=3154 Edebiyat, insan zihninin sınırlarını -ya da daha doğrusu sınırsızlığını- anlama çabamız açısından bana hep ilginç gelmiştir. Kurmaca metinler bu alanda önemli bir yer teşkil ederken bir roman ya da öykü iskeleti kurmaya çalıştığımızda karakterlerin gerçekçi bir üsluba sahip olabilmesi için bazı kişisel baharatları eklememiz de gerekir. Ancak tüm bunlara rağmen insanın karmaşık bir canlı olması,...

The post Ruby Sparks Filmi Üzerine first appeared on İnce Tezat.]]>

Edebiyat, insan zihninin sınırlarını -ya da daha doğrusu sınırsızlığını- anlama çabamız açısından bana hep ilginç gelmiştir. Kurmaca metinler bu alanda önemli bir yer teşkil ederken bir roman ya da öykü iskeleti kurmaya çalıştığımızda karakterlerin gerçekçi bir üsluba sahip olabilmesi için bazı kişisel baharatları eklememiz de gerekir. Ancak tüm bunlara rağmen insanın karmaşık bir canlı olması, doğal ve okuyucunun aklında kalacak bir karakter profili yaratma sürecini de komplike bir hale getirebilmektedir. Kurmaca karakterin yetiştiği ortam, eğitim durumu, fiziksel görüntüsü, sevdiği ve sevmediği konular göz önünde bulundurularak hareket edilirken bir noktadan sonra artık karakterin kendi özgün yapısını ve bütünlüğünü kazandığını düşünürüm. Şimdi size sormak isterim, eğer tüm bu özelliklerini kendiniz belirlediğiniz bir kadın yazmış olsaydınız ve bir gün bu kişi karşınızda belirdiğinde ne hissederdiniz?

Ruby Sparks filminin de bu sorudan yola çıkarak size bir cevap sunmaya çalıştığını söyleyebilirim. Fikri oldukça orijinal buldum. Film, 2012 Amerika yapımı 104 dakikalık bir romantik komedi. Ünlü ve sevilen bir yazar olan Calvin kariyerinde bir duraklama sürecine girmiş ve uzun yıllardır devam eden ilişkisi de bittikten sonra hayatına yeni ve aradığı gibi birini almayı başaramamıştır.  Gördüğü bir rüyadan esinlenerek yeniden bir hikâye yazmaya ve ana karakter Ruby’e (tüm özelliklerini kendi belirlemesine rağmen) âşık olmaya başlar. Daha önceleri yazma süreci oldukça sancılı geçerken artık Ruby ile vakit geçirebilmek için bazen sabahlara kadar hikâyesini yazmaya devam etmektedir. Bir gün onu gerçekten evinde ve yazdığı her kelime gerçekleşmiş biçimde karşısında bulduğunda kelimelerin bu gücüne inanamaz.

Ruby ile yaşamaya başlamalarının ardından onun için mükemmel insanla ilişki yaşıyor dahi olsa aralarında gerçekleşebilecek problemler film boyunca işlenmiş. Özellikle bu sürecin bir değişimi ve aslında beraberinde karakterlerinde ilişki sürecinde doğal bir değişim gösterebileceklerini alt metinde vermeye çalışılmış. Calvin bir yerden sonra Ruby’nin davranışlarını sürekli olarak kontrol etme ve elinde olan güçle birlikte onu istediği yönde değiştirme hırsına kapılır. Ancak fark eder ki aslında önemli olan karşı tarafın onun istediğini yapması değil, özgün ve içten geldiği gibi davranabilmesidir. Ruby’i sürekli mutlu bir karakter olarak yazdığında onun gerçekçilikten tamamen uzaklaştığını görür. Çünkü başta da söylediğim gibi insan olmak farklı ve değişken duygu durumlarını barındırmaktadır.Calvin filmin son sahnelerine doğru iyice arızaya bağlamaya başlar ve ilişkisi de Ruby’de kontrolden çıkar. Kendi elleriyle dizdiği taşlar domino etkisiyle yıkılır.

Film, ilişkileri edebiyatın derinliğiyle işlemesi açısından bana kendini sevdirdi. Sıradan bir romantik komedi olmanın dışına çıkıp aklınıza soru işaretleri bırakmayı başarıyor. Sadece orijinal ismi Ruby Sparks olan filmin dilimize “Hayalimdeki aşk” olarak çevrilmesinin çok yanlış olduğunu düşünüyorum. İsim izlemek konusunda oldukça kararsız kalmama sebep olsa da içerik “iyi ki izlemişim.” dedirtti. Karakterler, konu ve konunun işlenmesi açısından başarılı filmler arasında yer alıyor. Buna rağmen yeterince popüler olamamış.

Yazımı bitirirken soruyu tekrar sormak isterim; hayal edip yazdığınız karakter bir gün gerçekten karşınızda duruyor olsaydı siz onu değiştirmeden, ilişkinizi ve aranızdakileri kontrol etmek için yazmaya devam etmeden durabilir miydiniz?

The post Ruby Sparks Filmi Üzerine first appeared on İnce Tezat.]]>
https://www.incetezat.com/beyaz-perde/ruby-sparks-filmi-uzerine/feed/ 2
Pariste Gece Yarısı https://www.incetezat.com/beyaz-perde/pariste-gece-yarisi/?utm_source=rss&utm_medium=rss&utm_campaign=pariste-gece-yarisi https://www.incetezat.com/beyaz-perde/pariste-gece-yarisi/#respond Fri, 07 Jun 2019 11:40:28 +0000 https://www.incetezat.com/?p=2981 Bir Woody Allen filmi kendileri. Edebiyatla ve sanatla alakanız varsa -ki şuan bu yazıyı okuduğunuza göre vardır- mutlaka izlemelisiniz diyerek kısaca filme geçelim isterseniz. En iyi özgün senaryo dalında oscar almış bu film kısa süre sonra evlenecek Amerikalı nişanlı çiftin Paris’e tatile gelmesi ile başlıyor. Film senaryoları yazan Gil isimli başrolde Owen Wilson var. Kendisi...

The post Pariste Gece Yarısı first appeared on İnce Tezat.]]>
Owen Wilson-Marion Cotillard

Bir Woody Allen filmi kendileri. Edebiyatla ve sanatla alakanız varsa -ki şuan bu yazıyı okuduğunuza göre vardır- mutlaka izlemelisiniz diyerek kısaca filme geçelim isterseniz.

Salvador Dali

En iyi özgün senaryo dalında oscar almış bu film kısa süre sonra evlenecek Amerikalı nişanlı çiftin Paris’e tatile gelmesi ile başlıyor. Film senaryoları yazan Gil isimli başrolde Owen Wilson var. Kendisi rolün hakkını vermiş diyebiliriz. Film senaryolarından sıkılıp roman yazmaya karar veriyor ancak yazma işi ile ilgilenen herkesin başına gelebilecek bir yazamama sendromu yaşıyor. Kendisine Paris sokakları iyi geliyor. Ancak bu kadarla bitmiyor tabii ki. Bir gece saat tam 00:00’da eski nostaljik bir araba kendisini çağırıyor ve bir çeşit zaman makinesi görevini görerek 1920’lere gidiyor.

Zelda ve Scott Fitzgerald

Zelda ve Scott Fitzgerald çifti ile karşılaşıyor bir partide. Zelda tarihte de anlatıldığı gibi çılgın biri eşi ile sorunları var. Scott Fitzgerald kendisini Ernest Hemingway ile tanıştırıyor. Hemingway de aynı bildiğimiz gibi sokak serseriliğinde. Hemingway’e yazar olduğunu söyleyip tavsiyeler alıyor sonra kitabımı okur musun diyor ancak okumam ben de yazarım biz rakibiz deyip Gertrude Stein’e gidelim o okur eleştirir diyor. Ordan oraya sayısız yazar ve sanatçı ile tanışıyoruz filmi izlerken. Pablo Picasso’dan Salvador Dali’ye, Luis Buñuel’den T.S. Eliot’a kadar. Masalsı bir anlatımla bu geçmişteki sanatçı ve yazarların karakterlerini görme fırsatı buluyoruz.

Ernest Hemingway

Filmin masalsı anlatımı ve süresi çok ideal izlemek için. Oyuncular ve mekanlar da oldukça başarılı. İzlerken kendisine çeken bir yapısı var bir çok noktasında keşke ben de orada olsam dedirtiyor. Bayram şekeri tadında bir film izlemenizi tavsiye ederim.

The post Pariste Gece Yarısı first appeared on İnce Tezat.]]>
https://www.incetezat.com/beyaz-perde/pariste-gece-yarisi/feed/ 0
Kitap Hırsızı-Film İncelemesi https://www.incetezat.com/beyaz-perde/kitap-hirsizi-film-incelemesi/?utm_source=rss&utm_medium=rss&utm_campaign=kitap-hirsizi-film-incelemesi https://www.incetezat.com/beyaz-perde/kitap-hirsizi-film-incelemesi/#comments Tue, 14 May 2019 09:00:50 +0000 https://www.incetezat.com/?p=2840 Toplumların bazı dönemlerde yanlış yöneticilerle buluşmaları tarihte sıkça gördüğümüz durumlardan biri olmuştur.  Bazen ise yönetici doğru olmasına rağmen yönetim şekli toplumun ilerlemesinin önünü kesmiştir diyebiliriz. Otoritenin karşılık bulduğu şekli sadece toplumsal olarak incelemek elbette mümkün değildir ancak otorite, çoğunlukla belli bir grup insanı ya da sınıfı kontrol ve etki altında tutmak üzerine kullanılan araçları içermektedir....

The post Kitap Hırsızı-Film İncelemesi first appeared on İnce Tezat.]]>

Toplumların bazı dönemlerde yanlış yöneticilerle buluşmaları tarihte sıkça gördüğümüz durumlardan biri olmuştur.  Bazen ise yönetici doğru olmasına rağmen yönetim şekli toplumun ilerlemesinin önünü kesmiştir diyebiliriz. Otoritenin karşılık bulduğu şekli sadece toplumsal olarak incelemek elbette mümkün değildir ancak otorite, çoğunlukla belli bir grup insanı ya da sınıfı kontrol ve etki altında tutmak üzerine kullanılan araçları içermektedir. Günümüzde manipülasyonların medya aracılığıyla yapıldığını görürken tarihin medya dışı zamanlarında yönlendirilmek istenen kitleden öncelikle bilginin alınmasının söz konusu olduğunu görürüz. Buna en ilginç örnekler ise geçmişte kitap yakma tarihini incelediğimizde karşımıza çıkar. Defalarca kez yakılmış olan İskenderiye Kütüphanesi örneklerden biridir. Nazi Almanya’sında da topluca kitap yakıldığını görürüz.

Konuya buradan baktığımızda Hitler döneminin Alman toplumu açısından etkilerini daha iyi anlayabiliriz. Edebiyat ve sinemaya sıkça konu olan dönem 2013 yapımı Kitap Hırsızı filminde de bir halkın yozlaşmasında kitapların etkisi yönü ile ele alınmış. Markus Zuzak’ın aynı isimli kitabından uyarlanan filmi izlerken kurguya hâkim olmama rağmen bir sonraki sahneyi beklediğimi söylemeliyim. Dönemin siyasi ve toplumsal yapısını güçlü betimlemeler ile anlatan kitaba kıyasla film, aynı hislere birebir kapılmanızı sağlayamasa da başarılı bir sinema uyarlaması olmuş. Hikâye Liesel Meminger’in tren yolculuğuyla başlıyor. Bu yolculuk sırasında kardeşinin ölümü ile birlikte ilk kitabını çalıyor (Mezar kazıcının el kitabı) ve bu ilk hırsızlığı başka kitaplar takip ediyor. Kardeşinin ölümüyle birlikte 1938 Almanya’sında başka bir ailenin yanına evlatlık olarak veriliyor. Sürekli olarak bağıran, etrafa küfürler yağdıran otoriter bir anne Rosa ve akordeon kalpli olarak betimlenen, Liesel’i Cennet Sokağındaki evlerine bağlayan Hans ile birlikte yaşamaya başlıyor. Kitaplara ulaşmasının bu kadar zor olduğu bir dönemde Liesel henüz okuma yazma bile bilmiyor. Ancak Hans’ın şefkatli yardımları ve bodrumun bir duvarını boyayıp tahta olarak Liesel’in kullanımına açmasıyla birlikte kısa sürede okumayı söküyor. Öne çıkan bir diğer karakter ise Limon saçlı çocuk olarak anlatılan Liesel’le aralarında masum bir aşkın bulunduğu Rudy oluyor. Karakterlerin canlı ve içinize işleyecek biçimde aktarılması filmin en sevdiğim yanlarından birisi oldu diyebilirim. Çünkü bir yanıyla sizi tutup savaşın kollarına doğru gidişinizi, dramatik hikâyeyi benimsemenizi ve onlarla birlikte yaşamanızı sağlıyor.

Hikâyenin size sunuluşunda ise farklı bir yöntem seçilmiş. Savaşın en yıkıcı etkilerinden biri olan ölümü daha iyi hissedebilmeniz için Liesel’in yazdığı hikâyeyi ölüm meleği sizlere anlatıyor. Filmde tam olarak bu durumu hissedemeseniz de kitap boyunca bu duygu sıkça veriliyor. Dönemde yaşanılan toplumsal olayların etkilerinin filme nasıl yansıdığına baktığımızda Meydanlarda yakılan kitapları, Yahudi olduğu belirlenen kişilerin maruz kaldığı yaptırımlardan bazılarını ve tarihe 9 Kasım kristal gecesi olarak geçen Yahudilere karşı şiddet hareketlerini içeren olayları görüyoruz. Kristal gecede kaçıp Hans Huberman’ın evine sığınan Max iki yıl boyunca Liesel ile güçlü bir dostluk bağı kuruyor.

Filmde tam olarak bu durumu hissedemeseniz de kitap boyunca bu duygu sıkça veriliyor. Son dakikalarda ise savaşı ve ölümü zihninize kazıyacak sahnelerle dramatik bir kurgu sergileniyor. Böylesi güçlü bir anlatımın sizi duygulandırmaması da mümkün değil çünkü film, o insanların yaşadıklarını hissetmenizi sağlayabilmiş.

The post Kitap Hırsızı-Film İncelemesi first appeared on İnce Tezat.]]>
https://www.incetezat.com/beyaz-perde/kitap-hirsizi-film-incelemesi/feed/ 5
Deli ve Dahi-Film İncelemesi https://www.incetezat.com/beyaz-perde/deli-ve-dahi-film-incelemesi/?utm_source=rss&utm_medium=rss&utm_campaign=deli-ve-dahi-film-incelemesi https://www.incetezat.com/beyaz-perde/deli-ve-dahi-film-incelemesi/#comments Tue, 23 Apr 2019 09:00:11 +0000 https://www.incetezat.com/?p=2712 Sinema sektörüne son 10 yıl süper kahraman damgası vurulmuş durumda. Gişe filmlerinin büyük bir bölümü Marvel veya DC Comics filmleri etrafında dönüyor. Yıllık hasılat ve gişe başarılarının da büyük bir yüzdesini film sektörünün açığını keşfetmiş bu iki çizgi roman şirketi yükleniyor. Arada vizyona seyrek de olsa kaliteli yapımlar çıkmıyor değil. Bunlardan biri de Deli ve...

The post Deli ve Dahi-Film İncelemesi first appeared on İnce Tezat.]]>
Deli ve Dahi

Sinema sektörüne son 10 yıl süper kahraman damgası vurulmuş durumda. Gişe filmlerinin büyük bir bölümü Marvel veya DC Comics filmleri etrafında dönüyor. Yıllık hasılat ve gişe başarılarının da büyük bir yüzdesini film sektörünün açığını keşfetmiş bu iki çizgi roman şirketi yükleniyor. Arada vizyona seyrek de olsa kaliteli yapımlar çıkmıyor değil. Bunlardan biri de Deli ve Dahi filmi.

Gerçek hayattan uyarlama bir film. Başrollerinde Mel Gibson ve Sean Penn var. 1998 yılında yazılmış bir kitaptan esinlenen bu eserin hakları 2016 yılında bu hikayeden güzel film olur diyerek Mel Gibson tarafından alınmış. Dahi kısmına kendisini yazan Gibson deli rolüne de biçilmiş kaftan olan Penn’i koymuş ve çok da yakışmış. Başrollerini iki aktör oynasa da deli rolü filmi sırtlamış diyebilirim. Ancak izlediğinizde hangisinin deli hangisinin dahi olduğunu karıştırabilirsiniz. Zaten delilik ve dahilik arasında ince bir çizgi vardır. Delilik Tahayyülü ve Hakikat isimli yazımda buna değinmiştim okumadıysanız okumanızı tavsiye ederim.

Dr. William Chester Minor

Kısaca konudan da bahsedelim. Film her öğrencinin eline bir kere almış olacağı Oxford sözlüğünün nasıl ortaya çıktığını oldukça dramatik bir hikaye ile göstermenin derdinde. Sean Penn Amerikan iç savaşı sırasında orduda görev almış bir cerrah. Savaşın ve yaşadığı travmaların sonucunda yolu akıl hastanesine düşüyor. William Chester Minor rolünü hakkı ile verdiğini söylesem de kişiyi araştırdığımda beyaz perdede gördüklerimden çok daha fazlasını yaşadığını gördüm. Kendisi Yale Üniversitesinde eğitim görmüş bir Amerikalı. Hayatını araştırmanızı tavsiye ederim. Mel Gibson ise sözlüğü yapmaya başlayan ancak William Chester olmasa başaramayacak olan James Murray karakterini canlandırıyor. Aile ilişkileri ve okuldaki dönen entrikalar güzel yansıtılmış diyebiliriz. Akıl hastanesinde eline yardım metni geçen Chester deliliğin verdiği yetkiye dayanarak binlerce kelime ve anlamını posta ile Murray’a gönderiyor. Daha fazla kitap okuyor ve daha fazla yardım ediyor. Bu sırada akıl hastanesine düşmesine neden olan olaylar baş gösteriyor. Duygu dolu anlar yaşayacağınız bir dram biyografi filmi olmuş.

Yönetmene de kısaca değinelim. Farhad Safinia yönetmenliğini yapıyor. Ve gerek dönemin karanlık sokaklarının atmosferi gerekse akıl hastanesi sahneleri gerçekten iyi çekilmiş. Bir tık kısa olabilir miydi bilemiyorum ancak film sizi yoruyor.

Anafikir olarak ise kitapların sağaltıcı yönünü ilmek ilmek işlemişler. Psikolojik olarak zor durumlar yaşayan karakterimiz kitaplar sayesinde hayata tutunuyor. Buna koşulsuz sevgi de eşlik ettiğinde çok ince olan ölüm kalım çizgisinde sizi canlı kalmaya itiyor.

23 Nisan günündeyiz ve hala vizyonda. Eğer izleyecek ve hayatınıza bişeyler katmasını istediğiniz bir film arıyorsanız es geçmeyin derim.

Deli Ve Dahi Fragman

The post Deli ve Dahi-Film İncelemesi first appeared on İnce Tezat.]]>
https://www.incetezat.com/beyaz-perde/deli-ve-dahi-film-incelemesi/feed/ 2
Ben Sen Aslında Biz https://www.incetezat.com/beyaz-perde/ben-sen-aslinda-biz/?utm_source=rss&utm_medium=rss&utm_campaign=ben-sen-aslinda-biz https://www.incetezat.com/beyaz-perde/ben-sen-aslinda-biz/#comments Thu, 14 Feb 2019 09:00:25 +0000 https://www.incetezat.com/?p=2311 Kimsin? Sırra kadem mi bastın? Neredesin? Bir görünüp bir kayboluyorsun. Ateşler arasındayım, tam karşısındayım işte çık gel ateş beni kavurmadan. Beni burada yalnız bırakma gel bir olalım. Yorgunum şimdi benim yerime hayata devam edebilir misin? Ay tepede su gibi berrakken bu sessiz fakat bir o kadar ayak sesli, piyano tuşları gibi dip dibe duran ama...

The post Ben Sen Aslında Biz first appeared on İnce Tezat.]]>
Rob Gonsalves

Kimsin? Sırra kadem mi bastın? Neredesin? Bir görünüp bir kayboluyorsun. Ateşler arasındayım, tam karşısındayım işte çık gel ateş beni kavurmadan. Beni burada yalnız bırakma gel bir olalım. Yorgunum şimdi benim yerime hayata devam edebilir misin? Ay tepede su gibi berrakken bu sessiz fakat bir o kadar ayak sesli, piyano tuşları gibi dip dibe duran ama yalnız soğuk duvarların arasında yürürken beni sensiz bırakma. Ebelemeç oynardık seninle çocukken. Önüm arkam sağım solum sobe der seni kendi etrafımda döne döne bulmaya ve yakalamaya çalışırdım. Yollarda kalabalığın içinde kaybolurduk beraber. Sen kendi çaresizliğine ağlardın içli içli bir bedene hapis olmuş ruhun için. Ben bu mavinin altında bu katmanın üstünde bir yere sığamayışıma… Sahi adına oyun bile var biliyor musun? Çeşitli isimler vermişler sana ‘’Çadır Hayal, Zıllı Hayal, Hayal-ı Zıll’’ gibi. Sen şimdi ara ara kendini bana göstermiyorsun ya bak geçmişte insanlar seni hep var etmenin bir yolunu bulmuşlar. Oysaki ben seni bir kazanıp bir kaybediyorum. Sen yokken en çokta karanlıklara girmek istemiyorum çünkü beni işte tam o anda terk ediyorsun. Yeşili kucaklasam ne fark eder bu karanlığın içinden aydınlığa beraber çıkmadıkça. Ay gösterirse kendini o zaman rahatlarım işte bilirim elbet bir köklü mabedin arasından sızan ay ışığıyla çıkarsın ortaya. İşte o zaman rahatlarım. Canlı nefesten girip dar sokaklar arasında ki konuk oyunculara doğru dahi yol almaktan hiç çekinmem.

                                                                                          IŞIN GÜLMEZ

The post Ben Sen Aslında Biz first appeared on İnce Tezat.]]>
https://www.incetezat.com/beyaz-perde/ben-sen-aslinda-biz/feed/ 12
Noviembre (2003) https://www.incetezat.com/beyaz-perde/noviembre-2003/?utm_source=rss&utm_medium=rss&utm_campaign=noviembre-2003 https://www.incetezat.com/beyaz-perde/noviembre-2003/#respond Tue, 05 Feb 2019 10:44:02 +0000 https://www.incetezat.com/?p=2242 Sanat insanın kendini ifade etme şekillerinin yüzyıllardır aldığı formları bize anlatmaktadır. Sanatçı geçmiş dönemlerde mi daha çok kıymet görmüştür yoksa sanat şu anda mı altın çağını yaşamaktadır? Sanat için böyle bir ayrım yapmak benim açımdan bakıldığında mümkün olmamaktadır. Çünkü kafamdaki algı daima geçmiş dönemleri övmeye yönelik bir perspektifte olmuştur. Aslında bu sadece sanat alanında değil...

The post Noviembre (2003) first appeared on İnce Tezat.]]>
Noviembre
 Noviembre
(2003) on IMDb

Sanat insanın kendini ifade etme şekillerinin yüzyıllardır aldığı formları bize anlatmaktadır. Sanatçı geçmiş dönemlerde mi daha çok kıymet görmüştür yoksa sanat şu anda mı altın çağını yaşamaktadır? Sanat için böyle bir ayrım yapmak benim açımdan bakıldığında mümkün olmamaktadır. Çünkü kafamdaki algı daima geçmiş dönemleri övmeye yönelik bir perspektifte olmuştur. Aslında bu sadece sanat alanında değil dünya görüşü olarak geçerli olup günümüz toplum yapısına karşı bir önyargı ile hareket etmemi beraberinde getirdiği için sanatı da bu kurgu etrafında incelemek istememekteyim.

Özgün sanat eserlerinin önünün açılmasını gerekli kılan bir yüzyılda yaşamaktayız. Eğer ürettiğiniz eser diğerlerinin arasından sıyrılacak nitelikte değilse -ki bu nitelikte olmak için yarıştığı çok fazla rakip olduğunu unutmamak gerekir- başarılı olmanızın zorluğu, nitelikli eser olmanın yakınından bile geçmediği halde yalnızca popüler olduğu için gündeme gelenlerle gireceğiniz bir yarışa dönüşmekte ve vasatın üzerine çıkamamaktasınız. Bu ise erik gibi kütür kütür yeneceğiniz anlamına gelir.

Bugün size sanat alanında bu özgünlüğü yakalamayı başarmış, giriş müziği bile sizi avuçlarına alan 2003 yapımı 1 saat 33 dakikalık bir İspanyol filminden bahsetmek istiyorum. Omuzundaki siyah çantadan sarkan kukla ve kırmızı üstüyle kadraja giriyor ana karakterimiz. Seçmelere katılmak için de kullandığı kuklası. Bu sırada sanatla uğraşan bir grupla da tanışıyor ve onlarla birlikte takılmaya başlıyor. Ancak yaptıkları işlerden kazandıkları parayı bir türlü kabul etmiyor. Bu sahnede arkadaşları, insanın gerçekten sevdiği işi yaptığında paranın arka planda kalabileceğine oldukça şaşırıyorlar. Ancak Alfredo için parayı kabul etmek sanatı satmak anlamına geliyor. Onun için sanat, bağımsız bir tiyatro kurabilmek ve sokak gösterileri yapmak demek.

Film tiyatro ve oyunculuğa dair soruları kafanıza yerleştirirken bunu başarılı bir biçimde yapıyor. Karakterlerin ileri yaşlarda ki hallerinin diyalogları aralara serpiştirilip bir biyografi gibi size sunulurken, film size “Oyunculuk kurguyu inandırıcı kılan bir eylem değil midir?” diyor. O noktada ise bu karakterlerin inandırıcılığı arttırmak için kurgunun bir parçası mı olduğuna yoksa gerçek hayatın bir izdüşümü olarak mı orada konuşup Alfredo’yu size anlattıklarına karar veremiyorsunuz.

Bu arada Alfredo sanatını sokaklara taşımak hedefine doğru adım adım ilerliyor. Ben bazı sahneleri oldukça abartılı buldum ancak sanatın özgür yanını verebilmek için bu yolu seçtikleri kesin. Sanatın sınırsızlığının ve içten gelen bir güdü olarak dışarıya akmasının simgesi oyunlar sergileniyor. Kışkırtıcı gösteriler oluşturabilmek adına sıkça doğaçlamaya başvuruyorlar. Ayrıca orijinal metinlerin yaratılmasında ise yazılı kaynaklara başvurmak tamamen yasak. Çünkü sanat onlara göre dış etkilerin değil tamamen insanın iç dünyasının dışarıdakilere şaşalı bir sunumu ve aynı zamanda etkin bir iletişimin ifadesi. Bu iletişim bir tiyatro açma isteklerini de beraberinde getiriyor. Kasım manifestosu ile de açmak istedikleri bağımsız tiyatro için belli başlı kuralları gerekli kılıyorlar. Bu kurallar ekibe daha önce televizyon ve basın işine bulaşmış herhangi biri alınmayacağına, kamu ve özel yardımlar kabul edilmeyeceğine ve en önemlisi gösteriler sonucunda hiçbir şekilde para alınmayacağına dair. Ancak toplumun ve bürokrasinin kurallarının nasıl işlediğini hesaba katmadan ilerliyorlar. Film tüm bu engellere rağmen birçok oyunu sokaklarda sahnelemeyi başardıklarını anlatıyor. Oyunlar giderek daha sansasyonel bir hal almaya devam ediyor ve toplumsal sorunların işlendiği konular ana temada yer alıyordu.

Filmin son ve en can alıcı kısmı ise Kraliyet tiyatrosunda sahnelemek istedikleri gösteri oluyor. Sanat, sanat için midir, sanat para için midir sorusu tüm film boyunca aklınızı kurcalarken Alfredo ve yoldaşları son on dakikalık kısımda sanat için daha çok neleri göze alabileceklerini göstermek istercesine daha da cesur bir oyun sahneliyorlar. Özgün sanatın ve sanatçının dünya üzerinde hak ettiği değeri görememesine dair bir isyan niteliğinde oluyor. “Sanat ticareti, sanat borsası var artık sanat yok.” diyor. “Sanat bir silah olabilir ama bir dekor asla.”

The post Noviembre (2003) first appeared on İnce Tezat.]]>
https://www.incetezat.com/beyaz-perde/noviembre-2003/feed/ 0
Bekleyiş II https://www.incetezat.com/beyaz-perde/bekleyis-ii/?utm_source=rss&utm_medium=rss&utm_campaign=bekleyis-ii https://www.incetezat.com/beyaz-perde/bekleyis-ii/#respond Sat, 26 Jan 2019 13:20:19 +0000 https://www.incetezat.com/?p=2172 Öğleye doğru mal teslimatının gerçekleşeceği köyün çıkışındaki boş depoda toplandılar. Faraz eve gitmemiş ve sabaha kadar depoda yaktığı ateşin dibinde demlenmişti. Babasını nerede bulacağını çok iyi bilen Samir uyanır uyanmaz soluğu depoda almıştı. Her şeyden habersiz babasının ayaklarının dibinde dolanıyordu. Yıllarca hayalini kurduğu bir erkek çocuğunun olması için gitmediği doktor, hoca, şeyh, türbeler kalmamış en...

The post Bekleyiş II first appeared on İnce Tezat.]]>
Steve Mccurry – Pakistan 1981

Öğleye doğru mal teslimatının gerçekleşeceği köyün çıkışındaki boş depoda toplandılar. Faraz eve gitmemiş ve sabaha kadar depoda yaktığı ateşin dibinde demlenmişti. Babasını nerede bulacağını çok iyi bilen Samir uyanır uyanmaz soluğu depoda almıştı. Her şeyden habersiz babasının ayaklarının dibinde dolanıyordu. Yıllarca hayalini kurduğu bir erkek çocuğunun olması için gitmediği doktor, hoca, şeyh, türbeler kalmamış en sonunda kendisine bahşedilen oğlu Samir doğmuş fakat eşi doğum sırasından kan kaybından ölmüştü. Kimine göre kaderden, kimine göre el verişsiz koşullardan. Ama sonucu değiştiremezlerdi artık.

Rutubetli depoda, kesme taşlardan yapılmış duvarı geçen soğuk havadan korunmak için yakılmış ateşin etrafında, Faraz oturduğu sandalyede Samir’i kavrayarak karşısına çökmüş Rizwan’ın ağzından çıkanları boş gözlerle dinliyordu. Rizwan’ın iki yanındaki oğulları Tarık ve Zarif bile babalarını dinleyemiyorlardı. Hamza ise ayakta volta atıyordu. Akıllarındaki düşünceler yüzlerine acı bir çaresizlik olarak yansıyordu. Rizwan da söylediklerinin kimsenin önemsememesi sebebiyle konuşmasını kesti. Sessizliği dinliyorlardı. Depodaki duyulan sesler şimdilik çaydanlıktaki fokurdayan kaynar su ve burunlardan ağır ağır solunan tiz nefeslerdi.

Çok geçmeden yaklaşan bir aracın sesi duyuldu. Ses giderek daha da yaklaştı ve deponun önünde durdu. Araç kapılarının açılıp ardından hızla kapanma sesleri geldi. Hiçbiri yerinden kıpırdamadı. Muhtemelen o kadar derin düşüncelere dalmışlardı ki sesi sadece ayaktaki Hamza duymuş ve kapıya doğru yönelmişti kahverengi gözleri. Kapı araladındı ve içeriye ışık huzmeleri saldırdı. Kapı eşiğinde iki erkek silueti belirdi. Artık diğerleri de gelen davetsiz misafirlerin farkındaydılar. Ayağa kalkıp içeri giren iki adama dikkat kesildiler. İçeriyi aydınlatan ışığa alışan gözler gelenlerin Abdullah ve Ömer olduğunu gördü. Şaşırmışlardı. Faraz kardeşlere doğru bir kaç adım atmıştı ki kendilerine doğrultulan silahları görünce durdu. Ömer ileriye atılıp Faraz ve ekibindekilere ait silahları toplayıp üzerlerini aradı. Sessizliği bozan büyük ağabey Abdullah oldu.

“Mallar nerede?”

Demek ki malların kaybından haberleri olmuştu. Demek ki hesap sormaya gelmişlerdi.

“Abdullah, malların kaybıyla ilgili elimizde olmayan durumlar gelişti. Dün pazardaki patlamadan sonra malların yüklendiği katırlar ürküp kaçmış. Biz bile canımızı zor kurtardık. Aramadığımız yer, girmediğimiz sokak kalmadı. Katırlardan geriye sadece iki paket mal bulabildik. Ama hatamızı telafi edeceğimizi emirinize bildirebilirsiniz. Bunun telafisi için emirin bildireceği her türlü şey kabulümüzdür.”

Faraz kendine yöneltilen silahın namlusuna konuşuyordu.

Abdullah ve Ömer afallayarak birbirlerine çatık kaşlarıyla bakıştılar. Ne diyeceklerini bilemediler.

“Elinizdeki paketleri ve cebinizdeki paraları şu çantaya boşaltın hemen!” diyerek elindeki çantayı Faraz’ın yüzüne fırlattı.

Faraz, kendisi kadar şaşırmış ekibinin yüzlerine baktı. Militanların örgüt adına buraya gelmedikleri, kendileri için bu soygunu gerçekleştirdiklerini geç de olsa kavramışlardı.

Faraz, kardeşlerin paketleri neden ellerindeyken alıp gitmediklerini düşündü. Bunun yersiz bir düşünce olduğunu hemen kavradı. Çünkü paketi aldıkları hemen öğrenilir ve muhtemelen Kabil sınırından henüz çıkmadan yakalanırlardı. Kelleleri gövdelerinden ayırtılarak bir kamyonete atılıp ibret-i âlem olsun diye sokaklarda sergilenirdi. Oysa Faraz’a teslim ettiklerine dair aldıkları yazılı belge emirin eline ulaştırılır ve kendileri bu ağın halkalarından biri olmaktan çıkarlardı. Paketler resmi olarak Faraz’daydı. Paketlerle ilgili yaşanabilecek sıkıntılardan sorumlu kişiler artık kardeşler değildi.

Kardeşlerin hevesle gelip hayal kırıklığıyla ayrıldıkları Afganistan’dan elleri boş dönmemek adına yaptıkları plan bir bombalı saldırı eyleminde yerle bir olmuştu. Fakat ellerindekilerle yetinmek zorundaydılar. 

Faraz, Tarık’ın uzattığı para ve iki paket malı çantaya koyup Ömer’e uzattı.

“Şimdi gelelim senin şu harcamaya kıyamadığın paralara.”

Gözler Faraz’daydı.

“Ne parasından söz ediyorsunuz? Sadece bugün verdiğiz zarf cebimde. Bunu alın ama yemin ederim başka param yok.”

Kardeşler verilen cevaptan tatmin olmuş gözükmüyorlardı.

Abdullah Samir’i babasından koparıp sırt üstü yatırarak koca ayağını göğsüne oturttu. Faraz hâlâ ciddiyetle aynı şeyleri tekrarlıyordu. Blöf yaptıklarını sandığı militanlara boyun eğmeye niyetli değildi fakat boşlukta yankılanan Samir’in kırılan kaburgasının sesine karışan acı çığlıklarıyla birlikte direnci kırıldı. Dişlerini sıktı. Başını ellerinin arasına aldı. Sonra bir el silah sesi duyuldu. Herkes titreyerek çığlık atan sese yöneldi. Tarık’ın kaval kemiğini parçalayan kurşunun Samir’in vücuduna saplanmamış olmazı Faraz’ı biraz olsun rahatlatmıştı. Kardeşler ciddi olduklarını gösterircesine namlularını Samir’in başına dayadılar.

“Tamam, durun!”

Sağ işaret parmağını uzatarak iki dev traktör tekerleğini gösterdi.

“Tekerlekleri kaldırıp samanı temizleyin. Küçük toprak zemini de birkaç kürek ile kaldırıp açılan metal kapağı kaldırın. Paralar orada.”

“O zaman kalk ve kendin çıkart!” diye cevap verdi Abdullah.  Zarif’i de işaret ederek yardım etmesini söylediler.

Herkes Faraz’ın neden sevkiyattan saatler önce depoda kaldığını şimdi daha iyi anlıyordu. Ev koca bir kasa gibi görülebilirdi ama depo boş bir ucubeden ibaretti.

Zarif ve Faraz Samir’in acı çığlıkları ve Tarık’ın inlemelerine karışan bir gürültüde yaklaşık beş dakika sonra iki çanta dolusu para çıkardılar. Hamza ve Rizwan şaşkınlıkla birbirlerine baktılar. Kardeşler ise sevinçten neredeyse küçük dillerini yutuyorlardı. Bunlar neredeyse almayı düşündükleri malların ederinden fazla bir paraydı.

Faraz’ın duyguları ise tarifsizdi. Yılların birikimini bu serserilere vermek zorunda olması onu delirtiyordu. Ayazlar, sarp kayalıklardan kayarak incittiği bileği, yorgun ve uykusuz geçen geceler… Hepsi bir çırpıda bitip gitmişti. Bütün birikimini hayatta kalmaya takas etmişti. Hiçbir şey hissetmemeyi o an o kadar dilemişti ki. Ama o kemik ve etin ardında küçük kırıntılar halinde de olsa bir vicdan ve hırs saklıydı hâlâ. Yaşama hırsı. Para dolu çantaya karşılık devam edebilecek altı yaşam.

Çantayı kardeşlere uzatırken dahi Hamza ve Rizwan’ın kıvrak bir hareketle üzerlerine çullanmasını bekliyordu. Ama görünen o ki silahlar kalksa eğer ilk çullanacakları kişi Faraz’ın kendisiydi. Yıllarca neredeyse karın tokluğuna çalıştırıldıkları gün yüzündeyken iki çanta dolusu yeşil banknotları görünce Faraz’a olan kin ve nefretleri harlanmıştı.

Kardeşler, aldıkları iki paket malı da para dolu çantalara koyarak kapıya yöneldiler. Samir kırık kaburgasının ciğerini parçalarcasına batmasının acısıyla koşup babasının boynuna sarıldı. Samir’in ağlaması ve Tarık’ın inlemesi bir anlığına ateşlenen silahtan çıkan kurşunla yarıda kesildi. Samir’in ensesinden giren mermi sağ gözünden çıkarak Faraz’ın köprücük kemiğini sıyırmıştı. Hemen ardından Rakin’deki terk edilmiş bir depodan çıkıp Hindikuşu Dağlarında yankılanan 20’den fazla mermi sesi duyuldu. Kimse tam olarak kaç mermi sıkıldığını sayamamıştı. Bedenler bir bir küçük ateşin etrafına sindiler. Cesetler toprağın soğukluğuna karışmaya başlamışlardı bile. Bir daha hiçbiri ateşin sıcaklığını hissedemeyeceklerdi.

Kardeşler kısa günün büyük kârı olarak ellerindeki çantalarla geldikleri araca binerek Tacikistan sınırına doğru yol aldılar. Sevinçle açtıkları radyodaki şarkıya eşlik ediyorlardı ki gökyüzünde tiz bir ses duyuldu. Koalisyon güçlerine bağlı savaş uçaklarının attığı bombalar hedefi şaşırmadan araca isabet ettirerek koca bir alev bulutuyla savaş uçaklarını selamlamıştı.

Ferhat BİRLİK

The post Bekleyiş II first appeared on İnce Tezat.]]>
https://www.incetezat.com/beyaz-perde/bekleyis-ii/feed/ 0
Bekleyiş https://www.incetezat.com/beyaz-perde/bekleyis/?utm_source=rss&utm_medium=rss&utm_campaign=bekleyis https://www.incetezat.com/beyaz-perde/bekleyis/#respond Mon, 14 Jan 2019 16:24:15 +0000 https://www.incetezat.com/?p=2065 Bir kaç sene önce yazma konusunda sıkıntı çektiğim bir zamanda, bir fotoğraftan hikaye yazma fikri aklıma gelmişti. Bu tür etkinlikler başkaları tarafından yapılıyor muydu, bilmiyorum. Sadece hoşuma giden fotoğraflara hikayeler yazmaya başladım. Bu şekilde tıkandığım dönemlerde yazma becerimi geliştirmek adına giriştiğim bu çaba daha sonra devamlılık kazandı.Bir Fotoğraf Bir Hikaye kategorisi altında bloğumda yazmaya başladığım...

The post Bekleyiş first appeared on İnce Tezat.]]>
Steve Mccurry – Pakistan 1981
 Bir kaç sene önce yazma konusunda sıkıntı çektiğim bir zamanda, bir fotoğraftan hikaye yazma fikri aklıma gelmişti. Bu tür etkinlikler başkaları tarafından yapılıyor muydu, bilmiyorum.   Sadece hoşuma giden fotoğraflara hikayeler yazmaya başladım. Bu şekilde tıkandığım dönemlerde yazma becerimi geliştirmek adına giriştiğim bu çaba daha sonra devamlılık kazandı.Bir Fotoğraf Bir Hikaye kategorisi altında bloğumda yazmaya başladığım bu etkinliği İncetezat bünyesinde   devam ettirme gayretiyle yazdım.  Fotoğrafa yazdığım hikaye fotoğrafın öncesi veya sonrasını  anlatmakla birlikte genellikle hikayenin kilit noktaları o fotoğraf anını anlatmaktadır.   

Taliban öncesi Afganistan’da yaşamak zordu. Taliban Afganistan’ında yaşamak daha da zordu. Taliban sonrası Afganistan’da yaşamak ise tamamen şans çarkının nasıl döndüğüne bağlıydı. Kalabalık bir pazarda bombalı saldırıda ölme ihtimali kalp krizinden ölme ihtimalinden oldukça yüksekti. Normal bir ölümün anormal görüldüğü zamanlardı.

İşte tam da bu zamanlarda Hindikuş Dağlarının Kabil’e uzanan kollarının zirvelerinden birinde Rakin köyünde hayat olağan akışında ilerlemekteydi. Bu küçük köyün şehir hayatından izole bir şekilde yaşadığına aldanmamak gerekirdi. Çünkü bu köy Faraz adındaki uyuşturucu kuryesinin himayesindeydi. Taliban’dan aldığı malı Rakin’e getirir ve her seferinde iki tıknaz, çelimsiz çekik gözlü kuryelere teslim ederdi. Faraz bundan sonra malın hangi ülke sınırları içerisine gittiğini bilmezdi. Zaten umrunda da değildi. Faraz aldığı paraya bakardı. Aldığı para her ne kadar çok yüksek bir meblağ olmasa da paranın büyük çoğunluğunu kendi alır diğer geri kalanını ekibindekilere adeta koklatırdı. İşi kendisi bağladığı için kimse karşı çıkamazdı. Malı en düşük fiyata onlar taşıyorlardı. Çünkü bundan önce Tagab, Nejrab, Pesenta ve Nilaw’daki kuryelerin umursamaz tavırları ve işin tehlikesini öne sürerek aldıkları paradan memnuniyetsizliklerini dile getirmeleri Taliban’ı bıktırmış, böylece çıkan anlaşmazlıklardan işler sarpa sarmış, doğan boşluğu Taliban’da üst rütbelilerden tanıdıklarını devreye koyarak düşük bir ücret karşılığı doldurmuştu Faraz ve ekibi. 5 kişilik bir ekip. Faraz’ın kuzenleri Hamza, Rizwan ve Rizwan’ın iki oğlu Tarık ile Zarif.

Şehre, köyün ihtiyaçlarını karşılıyorlarmış gibi giderler ve pazardaki militanlardan aldıkları domates kasaları içindeki malı çekik gözlü kuryelere teslim etmek için Rakin’e götürürlerdi. Önceleri açıkça yaptıkları teslimatı 11 Eylül’den sonra gizli kapaklı yapmaya başlamışlardı. Taliban’ın etkisini kırmaya yönelik koalisyon güçlerinin yaptırımları giderek artıyordu. 11 Eylülden sonra işler aksasa da devam etti.

Beş saatlik Kabil yolculuğu kış aylarında tam bir eziyete döner, sarp kayalıkların karla kaplı geçitleri yedi saat kadar bir sürede aşılabilirdi. Araç yolunun dağı çevreleyerek yoluculuğu on iki saat kadar uzun bir süreye çıkarmaları onları bu kısa yoldan gitmeye itiyordu. Fakat Faraz bu zorlu şartları, atlatılan onca badirelerin açığını militanlardan belli bir ücret karşılığında kapatmaya çalışıyordu.

Bir hafta öncesine kadar malları teslim aldıkları militanlardan biri aradı ve işlerin şu sıralar pek yolunda gitmediğini ama büyük bir teslimatın yapılması gerektiğini söylemişti. Verilecek paranın da daha büyük bir meblağ olacağını da eklemeyi ihmal etmemişti. Riskler fazla oldukça ücret artardı ama Faraz teklif edilen fiyata itiraz edip işi yokuşa sürmekten korktuğu için fiyatı onların belirlemesini isterdi. Nazı sadece kış aylarındaki sorunları anlatıp karşılığını almaya yetiyordu.

Faraz uzun süredir biriktirdiği paraları alarak son sevkiyatla birlikte artık Avrupa veya Amerika’ya giderek orada lüks hayatını güzel kadınlarla geçirmenin hayalini kuruyordu. Oğlu Samir’e iyi bir hayat kurma adına yapabileceği en iyi seçimdi bu topraklardan uzaklaşmak. Bu dağ başındaki sarp kayalar bile insanı içine çeker, yutardı. Bu toprakların en büyük mayasıydı insan kanı. Ve bu toprakları mayalamak isteyen onlarca topluluk kendi sıralarının gelmesini bekliyordu.

Sırtüstü uzandığı sedirde gülümseyerek yarın olacakları merakla düşlemeye koyuldu.

Üç katırla beraber karlı sarp kayalıkları aşmak beklendiğinden zorlu geçmiş, yaklaşık sekiz saatin ardından Kabil’e varılmıştı. Tarık ve Zarif katırlarla ilgilenirken Faraz; Hamza ve Rizwan ile hararetli bir tartışma içerisindeydi. Faraz’ın kendilerinden yüklü miktarda para sakladıkları aşikârdı. Fakat karşı da çıkamıyorlardı. Geçindirmeleri gereken aileleri onların getireceği birkaç kuruşu bekliyorlardı. Hatta kendilerini seçtikleri için Faraz’ın ayaklarına kapanmaları gerekirdi. Çünkü herhangi bir anlaşmazlık çıkarsa kendileri yerine gelebilecek onlarca kişinin varlıklarından haberdarlardı. Patron ne derse o olmalıydı.

Yüzlerce insan sesinin yankılandığı, çeşit çeşit meyve ve sebzenin renkli tezgâhlarda sergilendiği pazarda büyük bir kalabalık vardı. Faraz üç katırla birlikte ekipten ayrılarak yüklemenin yapıldığı tezgâha gitti. Tezgahın arkasındaki bej renkli örtülerle çevrelenmiş küçük bölmeye girdi. Silahları elbiselerinin altında kabaran Abdullah ve Ömer adındaki militanlar kendisini karşıladı her zamanki gibi. Gerçek isimlerini hiçbir zaman bilemeyecekti. Taliban’a katıldıkları gün bu isimleri almışlardı. Bu iki militan Tacikistan’dan Taliban’a katılmış iki öz kardeşti. Uzun süredir malı onlar teslim ediyorlardı. Faraz’a, en azından aldığı paralarla üstüne başına daha iyi elbiseler alması üzerine şakalaşsalar da Faraz hiç oralı olmuyordu. Çünkü aldığı paraları sadece biriktirmekle meşguldü. Üstü başı o kadar da önemli değildi. Bunu, bir okyanus ötesi ülkede müstakil evindeki havuzun başında içeceği kokteyller eşliğinde düşünebilirdi belki. Ama henüz erkendi. 

Domates yüklü kasaları katırlara yüklediler. Malların hangi katıra yüklendiğini sadece Faraz biliyordu. Bu da sözde kendince aldığı bir tedbirdi. Malları aldığına dair bir kağıdı imzalayarak kendisine uzatılmış, içerisi para dolu zarfı aldı. Göz ucuyla zarftaki parayı kontrol edip ceketinin iç cebine atarak oradan ayrıldı.

Faraz’ın, ardında katırlarla birlikte geldiğini gören Rizwan elindeki tütün kutusundan çıkardığı sigaraları önce Hamza’ya sonra da yanlarında soluğu alan Faraz’a uzattı. Hamza hızlı davranarak cebindeki kibriti çıkarttı. Bir kaçının kırılmasıyla sonuçlansa da en sonunda alevlenen kibrit çöpüyle sigaraları yakmayı başardı.

Faraz sigarasından derin bir nefes alarak “Gidebiliriz.” dedi katırları işaret ederek. Tarık ve Zarif verilen komutla katırlara doğru birkaç adım atmışlardı ki büyük bir gürültü ve sarsılmayla birlikte yere kapaklandılar. Sanki yeryüzü keskin bir sigara dumanını göğe üflemişti. Faraz yüzüstü düştüğü yerden kulak çınlaması geçince öne doğruldu. Alnından ve sol şakağından akan ılık kanı hissetti ama oralı bile olmadı. Gözleri sadece katırları arıyordu. Önce silahına dokundu ama bu kargaşada silahlı birinin açık hedef olacağı çok aşikârdı. Kuzenlerinin şaşırmış ve hırpalanmış yüzlerine umutsuzca bakarak silahlarını kesinlikle kullanmamaları gerektiğini anlatmaya çalışıyordu. Kuzenleri de ilk şokun ardından bedenlerindeki uzuvların hâlâ yerli yerinde olduğunu görünce rahatlamış fakat katırlardan herhangi bir iz göremeyince rahatlamaları pek uzun sürmemişti.

Tarık yerdeki yığınla domatesin arasında parlayan iki paket gördü. Kargaşadan kaçan insanların ayakları altında ezilmeye devam ediyorlardı. Tarık kendisinin de ezilmesini göze alarak kalabalığın çiğnediği domateslerin altındaki paketlere uzandı. Diz darbesiyle kaşını yaran ve sendeleyerek yere düşen adamın küfürlerine aldırış etmeden paketlerden biri kavradı. İkinci pakete uzanırken birkaç kişi daha takılarak üzerine düştü. Sağ eline bir ağırlık çöktü ama iki paketi de sıkıca kavradı. Bırakmaya niyeti yoktu. Üzerindeki etten duvardan parçalar birer birer kalkıp koşuşturmaya devam edince Tarık domates birikintisinden elindeki iki paket ile doğruldu. Zaman kaybetmeden diğerlerinin yanına gitti. Faraz kendisine uzatılan paketleri görünce önce sevindi fakat sadece iki paket onu tatmin etmemişti. Bu malın neredeyse yarısından bile azdı.

“Mallar Rizwan’ın katırına yüklemiştim. Ne olursa olsun bulmalıyız. Hava kararmadan burada buluşuruz tekrar.  Şimdi dağılalım. Hadi!”

Büyük kalabalığı yararak sokaklara dağıldılar. Ağlayan çocuklara, yerdeki insan uzuvlarına aldırış etmeden koşuyorlardı.  Kopan bacağından sarkan kanlı et parçasının acısıyla inleyen adama da kimse dönüp bakmadı. Aradıkları tek şey Rizwan’ın katırında yüklü mallardı.

Güneş yüzünü dünyaya dönmüş, hava kararmaya yüz tutmuşken birer birer geri dönmeye başladılar. Hamza dışında herkes gelmişti. Gelenler de eli boş dönmüşlerdi. Tek umutları Hamza’ydı. Hiçbir şey konuşmadan oturmuş Hamza’nın gelmesini bekliyorlardı. Çok geçmeden Hamza Rizwan’ın huysuz katırını zorla zapt ederek geldi. Hepsinin yüzündeki karamsarlık yerini garip bir tebessüme bıraktı. Hamza’yı görünce ise ters giden bir şeylerin olduğunu anlamaları uzun sürmedi.

“Katırı sekiz kilometre ötede bir bahçede buldum. Çok ürkmüştü. Zar zor yanaştım. Kasadaki domateslerden bir kısmı dökülmüştü. Ama baktığım hiçbir kasada paketleri bulamadım. Ya yolda düşürmüş ya da birileri bizden önce bulmuş.”

Faraz, Hamza’nın paketleri alıp bir yerlerde sakladıktan sonra birkaç ay sonra gün yüzüne çıkararak piyasaya sürme ihtimalini düşündü fakat bu düşünceyi hemen kafasından defetti. Hamza’nın buna tenezzül dahi etmeyeceğine dair onlarca sebep sayabilirdi. Derin derin iç çektiler. Birkaç sigara yaktılar. Faraz, Taliban’daki üst düzey yetkili arkadaşını aramasının çaresizce oturmaktan daha iyi olabileceğini düşündü. En yakın markete girdiler. Marketin kırık camlarını bir köşede toplamış ve yeni camı taktırana kadar geçici olarak demir şebekelerin ardını şeffaf naylon muşambalarla saran yaşlı adamdan izin alarak telefon etti. Uzun uzun çalan telefon bir türlü açılmadı.

Hava karardı ama havanın karartısından daha derin düşüncelerdeydiler. Yarın akşama doğru gerçekleştirilecek teslimatta çekik gözlü kuryelere ne diyeceklerdi? Kalmanın bir fayda getirmeyeceğini düşünerek ellerinde sadece iki paket mal ve tek bir katırla geri döndüler. Uzun süren yolculuk boyunca hiçbiri tek kelime etmemişti. Bundan sonra ne yapabileceklerini düşünüyorlardı. Ya da başlarına ne gibi belalar gelebileceğini. İkincisi daha muhtemeldi. Sabaha doğru henüz gün aydınlanmadan çaldıkları kapıların ardındaki uykulu gözlerle kendilerine kapıyı açan ailelerine hiçbir şey söylemeden içeri girdiler. Büründükleri karamsar havadan gözlerini kırpmadan saatlerce düşüncelerle yataklarında debelendiler.

(devamı haftaya)

The post Bekleyiş first appeared on İnce Tezat.]]>
https://www.incetezat.com/beyaz-perde/bekleyis/feed/ 0