Kar


Şimdi ne güneş suçlu ne zaman…
Sadece insan suçlu. Sadece insan…

Fonda Sezen söylüyordu ve yeni doğmuş kar tanesi ilk adımını atmak için usul usul yeryüzüne inerken penceremi açtım. Elime konan kar tanesinin ellerimin arasından kayıp yok oluşunu heyecanla biraz da hüzünlenerek izlerken düşüncelere daldım…  

Yüz milyon molekülün birbiriyle çarpışması sonucu oluşan kar kristallerinin oluşumlarının insanlara ne kadar benzediğini düşündüm önce; sonra aslında onlardan öğreneceğimiz ne çok şey olduğunu…

Biz de milyonlarca insan arasından sadece iki kişinin aşk ile çarpışması sonucu meydana gelmedik mi? Milyonlarca farklı hücrenin savaşının sonunda kazanan tek biz değil miydik? Her birimiz farklıyız, tek ortak noktamız insan olmamız değil mi? Aynı şekilde oluşsalar da kristallerin şekillerinin her birinin farklı olma nedeni onları oluşturan oksijen ve hidrojen atomlarının birbirleriyle kurdukları bağ ve bu bağların açılarının farklı olmasıdır ya tıpkı anne ve babamızdan bize geçen farklı kişilik özelliklerimiz gibi. Üzüldüğümüzde ve omuzlarımız aşağı doğru düşmeye başladığında güçlenip dik durabilmek için sevdiklerimize sarılırız. Onlar da yere düştükleri anda eriyip gitmemek için birbirlerine sımsıkı tutunurlar. Gökyüzünden düşerken hepsi tertemiz ve bembeyazdır yeni doğmuş bir bebek misali. Birbirlerine bağlandıklarında beyazlıkları daha da artar,  birine bağlanan insanın kendini güvende hissedip güçlenmesi gibi güçlenerek birleşerek çoğalırlar ve o minicik kar tanesi diğerleri ile birlik olduğunda önüne ne gelirse yıkıp geçebilecek güçte olur etraflarına zarar verebilseler de birbirlerini korurlar. Aynı anda milyonlarca kar tanesi, gökyüzünden düşerken çok naziktir,  Mevlana’nın da dediği gibi: “Kar taneleri ne güzel anlatıyor, birbirine zarar vermeden de yol almanın mümkün olduğunu.” Biz insanlar ise ne yazık ki bu konuda kar tanelerine benzemeyiz. Bizler birbirimize zarar verme konusunda ustayızdır. Üstelik sadece birbirimize değil doğaya da… Bu sebepten minik bir kar tanesinden öğreneceğimiz çok şey vardır aslında.

Umudu öğreniriz mesela, birlik olmayı, saflığı ve asla pes etmemeyi… Kar tanesi düştüğü yerde kenetlenecek bir parça kar arar kendine ümitle. Yere indiği anda bulur hemen dost olur kaynaşır diğer kar tanesiyle sonra bir tane daha gelir eklenir gitgide birçok dost edinir ve büyüyerek onlardan güç alır. Asla pes etmeden yol alır ama gelgelelim biz insanlar onu bile kendimize benzetmeye çalışırız. Çocukken en sevdiğimiz oyundur mesela kartopu oyunu. O masum kar tanesini top haline getirir birbirimize fırlatırız. Hatta bazılarımız daha çok can yakması amacıyla içine bir de taş koyar. O minik kar taneciği şimdi azılı bir savaş aleti olmuştur insanların elinde.

Sonra bir çocuk gelir kar tanesi kadar temiz. Birbirine kenetlenen kar tanelerini sürükleyerek her bir kristali diğeriyle birleştirir kocaman bir top oluşturur. Kar taneleri birbirlerine bağlanmanın hazzını yaşarken çocuk da kardan adamının kafasını oluşturmaktan duyduğu keyfi sürer. Sürer, sürer, sürükler ve kardan adamın gövdesini oluşturur. Kar taneleri çok mutludur. Artık birlikte çok  güçlüdürler ve yok olmaları zaman alacaktır. Güneş çıktığında belki de en son eriyen oluşturdukları kardan adamın gövdesi olacaktır. Minik kar tanesi sevdiğiyle daha uzun süre bir arada kalacağı için çok mutludur. Çocuk da öyle. Yaratmıştır çünkü kendine ait bir ‘KARDAN İNSAN’ özenle…

Kardan adamı üşümesin diye atkı takar boynuna ve şapka takar kafasına çocuk… Masumdur çocuk, bir kar tanesi kadar masum… Bizim en saf halimiz çocuk halimizdir aslında ama çocuk da insandır büyüyecektir nihayetinde. Neyse çocuk, elinde olsa odasının bir köşesine getirip oturtacak kardan adamını hatta bitki çayı yapacak üşümesin diye… Sonra güneş her çıktığında korkuyla pencereye koşar, kardan adamı ona gülümser. Eriyip gitmesinden korksa da bunu hiç aklına getirmez çocuk çünkü bilir ki aklına getirdikçe daha çok erir kardan adamı. Gururla gösterir arkadaşlarına. Kar yağmaya devam ettikçe mutlu olur. Adeta besleniyordur kardan adamı, yeni kar taneleriyle daha da büyür… Kar yağmasa da umut eder çocuk, güneş çıkana ve kardan adamını yok edene kadar. Bir gün gideceğini bilse de umut etmekten hiç vazgeçmez.                                    

Çocuk şevkle kardan adamını beslerken hava ısınmaya başlar ve güneş son sürat kardan adamını zayıflatır. Kilo veren kardan adamını gördükçe çocuğun umudu azalmaya başlar. Her gün eriyen parçaları tekrar beslemeye çalışsa da hiçbir parça eskisi gibi olmaz. Kafası küçülürken kardan adamın şapkasını çıkarır çocuk ve çok korkar. Onu bırakıp gitmesin diye ellerini ve masum gözlerini gökyüzüne çevirerek yalvarırken güneş ilk selamını vermiştir.

Güneşin çıktığını gören başka çocuklar koşarak kendilerini dışarı atarlar. Dışarıdaki kocaman kardan adamı görür birisi, tekme atarak yıkıverir bir çırpıda. O da yetmez üstüne çıkıp zıplamaya başlar. Dedim ya çocuk da insandır sonuçta. Çocuk bunu görür ve başlar ağlamaya… Umut ölür kardan adam ile birlikte… Biz böyle zarar veririz işte birbirimize çocukken bile. Keşke kar tanelerine sadece oluşum bakımından benzemesek birbirimize zarar vermeden de yol alabilsek.  Doğanın doğaya vereceği zarardan çok insan insana zarar verir. Şimdi ne kar suçludur ne güneş ne de zaman… Sadece insan suçludur. Sadece insan…

Aslı GÖKMEN


Like it? Share with your friends!

Aslı Gökmen
“İnsan, kalbinde yaşadıklarını bir kitap gibi gözlerinde taşır ve bir insanı tanımak, kitabını okumak ile başlar.” Türkçe öğretmeni ve yazarımsı.

2 Yorum

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  1. Kar ile insan arasında ilişki kurarak mesajlar vermek … çok güzel olmuş yürekten kutlarım Aslı Hanım 👍🌹🌹🌹