Fantastik Edebiyat


Zaman, zaman fantastik öyküler ve çarpıtılmış masallar da yazan, hatta İngilizce fantastik öykülerden oluşan bir kitabı da yurt dışında yayınlanan birisi olarak, bu gün fantastik edebiyat üzerine yazacağım.

Öyküler, başınızdan geçenlerin, duyduklarınızın veya düşlediklerinizin öyküleştirilmesi ile yazılır. Öykünüzün tanrısı siz olursunuz ve olayların, kişilerin kaderi bilinçaltında veya üstünde sizin elinizdedir. Olayların akışı, rüyalarınızdaki kadar özgürdür. Bu özgürlük sizi fantezi biçiminde yazmaya kadar götürebilir.

Fantastik edebiyat için Todorov** şöyle diyor: “Eğer okuyucu olayların doğal veya doğaüstü olmasını rahatsızlık duymadan kabul ederse ve bu etki kitap boyunca sürerse, kitap fantastik edebiyat sınıfına girer. Yani, yazar doğaüstü olayları doğal gibi kabul ettirebilmiştir.”

Aslında buna şaşırmamak gerekir, çünkü bilim tarihi de büyücülerin tarihiyle başlar, insanlar doğaüstü olayları, özellikle din yoluyla doğallaştırmaya çalışırlar. Bilgi arttıkça doğal olanın tanımı da değişir. Özellikle aydınlanma çağıyla birlikte “makul” olan kavramı da yeni bir çerçeveye oturur. Oysaki bugünün fantezileri yarın gerçek de olsalar (Dünkü Jules Verne fantezileri bugün nasıl gerçekseler) bunların arka planındaki arketipler* hep aynı kalmaktadır. Biz bunların yansımalarını edebiyat dâhil her türlü sanat eserinde izleriz.

Bir başka yazarın tanımına bakarak ilerleyelim. H. P.Lovecraft*** ise fantastik edebiyat için şöyle diyor:

“En önemlisi atmosferdir çünkü (fantastiğin) özgünlüğünün ana ölçütü olayın yapısından çok yaratılan özel izlenimdir. Bu nedenle fantastik masalı, yazarın niyetinden çok, uyandırdığı heyecan yoğunluğuna göre değerlendirmeliyiz. Okuyucu derin bir korku ve terör duygusuna kapılıyorsa ve alışılmamış güçlerin varlığını duyuyorsa o masal fantastiktir, işte bu kadar basit.”

Sözcüğün kökü Yunanca Phantasia kelimesine dayanır ve kelime 19. yüzyıl ortalarında bugünkü kullanımına ulaşır.

İşin felsefesini ve kökenini bir yana koyarak edebiyat yönüne biraz daha ağırlık verelim.

*Arketip; ilk örnek, asıl numune. Kelime anlamıyla kalıp, şablon, ilk tip şeklinde ifade edilen arketipler gerçekte insan kültürünü oluşturan yapıtaşlarıdır (Vikipedia).

**Tzvetan Todorov (1939-2017). Bulgar-Fransız filozof ve tarihçi. Fantastik edebiyat için öneli bir referanstır.

*** H. P. Lovecraft (1890-1937). Korku edebiyatı ile ünlenen Amerikalı yazar.

Bütün bu ve benzeri  (fantastik edebiyatla peri masalları arasındaki farklılığı açıklayan, vb.) tanımlar çerçevesinde bile fantastik edebiyatın sınırlarının nerede başlayıp, nerede bittiğini açıklamak kolay değildir.

Bu kapsamı geniş tutarak fantastik edebiyatın öncülerine bakalım. Bu bağlamda Homeros’un destanları ilk örnekler olabilirler. Bin bir gece masallarını da unutmamak gerekir. Kapsamı böyle geniş tutunca iş karışıyor diyorsanız, klasik fantastik ilk örnek olarak Jacques Cazotte’nin uzun öyküsü Aşık Şeytan’ı ele alabilirsiniz. Bu öykü öte dünyadan bir yaratık çağıran bir gencin başına gelenleri anlatır.

Klasik fantastik edebiyat genellikle büyülerden, canavarlardan ve epik karakterlerden bahseder (Odessey, Machbeth, vs.) Verne, Cervantes veya Milton’un yazdığı biçimde, çağdaş fantastik edebiyat daha farklıdır, çünkü onların zamanında fantastik edebiyat küçümsenmektedir.

Çağdaş fantastik edebiyat (aynı zamanda modern veya indojen (yöreye uyarlanmış) fantastik edebiyat olarak da adlandırılır) günümüzde veya yazarın gününde geçer. Yani bir anlamda bölgesel bir fantezi oluşmuştur. Fantastik karakterler aramızda yaşarlar veya başka dünyalardan gelirler. Bazen de roman kahramanının hareketleri veya yaşam biçimi alışılagelmişin oldukça dışındadır.

Birbirinden, aşağıdaki tanımlarla ayrılmaya çalışılsa da bana göre aşağıdaki türlerin sınırları belirgin değildir (Novella, roman ve öykünün sınırlarının belirgin olmaması gibi)

Fantastik Roman: Gerçeğe dayalı olmayan bir yazım tarzıdır.

Bilim Kurgu:  Yakın ya da uzak gelecek ile ilgili öykülerin bugün olası olmayan bilim ve teknoloji unsurlarını da kullanarak oluşturulmasıdır. 

Korku edebiyatı:  Genellikle tedirgin edici ve korkutucu bir atmosfer yaratır ve yine genellikle doğaüstüdür ancak bu onun her zaman doğaüstü olacağı anlamına da gelmez. Bir korku kurgu çalışması genellikle toplumun genelinin korktuğu bir benzetme olarak da tanımlanabilir.

Gotik edebiyat: Bu tür edebiyatta, kurmaca, korku, ölüm ve bazen romantizm yer alır.

Peki, korkutan adam, Frankestein gibi fantastik ve bilim kurgu bir karakter ise tür ne olacak?

Bir de yazarın veya yazarların tarzından ortaya çıkan isimler var:

Kafkaesk edebiyat: Franz Kafka’dan geliştirilen, Kafka’nın tasvirlerindeki gibi, tehdit edici ya da korkutucu anlamlarına gelen bir sıfattır. Kafka’nın stiline özgü olarak hikâyelerinde anlatım akışının doğal bir parçası olarak bilinen ve algılanan gerçeklikten kopma, uzaklaşma durumunu ifade eder ve karamsardır.

Büyülü gerçeklik:  normal ya da gerçekçi kabul edilen sanat akımlarında olmaması gereken sihirli ve mantık dışı öğeleri içeren sanat akımıdır.

Bütün bu tanımları Vikipedia’dan aktardım. Başka benzer tanımlar da yapılabilir. Neyin sınırının nerede başlayıp, nerede bittiği ile kafamızı yormayalım ve anlatımıza Leugin’den bir alıntıyla virgül koyduktan sonra noktayı da öykü kitabımın ilk öyküsü ile koyalım. Bakın bakalım bu hangi türe giriyor. Ben bulamadım da!

“Büyük fantaziler, mitler ve masallar gerçekten de rüyalara benzer; bilinçdışından bilince seslenirler, bilinçdışının diliyle, simgeler ve arketiplerle. Kelimeleri kullansalar da, müzik gibi işlev görürler; sözel akıl yürütmeyi devre dışı bırakıp doğruca söylenemeyecek kadar derinde yatan düşüncelere giderler. Hiçbir zaman tam olarak aklın diline tercüme edilemezler; onların anlamsız olduğunu, ancak Beethoven’in Dokuzuncu Senfonisini de anlamsız bulan bir Mantıksal Pozitivist iddia edecektir. Oysa son derece anlamlıdırlar ve ahlak açısından, iç görü açısından ve büyüme açısından faydalı ve pratiktirler.”(Le Guin)

Vicdan

O gün

Hayır, hız yapmıyorum. Bundan eminim. Üstelik de böyle uykuluyken nasıl hız yapabilirim ki? Dikkatimi yola çeviriyorum. Işıklar gözümü alıyor. Yola çıkmadan önce biraz daha dinlenmeliydim. İlk benzin istasyonunda durup yüzümü yıkamalıyım. Radyodaki müzik uyarıcı olmaktan çok bir ninniye dönüştü. En iyisi konuşmak. Yan koltukta oturan eşime dönüyorum ama o da ne? Yanda kediler var… İrili ufaklı kediler. Kediler haykırıyor. Kediler gürültüyle camdan dışarı uçuyorlar! Hava kararıyor, ışıklar kararıyor. Nereye gidiyorum?

Birkaç gün sonra

Perdeler mi kapalı, yoksa gece mi? Etraf oldukça sessiz. Fakat bir vızıltı var… Vızıltı ve sis perdesi. Sis perdesi aralandıkça vızıltı da insan sesine dönüşüyor… Bir değil, birden fazla insan var… Çok fazla ses var! Söyledikleri anlaşılmıyor. Bir basınç altındayım sanki. Hareket edemiyorum. Ağrı hissediyor ve inliyorum.

“Ağrı kesicinin dozunu biraz arttıralım.”

Beyaz önlükler üstüme eğiliyorlar. Beyaz önlüklüler durun bunalıyorum. Yine hava kararıyor… Hava kararırken üstümdeki ağırlık da hafifliyor.

Çok daha sonra

Yaralarım iyileşti. Bir iz veya sakatlık kalmayacakmış. Çok şanslıymışım; yani şanslı bir katilim. Ruhumun yarasının iyileşmesi olanaksız. Kendimi öldürmeyi çok düşündüm. Ama buna cesaretim yok. Bir yalnızlık denizinde yüzüyorum. Eşim artık benimle değil; onu ben öldürdüm. Tutuksuz yargılanıyorum. Kefaletle saldılar. İçerde kalsam daha mı iyi olurdu diye düşünüyorum.

“Araba yoldan çıkarak hızla sağdaki direğe çarpmış. Sağ tarafta bulunan 40 yaşlarındaki kadın çarpmanın şiddetiyle hemen ölmüş. Sol taraftaki adam….”

Sol taraftaki uyuyan adam benim. Direksiyon başında uyuyan…

Hep sonra

Eve geliyorum… Issız ve soğuk evime. Kalbimin çok ağır olan yükünü taşıyamıyorum. Her gece olduğu gibi çıkartıp buzdolabına koyuyorum. Orada öylece donup kalmalı. Ben de buzdolabı soğukluğundaki evimde kâbuslarıma rağmen uyumalıyım. Bedenim, bu ağırlığın altından ancak böyle kalkabilir. Yatak odasının ışığını kapatıyorum. Odanın kapısı açık…Mutfağın kapısı açık… Buzdolabının kapısı açık; ışığı beynimi yıkıyor. Kalbim orada buz kesmiş biliyorum.

Bugün

Her gün olduğu gibi boş sokaklardan geçerek, onlar kadar boş olan evime dönüyorum. Kapıdan girer girmez, her akşam duyduğum ağırlığı, bütün şiddeti ile başımda hissediyorum. Buzdolabına yöneliyorum ve kalbimi oradan alıp derin dondurucuya yerleştiriyorum. Keşke köpekler yese de kurtulsam. Yaptığım yeterli gelmiyor. Kalbimi buzdolabına her koyuşumda ruhumdaki yara daha da derinleşiyor. Başımı ellerimin arasına alıp bir karar veriyorum. Beynimi de çıkartıp derin dondurucuya kalbimin yanına yerleştiriyorum. Artık rahatım. Artık ben bir hiçim.


Like it? Share with your friends!

Orhan Tuncay
Öykü, roman, şiir, inceleme, deneme yazıyorum, çeviri yapıyorum. Lisede kompozisyondan sıfır almıştım, açığı kapatmaya çalışıyorum. Basılı çeviri sayısı elliyi, özgün eser sayısı on adedi geçti. Edebiyat ve felsefe ruhun gıdasıdır derler, ben de inanıyorum.

0 Yorum

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir