Masalları çocuklar için uydurulmuş gerçekdışı hikâyeler mi sanıyorsunuz? Yanılıyorsunuz, hem de bir cümlede birden çok yanılıyorsunuz.
- Birincisi masallar uydurulmaz, kurgulanır. Hepsinin bir amacı, öğretisi vardır.
- İkincisi masallar gerçekdışı değildir. Ondan kendi gerçeğini üretmesi istenir.
- Üçüncüsü masallara inanılması gerekmez, zaten masal kendine inanır. Öyle inanır ki hayatın en hakiki gerçekleri ondan yapılır.
- Dördüncü ve en önemlisi ise masallar çocuklar için yapılmazlar. Evet doğrudur, çocukken anlatılırlar bize ama sonra biz masaldan öğrendiklerimizle yıkılmaz önyargılar edinir onları üst üste koyup yaparız içine sığındığımız yalanı.
Bu giriş cümlemi YUVA adlı tiyatro oyununun tanıtımından aldım, çünkü tam da size burada açıklayacaklarımın özetini yapıyordu.
Doğrusunu söylemek gerekirse ben de sanat yaşamıma masallarla başladım. Masallar beni ayakta tuttu, masallar beni uyuttu ve masallar beni bugünkü Orhan yaptı.
Bugün sizlere masalların masallarını anlatacağım. Hani ne derler “Bana masal anlatma”. Sizlere böyle alışılmadık masallarımdan birisini de yazımın sonunda aktaracağım.
Bu masallarla yaklaşımımla ilgili olarak önce size bir ipucu vermek istiyorum. Şimdi okuyacağınız satırlar beni anlatıyor. İkinci öykü kitabım Aşk Sağanağı’nın arka kapak yazısı olarak yazmıştım:
Benim sevdiğim yazı türü olağan bir nesir hiç değil, devrik cümle değil, şiir belki. Benim sevdiğim yazı türü ironik, kara mizah yüklü, sıra dışı cümlemsi satırlar taşıyan.
Bize önce düzgün cümle kurmayı, otoriteye uymayı, sabah kalkıp akşam yatmayı öğrettiler. Sonra biz, cümleleri bozmayı, “özgür olmayı”, sabahlara kadar çalışıp gündüz uyumayı öğrendik. Bize, “aferin iyi yoldasın” dediler.
Önce kişilik sahibi olduk, psikolojiyi sevdik, güç mücadelesine girdik. Var olmanın endişelerini yaşarken, “çıkış yolunuz, bilgelikte, felsefede, bütünlükte” dediler.
Ailemiz “güney”, eşimiz “kuzey”, arkadaşlarımız “doğu”, patronumuz “batıda” dedi kurtuluş; “ilk hedefiniz orası, haydi ileri.”
Ben ya da biz, belki de hiç kimse, paramparça olduk farkında bile olmadan ve farkında olmadan absürt olan her şeyi sever oldum; söylemde, yazımda, gösteride.
Masallara klasik bakış açımızla yaklaşabiliriz. Bize ders verdiğini, rahat uyumamızı sağladığını, genellikle mutlu sonla biterek bizi rahatlattığını, vesaire söyleyebiliriz. Veya şeytanın avukatlığını yapabiliriz.
Bu yazıda fazla iç bunaltmamak için çocuk masallarının değiştirilmemiş orijinallerinden örnekler vermeyeceğim, yalnızca bu konuyla ilgilenenler olur da biraz incelerlerse cinayetlerle, istemeden hamile kalan masal kahramanlarıyla karşılaşacaklarını söylemekle yetineceğim.
Ben, masalların son anlatıldıkları biçimleriyle silkeleyip, kâh şakayla, kâh ciddi biçimde onları eleştireceğim.
Şeytanın avukatlığını yaparken şakacı şeytan kulağıma şunları fısıldamış olabilir:
- Küçük ayak hem seri sonu indirimlerden hem de prens bulmakta avantaj sağlar! (Kül Kedisi)
- Hayatınızı kurtaran küçük sandığınız insanları, önünüze ilk gelen prense takılıp terk etmek ayıptır (Pamuk Prenses)
- Kızlar uyurken yaşlanmazlar. Güzellik uykusu gerçektir. Uyku güzelleştirir (Uyuyan güzel).
- Seni kurtarmak için bile olsa, saçını çeken prensten insana hayır gelmez (Rapunzel).
Şimdi de ciddi şeytanın kulağıma neler fısıldadıklarına bakalım:
- Uyuyan Güzel, Kül Kedisi, Rapunzel ve Pamuk Prenses kötülüklere teslim olmuş edilgen genç kızları anlatır. Kurtuluş yolları yakışıklı prenslerin gelip onları bulmalarından geçer. Zavallı masal kızları güçsüz ve güzeldirler, güçlü prensler onları kurtaracaklardır.
- Çizmeli kedide de, ayağında şık çizmeleri bulunan kedi, rüşvetler, kurnazlıklar, abartmalar ve yalanlarla nasıl başarıya ulaşılacağını açıklarken, Hoca fıkrasında olduğu gibi (Ye kürküm ye) iyi giyinmenin insanları etkileyeceğini vurguluyor.
- Karga ile tilki hikâyesinde de insanları dolduruşa getirerek onlardan nasıl yararlanabileceğimiz açıklanmakta. Yalnız burada ufak bir hata yapılmış, karga hayvanların en becerikli ve zeki olanıdır.
Yukarıdaki örneklerde de görüldüğü biçimde masallar sanıldığı gibi hoş mesajlar vermemektedir. Son olarak, kadınları aşağılayan Bin bir Gece masallarından bir bölüme göz atalım:
“Dostum, kadınlara inanma! Vaatlerine gül geç! Çünkü onların iyi ya da kötü halleri ferçlerinin (kadın cinsel organı) heveslerine bağlıdır. Güya aşktan söz ederler; oysa hainlik onları sarıp giysilerinin titreşiminde şekillenir. Yusuf’un dediklerini saygıyla anımsa; Âdem’i cennetten kovdurmak için iblisin kadını kullandığını unutma! Kendine de güvenme! Bir işe yaramaz! Çünkü yarın, bağlandığın kişide saf aşkın yerini çılgın bir tutku alacaktır. Hele hiç şöyle deme: Aşka düşersem, âşıkların çılgınlığına kapılmayacağım! Sakın bunu söyleme! Çünkü gerçekte kadınların ayartısından yakasını sıyırmış bir erkek, olmayacak şeydir…”
Ne yapalım, ben de dayanamayıp Pamuk prenses masalını çarpıttım ve yazıma bu kısa masalla nokta koyuyorum. Masallardan sonra iyi uykular dilerim
CÜCELER
Üç cüceydiler. Birincisi en yükseğe zıplayan, ikincisi en uzağa atlayan, üçüncüsü en derine dalan. Birincisi kuşları avlardı. İkincisi tavşanları yakalardı. Üçüncüsü balıkları tutardı.
Üçü de dingin yaşarlardı, Pamuk Prenses’le karşılaşıncaya dek. Bir sonbahar akşamıydı, hava bulutlarla kaplanmış, yapraklar solmuş sararmış, sokaklar dolmuş boşalmış, ama cücelerin ormandaki evlerine onlardan başka varan olmamıştı. Aslında varan olmuştu da, onlar olmadığını sanıyorlardı. Çalışkandılar, iyi niyetliydiler, birbirlerine destek oluyorlardı ama bir eksikleri vardı. Okuma yazma bilmiyorlardı. Bu nedenle Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler adlı çocuk kitabını okumamışlardı. Okumuş olsalardı bir gün evlerine bir prenses gelebileceğini bilirlerdi. Belki de bilmezlerdi çünkü onlar üç cücelerdi. Pamuk Prenses ile aralarında bu yüzden sorun çıkacağını ne bilebilirlerdi, ne de böyle bir şey akıllarının ucundan geçebilirdi.
O sonbahar akşamı, birisi bir elinde balık, diğer elinde lamba, diğeri bir elinde tavşan, diğer elinde lamba, üçüncüsü bir elinde bir kuş, diğer elinde lamba tutarak neşe içersinde kulübelerine geldiler. Bir baktılar, pir baktılar, şaşırdılar. Kulübe kapısı ağzına kadar açıktı. Masalda olduğu gibi Pamuk Prenses yatakta uyuyordu. Daha doğrusu üç yatağı birleştirmiş uyuyordu. Cüceler ses çıkarmamaya çalışsalar da Pamuk Prenses seslerinden rahatsız olup uyandı. Uyku sersemliğiyle ilk fırçasını attı.
“Hani yedi yatak? Üç yatağa sığmadım, belim tutuldu.”
“Ne yedi yatağı” dedi birinci cüce “Biz üç kişiyiz, üç yatağımız var.”
Pamuk Prenses öfkelendi. “Yalan söylemeyin” dedi. “Masalda tam yedi cüce var. Öfkeli, Meraklı, Neşeli, Unutkan, Akıllı, Korkak ve Uykucu.”
“Ne masalı?” diye sordu ikinci cüce.
“Bunlar hem görgüsüz, hem de bilgisiz” diye parladı Pamuk Prenses.
Üçüncü cüce “Şuna da bakın” dedi, “evimize girip yan gelip yatmış, bir de bizi azarlıyor.”
Pamuk prenses öfkeyle kapıdan dışarıya çıkarken “Hem de terbiyesizler” dedi. Koşarak uzaklaşırken de bağırıyordu ben bu hikâyeden çıkıp kendi masalıma dönüyorum.
Doğal olarak gökten üç elma düştü, elmaları cüceler yediler. Pamuk Prenses avucunu yaladı. Bunu hak etmişti!
0 Yorum