“Yaşamak için bir nedeni olan insan, her türlü nasıla katlanabilir.”
Nietzche
20. yüzyılın önde gelen psikiyatrlarından Viktor E. Frankl’ın kendi hayatından yola çıkarak kaleme aldığı, otuzun üzerinde dile çevrilen ve on beş milyondan fazla satan “İnsanın Anlam Arayışı” kitabını henüz okuma fırsatı buldum. Library of Congress’e göre, “Amerika’yı en çok etkileyen on kitaptan biri” olan kitap, Japonya’nın en yüksek baskıya sahip gazetelerinden biri olan “Yomiuri Shimbun” gazetesi tarafından “21.yüzyıla şekil veren on kitaptan biri” seçilmiştir. Kitabı okumakta neden bu kadar geç kaldığımı sorguladım açıkçası ve henüz okumayanlar için bu yazıyı yazmakta kendimi yazara karşı sorumlu hissettim.
Öncelikle biraz yazardan bahsetmek istiyorum. Viktor E. Frankl, Viyana Üniversitesinde nöroloji ve psikiyatri profesörüdür. Ayrıca Harvard, Dallas ve Pittsburgh Üniversitesinde profesörlük yapmıştır. Uluslararası Kaliforniya Üniversitesi ise sadece Frankl için logoterapi kürsüsü kurmuştur. Ayrıca Frankl, beş kıtada 230’dan fazla üniversite tarafından derslere konuk olarak davet edilmiştir.
1970-1997 yılları arasında, yurt içinde ve yurt dışında yaptığı bilimsel çalışmalar nedeniyle kendisine toplam 29 fahri doktora verilmiştir. Tüm başarılarını geçirdiği zor zamanlara, çektiği acılardan çıkardığı anlamlara borçlu olduğu söylenebilir. 1942’de eşi, annesi ve babasıyla birlikte toplama kampına gönderilmiş, babası açlıktan, annesi ise gaz odasında yaşama veda etmiştir. Frankl ise dört toplama kampından sağ çıkmayı başararak 1945’te özgürlüğüne kavuşmuştur. Bergen Belsen’e gönderilen eşi de özgürlüğüne kavuşmuş fakat özgür olanların yarattığı izdihamda yaşamını yitirmiş ve ne acı ki Frankl’a kavuşamamıştır. Bu kitap aslında tüm sevdikleri ölen bir adamın acısını anlamlandırarak yaşama nasıl değer bulabildiği ile ilgili ve özellikle pandemiden dolayı geçirdiğimiz bu zor zamanlarda birçok insanın da aradığı anlam… İnsan, kendi yaşamı haricinde kaybedecek hiçbir şeyi kalmadığını anladığında ne yapar? Nasıl tekrar var olabilir? Yaşamak acı çekmektir ve hayatta kalmak o acıda bir anlam bulmak demektir. Yaşamın bir anlamı varsa ölümün ve ıstırabın da bir anlamı vardır. Herkesin kendi anlamını sorgulamasını sağlıyor bize yazar.
1984 basımındaki ön sözünde ise şöyle diyor:
“Başarıyı amaçlamayın, bunu ne kadar amaçlayıp hedef haline getirirseniz elinizden o kadar kolay kaçırırsınız. Mutluluk gibi başarı da kovalanamaz. Kendisi ortaya çıkmalı ve bu sadece insanın kendisinden daha büyük bir davaya bağlanmasıyla gerçekleşebilir.”
Kitap, üç bölümden oluşmakta. Birinci bölümde yazar, “Hayatı içsel galibiyetlere dönüştüren deneyimlerden bir zafer çıkarabilir veya insan mücadeleyi görmezden gelip tamamen bir ot gibi yaşayabilir, tıpkı tutsakların çoğunun yaptığı gibi.” diyerek toplama kampında yaşadıklarını çarpıcı bir dille anlatmış. Bu bölüm hızla akıp gitse de çoğu cümlenin altını çizip tekrar tekrar okuyor, insanlığın çaresizliğini hissediyorsunuz. Davranışların hemen görülen sonuçlarının her zaman sözlerden daha etkili olduğunu anlıyor, bir insanın yerini başka birinin alması olanaksızlaştığında var oluş ve yaşama devam etmenin büyük bir sorumluluk hali aldığını, kendisini özlemle bekleyen bir insana veya bitmemiş bir çalışmaya karşı sorumluluğunu fark eden bir insanın yaşamını asla çöpe atmadığını görüyorsunuz. Toplama kampına girerken yeni yazdığı yarım kalan kitabın elinden alınmasıyla başlıyor aslında var olma değeri yazarda ve o kitabı tekrar yazma isteği, çabası belki de onu hayatta tutmaya yetiyor.
İkinci kısımda ise ana hatlarıyla “logoterapi” den bahsetmiş. Istırabın, sevginin anlamı, varoluşsal boşluk üzerinde durup pandeterminizmin eleştirisini yaparak okuyucuyu düşünmeye sevk etmiş. Logoterapi psikanaliz ile karşılaştırıldığında daha az geçmişe yönelik ve biraz daha iç görüye dayanan bir yöntemdir. Logos’un Yunancadaki karşılığı “anlam”dır. Logoterapiye göre insanın yaşamında anlam bulma çabası temel motivasyonel gücüdür. Bu anlam bulma çalışması için yapılan bir araştırmaya göre insanların %89’u uğruna yaşayacakları bir şeye ihtiyaç duyduklarını itiraf etmiş. Daha da ötesi %61’i yaşamlarında uğruna ölmeye bile hazır oldukları bir şey ya da biri olduğunu söylemiş ve öğrencilerin %16’sı kendileri için neyin “çok önemli” olduğu sorulduğunda “çok para kazanmak” şıkkını seçmiş %78’i ise “hayatımda bir anlam ve amaç bulmak” şıkkını işaretlemiştir. Bu anlam bulma arayışı yazarın Bavyera’daki kampta tifüs ateşinden yataklara düştüğünde bile özgürlük gününe kadar kitabı için küçük küçük notlar almasını ve böylelikle hayata tutunmasını sağlamıştır.
Son bölümde ise “1984 basımına ek bir bölüm olarak konulmuş. İyimserlik üzerine düşünmemizi, trajik üçlü diye adlandırılan “acı, suçluluk, ve ölüm” e rağmen iyimser kalabilmenin mümkün olup olmadığını sorgulamamızı sağlamıştır ve son olarak Logoterapinin de ortaya koyduğu gibi insanı hayatta anlama ulaştıran iki temel yol vardır. İlki: Bir yaratım ya da görev yerine getirme süreci. İkincisi: Bir şeyi deneyimleme ya da biriyle etkileşimdir. Diğer bir deyişle anlam, sadece çalışmada değil aynı zamanda sevgide de bulunabilir.
Sonuç olarak tutkuyla bağlı bir amacınız ve sonsuz sevginiz varsa hayatınızın anlamını aslında bulmuşsunuz demektir.
“…fakat gözyaşlarımızdan utanmamızın gereği yoktu çünkü gözyaşları insanın cesaretlerden en büyüğü olan acı çekme cesaretine sahip olduğunun kanıtıdır. Bunu pek azı fark etmiştir. Bazıları utanarak ağladıklarını itiraf ederler tıpkı ödemden nasıl kurtulduğunu sorduğum yoldaşımın itirafı gibi: ‘Ağlayarak içimden attım’”
Viktor E. Frankl
Aslı GÖKMEN
0 Yorum