Hayata bir-sıfır yenik başladığını düşünen, tohumu milattan önce atılmış bütün ağaçlara…
Hepimiz bu hayatta çeşitli izler bırakırız, bilerek veya bilmeyerek. İzlerimiz birbirinin üstüne örülen tuğlalar gibidir. Hayat is bir annenin çocuğunun giydiği ilk tulumu, kestirdiği ilk saçını sakladığı (annem hala saklar) gibi izlerimize sahip çıkar ve onları saklar. Uzun lafın kısası hayatın hafızası bir tek insanın hafızasından daha güçlüdür. Bir tek insan bilmeyebilir, görmeyebilir duymayabilir hatta ve hatta unutabilir bile. Ama hayat unutmaz.
Hikaye, hayatın kalemi konuştukça devam eder. Ölüm susturur mu hayatın kalemini? Sizce? Fiziken artık tüm duyularımızdan ve bilincimizden yoksun kalmışsınızdır. Yaşamınızda gerek dini gerekse sosyal sebeplerimizden dolayı ölüme yeterince vakit ayır(a)madığımız doğru. Ben esas hikayenin hayatın kalemi susunca başlayacağını düşünenlerdenim-hayır; ölelim demiyorum-siz belki de herhangi bir galaksiden bilmem kaç ışık yılı uzaklıktan bir zamanlar biricik olan mavi küremize bakarken, arkanızda bıraktığınız izlerin bir bir yazılı olduğu defter açılır. Belki hepimiz birer birey olarak bu şekilde anlam buluyoruz. O yüzden de bu dünyada hayatın anlamını falan bulmaya çalışmak çok manasız. Zaten önceden programlanmış bir şekilde hepimizin birer anlamı var. Bir organizma bütününde oksijenli solunum yapmaya çalışan hücrelerden fazlasıyız. Senaryo tam olarak böyle olmayacaksa bile, buna benzer olmalı diye düşünüyorum. Başka seçenek yok, böyle olmalı. Öbür türlü, hayatın bizim dandik anılarımızdan daha önemli işleri olduğunu düşünmek ister miyiz? Kesinlikle hayır. Hepimiz kendimizce öyle amansız bir köşe kapmaca içindeyiz ki en iyi biyografiyi hayata kimin yazdıracağıyla ilgili sidik yarışı yapmaktan kafamızı kaldıramaz olduk.
“Hangimiz ölümden sonra daha trend olacağız?”
“Hangimizin postları ben mezardayken daha çok beğeni alacak?”
“Abi bir mezarlık özçekimi mi yapsak?”
Yaşamda minik bir zaman diliminde hayatımızla ilgili bize göre anlamlı olan gönderiler paylaşırken ve yaşam örgümüzü kusursuz göstermeye çalışırken, hayat işte karşı koyamadığı bir şevkle aslında seni ve beni yazıyor. Arada sayfalarının üstüne kahve sıçratsa da yazıyor. Her bir birey olarak toplumun bir parçası olduğumuzu ve hakkımızda yazılanların ne kadar anlamsız olduğunu yazıyor.
Madem çiziktirilen anılar sen ve ben yokken anlam kazanacak, bu kadar tantana niye? Aslında bunlar pek de tantana değil. Tantanamsı desek daha şık durur. Umut ve istenç, hayatın içinde bizlere birer görev bahşedildiğini hissetme ve bunu ifade etme çabası aslında yaşamın olağan akışında az önce bahsettiğim kalemle yazılanları okuyabilmek için bir dürbün. İşte tam da bu noktada, stereotipleştirildiğimiz (şıklık seviyesi artarken) ve aynı şeyleri yapmaktan zevk almaya itildiğimiz bu anlamsız koşuşturmacada, bıraktığınız izlerin tek ölçütü işte o dürbünle görebildiğiniz kadar.
Kumar, anneciği hayat olan çeşitli kötülüklerden sadece biri. Şimdi ufak bir bahis canlandırması yapalım. Fizik derslerinizden hatırlarsınız. Blaise Pascal çok sıkı bir katolikmiş. Ancak kumara asla hayır diyemezmiş. Tabi sıvı mekanikleriyle alakalı prensiplerini kumar masasında mı keşfetti, onu bilmiyorum. Velhasıl, Pascal ve ben sizle “kazanırsanız herşeyi kazanacağınız, kaybederseniz de hiçbir şeyi kaybetmeyeceğiniz bir oyun” oynamak istiyoruz. Bir yazı-tura oyununu ele alalım. Bu hipotezimizi hayattaki pek çok olgunun değer yargısını sınamak için kullanabiliriz. Bir yüzünde “hayattaki en klas biyografinin size ait olduğu-yani-tanrının var olduğu” diğer yüzde ise tanrının olmadığı -yani-hayattaki en kalitesiz biyografinin size ait olduğu ve hiçbir şekilde bu dünyada anlamlı bir iş yapmamış ve ileride de-büyük olasılıkla-yapamayacak olduğunuz.
Birinci durumda, %50lik bir olasılıkla elinizdekileri iki katına çıkarma olasılığınız var. Tanrının varlığına bahis oynamışsanız ki bu günümüzde oldukça erdemli bir davranış olarak durmakta, gerçekten gönülden diyebiliyorsanız ki evet, belki en iyisi değil ama hayattaki en klas biyografilerden biri bana ait ve bunu hayat yazdı. TRİNK! Hesabınıza para geldi. Hayatın kalemi kırmanın ilk yolunu kumar oynayarak keşfettiniz. Başka hiçbir başarınız olmasa bile bu bir başarı olarak nitelendirilebilir. Golü attık ve durumu 1-1 yaptık. Fazla mı karlı bir anlaşma? Penaltı mı? Bunu okuyan ve güven problemi olan post-adölesan arkadaşlarıma selam çakıyorum. Güven problemi olanlarımız için, ikinci duruma bir göz atalım. İçimizde kalmasın.
İlk durumda hiçbir şey kaybetmediğimiz gibi, hem tinsel inancımızı (var veya yok, orası beni bağlamaz) tazeledik, üstüne bir de keyif sigarası yakarcasına (+18) yayın akışımız içerisinde kendimizi dünyanın en önemli insanlarından biri addettik. Resmen yükseldik yahu, şu işe bak. Evet, diğer durumumuzda ise erdemli biri olmadığınızı varsayalım. Bu yüksek erdemsizlikle, gerçekten güçsüz ve önemsiz biri olarak hissetmemize rağmen en iyi biyografilerden birinin kendimize ait olduğunu varsaymışız demektir. Hayat-tanrı veya tanrı-hayat sizin erdemsiz bir davranışta bulunduğunuzu bilir ve bunu defterinize bir günah?! Olarak yazar. Elimizdeki tek parayı da kaybetmişiz ve çulsuzuz demektir. Şimdi sana sorulduğunda, isim ne yazalım? Hadi bakayım söyle. Anladın sen onu, latte seversin. Dur ama paniğe gerek yok. İkinci durumda kalmışsak, onun için de çözümümüz var. Bu hamster-vari döngüyü kıracak yöntemleri elbette sunacağız, şu an hepiniz birer hamstersınız. Hamster-kırıcı olmak için yolumuz uzun. Günah olarak nitelendirdiğim, defterdeki anlamsız çiziktirmeleriniz ve bunaltılarınız çoksa bile cinnet geçirmek için hala yeterli sebebiniz yok. Cennette cinnete yer yok. Çeşitli tefecilerden borç alarak yine kumar oynayacağız. Seksist bir yaklaşım ama delikanlı gibi, 0 olan paramızı 1 yapıp daha sonra yine 0’a ineceğiz, inebiliriz ve inmeliyiz. Doğal.
Sorun tefeci bulmakta da değil. Tefeciler, kumar oynamak için yeniden motivasyon bulmamızı sağlayacak olan bir araç sadece. Hayata dair küçük motivasyonlarımız olması hep 50 liralık benzin almaya benziyor. Bir süre devam edip tıkanıyoruz. Sürekli arayış içinde olarak bizim olmayan parayı ödünç almak yerine, döngüyü neden baştan bozmayalım ki? Altın harflerle isimlerinizi kazınmış gördükçe gözlerim doluyor. Nereye mi? Bir zamanlar hayatın yazıyor olduğu deftere tabi. Onu artık hayat yazmıyor çünkü kumar oynayarak hayatın kalemini kırmış bulunmaktayız. Fiziksel olarak ölmedik ama beş dakikalık bir bahis oynayarak yeniden doğduk. Dünya küçük. Hayat gebe. Hayattan yeni bir hayatın doğmasına dokuz ay yok. Hikâyemizde normal doğuma yer yok. Onu bekleyecek kadar süremiz de yok. Sonuçta kazandık mı? Evet. Her şeyi kazandık. Defteri ele geçirdik. Sıra hikâyenin kalanını yazmakta.
Sıra hayatta hep 50 liralık benzin almakta değil, roket yakıtı kullanmaya doğru beraber yola çıkıyoruz.
Oğulay EREN
0 Yorum