Kalem Telaşta


Beklentisiz olmalıydı her sevgi. Yoluma çıkanları satranç tahtasındaki oyunculara benzetmeye başladım bir zamandır. Herkesin kendine yarar getirecek bir rolü olduğunu fark edene kadar tek beklentimdi beklentisizlik. Sadece verebilmenin gücünün beni ayakta tuttuğuna inandım hep, ta ki vereceklerim tükenene kadar. Hatta kendime bile kalmayacak kadar vermişim. Hasretse konu; ciğerlerime kadar hissetmiş, gidenin niye gittiğini hiç düşünmemişim. Zamana feda ettiğimiz ne çok şey var değil mi? Senin de var biliyorum ve hepimizin de. Kimin yok ki? Hatıralarında gizlenenlerin, ömrüne ağır gelenlerin ve daha niceleri.

Geriye şöyle bir bakıyorum da elimde yangın söndürme tüpü, hayat itfaiyesinin iftiharlık işçisi gibiyim. Her ateşin ortasına kendim dışında herkes için dalmış olduğumu görüyorum. Yaralarım o kadar derinleşmiş ki, ateşten kurtardıklarımla bile saramamış olduğumu görüyorum yanan bedenimi. Gitmeyi öğreten, sonları ezber ettiren, emekleri hiçe saymayı yenilik zanneden zavallılar ordularım olmuş hep benim. Elimde biriktirmeye çalıştığım yarım yamalak anılarımla, gerçek zannettiğim fotoğraflarla öylece bakakalmışım meğer arkalarından. Canımdan gidenler ordusu koydum adını.

Ne zamandır soruyorum kendime vefa anlatılarak öğretilebilir miydi? Paylaşmanın gücüne inandım hep yıllarca. Sofrayı paylaşmaktan çok sofradaki kaşık çatal seslerinin senfonisiydi beni cezbeden. Yolu paylaşmaktan çok yolun çabuk bittiğini hissettiren sohbetlerdi beni içine çeken. Kahve değildi özlemi duyulan, kahve için ayırılan zamanda ortaya dökülen duygulardı. Paylaşabilmenin gücünü öğretebilmişsen kendine, bencil duygular besleyemezsin. Eşlik edenlerin hep vardır beyninin içinde bir yerlerde. Ne geri getirmek gideni, ne eskisi gibi olmasını istemektir, verdiklerinin bedeli. Bunun gerçek adı her şeye rağmen kendince yaşama uzattığın zeytin dalı değil mi?     

Her gün yeni bir hikaye yazıyor yorulmuş bedenlerimiz. Çok eskidendi, diye başlıyor hepsi. Çocukken hatıra defterlerimiz vardı hani; “Bana bu kalbin kadar temiz sayfayı” diye başlayan; “Sepet sepet yumurta, sakın beni unutma.” diye biten… Kalp temizliği ve unutulma korkusu çocukluğa hediye olunmuş bir duygu gibi sanki. Şimdi kimse için mühim değil doğal ve içten olabilmek. Hele ki “unutulmak”, kim kimi hatırlıyor ki? Maalesef ki vefaya duyarsızlaştık, biz ne ara bu kadar duygusuzlaştık. Ne zaman gerçek olan duyguları unutup, hiç acı çekmeyecekmiş gibi “Hayatla, sözleşme imzaladık nasılsa…” duygusuna kapıldık, anlamak zor…

Yazmakla biter mi şimdi bu sitemler, yürekten önce kalem deli bir telaşta. Satırlar gülmek istese de kırılan hevesler hep en başta…


Like it? Share with your friends!

Cemile Çalışkan Demirkol
Yazar olmak yolunda, bir yazanım sadece; yürekle kalemin dost olduğu noktadayım ve buradayım... Herkes bakar ama herkes göremez. Baktığın her kare hikaye olmaya başlar bir zaman sonra. İnsan yaşar, tüketir gider de, hayata iz bırakma hayali en özel vefadır, yazmayan bilmez!

8 Yorum

Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  1. Anlatacak ne çok şey olduğu, vefa , vefasızlık ne güzel hayat bulmuş kaleminizde, tebrikler, telaşla ve heyecanla hep güzel şeyler dökülsün kaleminizden.

    1. Sıradan zamanlarda telaşla ve heyecanla döktüğüm her satır güzel yorumlar ile anlam buluyor , çok teşekkür ederim temennileriniz için . Sevgiler