
“Herkesin kalbine göre bir kılıfı olduğunu unutup insanları kendi kalplerimizin kılıflarına yerleştirmeye çalışıyor, sonra onların bu kılıfa uymadıklarını görünce hayal kırıklığı yaşıyoruz! İşte hayat tam olarak bundan ibaret…”
İyot kokusu gibidir hayat. Çekici ama göz yaşartan, bazen dalgalı, bazen durgun ve alabildiğine sonsuz, mavi… Bütün olan bitenin koskoca bir yalandan ibaret olduğunu bilsek bile bazen sırf inanmak istediğimiz için inandığımız yalanlarla dolu bir hayat! Bu hayatta insanlara kendi ruhumuzun kılıfını diker sonra da karşısına geçip seyrederiz. Kendi güzelliğimizi onun üzerinde görmek isterken ona bol geldiğini görünce bir hüzün kaplar içimizi hâlbuki her ruhun kendi bedeni vardır. Onu başka bir bedene koyduğumuzda ya bir beden büyük gelir ya da fazlasıyla küçük. Bunun sonucunda yaşadığımız hayal kırıklıkları ile öylece kalakalırız. Sonra onun için harcadığımız zaman; elleri belinde, karşımıza dikilmiş, sinirli sinirli bakarken bize, akıttığımız her gözyaşı da damla damla hesap sorar bedenimizden… Ardından vicdanımız, çektiği azaplar için dile gelir: “Bu muydu yani? “Bunun için miymiş onca ıstırabım? Sevgi emek değil miydi?” diye sorar. Cevap veremeyiz… “Aşk şeytanın insanda vücut bulmuş hali işte. Âşık olan insan, akli melekelerini yitirir. Bedenini şeytansı duygular yönetmeye başlar ve insan denen yaratık; bilerek, isteyerek bazen de istemeyerek o şeytana karşı koyamaz…” diyemeyiz. Şeytana uyarak kalpten kalbe giden yolda en hızlı aracın kelimeler olduğunu düşünür, hızlanırız. Aşırı hızın zararını bilsek de kelimelerimiz kaza yaptığında artık çok geçtir. O zaman anlarız ki gerçek duyguların kelimelere ihtiyacı yoktur çünkü insan, kalbinde yaşadıklarını bir kitap gibi gözlerinde taşır ve bir insanı tanımak, kitabını okumak ile başlar.
Bazı şeyleri bilmemek daha iyidir çoğu zaman. Bunu fark ettiğimizde keşkeler koşarak yetişir, kurduğumuz her cümlenin başına eklenir. Yarım yamalak kaldığımızı hissederiz bazen. Eksik… Eksiklikler tamamlanmak için vardır, bunu bilir umutlanırız bazen de. Yine de dökemeyiz içimizdeki cemreleri.
Tolstoy’un ölmeden önceki sözleri gelir aklımıza:
“Gelecek için endişe etmeyin çünkü gelecek diye bir şey yoktur” der. “ Sadece şimdi vardır. Onun için yaşayın ve şimdinin içinde iyiyseniz sonsuza dek iyisiniz demektir. İnsanlar yalnızca acıyla büyür. Bunun farkında olmak ve başa gelen talihsizliği kabul etmek iyidir. Böylece insan isteyerek sırtlandığı yükleri hafifletebilir. Yaşamın bedende değil de ruhta olduğunu fark ettiğinizde artık ölüm yoktur, yalnızca bedenden kurtuluş vardır. Ruhumuzda ölümün ötesinde bir şeyler görürüz. Zihninizde neyin bedensel olmadığını ayıklayın, o zaman içinizde neyin ölümsüz olduğunu anlayacaksınız!..” Bu sözden sonra ruhumuzdaki zararlı taşları bir bir ayıklamaya başlarsak yüklerimizden sonsuza dek kurtuluruz ya da o yükün altında sonsuza dek eziliriz fakat ne olursa olsun şunu unutmamalıyız:
Her şey değişip dönüşüyor… Hiçbir şey değişmeyecek diyen de çoktan değişti… Sonbaharda dökülen yapraklar bile ilkbaharda daha güçlü ve daha taze açıyor gözlerini hayata ve ne yaşarsa yaşasın insanoğlu her şeye alışıyor zamanla…
Kaldır kafanı bak,
Erikler bile çiçek açtı…
Dök içindeki cemreni sen de… Bırak doğaya,
Bırak da bir katkın olsun insanlığa…
Aslı GÖKMEN
01.04.2Q20
içimizdeki cemreleri dökmek… tebrikler yüreğinize sağlık
Çok teşekkür ederim 🥰😇😘🌺