“Kalbin güzelse bu ruhuna yansır, ruhunun ışıltısı ise gözlerine…
Bu sebepten ruhunun makyajını kalbiyle yüzünün makyajını ise gözleriyle yapan her kadın güzeldir…”
“Benim adım, kelimelere fısıldayan kadın.” dedi. “O nasıl bir isim? Böyle isim mi olur gerçek adın ne?” dedi adam, gözlerini açarak.
“Kelimelerim, benim içimde biriktirdiğim çığlıklarımın fısıltısı o yüzden bana bu ismi taktılar.” dedi kadın. Şaşkın şaşkın yüzüne bakan, kalbinin kırık parçaları göz kenarlarından okunan adama.
“Güzelmiş” dedi, adam. “Çok anlamlı. ” “Ben de size bir şey fısıldayabilir miyim izninizle?”
Şaşırma sırası kadındaydı şimdi: “Tabii” dedi. Yeni tanıştığı hiç yıkılmayacak gibi dimdik duran adama. Adam kulağına doğru yaklaştı ve en karizmatik ses tonunu takınarak “Yeryüzünde yaşayamayacak kadar güzelsiniz, kelimelere fısıldayan kadın.” diye fısıldadı… Kadın kulağında hissettiği bu fısıltıyla bir anda Ay’ın Dünya’nın ekseni etrafında durmadan dönerek yaptığı hurma dalı valsının oluşturduğu çekim alanına girmiş. Başı dönmeye ve midesi bulanmaya başlamıştı. Toparladı kendini, çıkardı Dünya’nın yörüngesinden ve kendi yörüngesinde: “Kalbin güzelse bu ruhuna yansır, ruhunun ışıltısı ise gözlerine…
Bu sebepten ruhunun makyajını kalbiyle yüzünün makyajını ise gözleriyle yapan her kadın güzeldir… ” “Teşekkür ederim.” dedi ve gitti…
Adam kadının arkasından bakakalmıştı. Kurduğu cümlenin etkisinden mi yoksa vücudunun ona karşı yaydığı ısıdan mı içi birden sıcacık olmuş, olduğu yerde buharlaşıp öylece kalakalmıştı. O şekilde ne kadar kaldığını bilmiyordu ki yaşam belirtisi gösterir göstermez koşarak caddeye attı kendini. Tünel tramvayının düdüğü ile sarsıldığında kadın çoktan köşeyi dönüp gözden kaybolmuştu. “Olamaz! Onu bir daha nerden bulabilirim? Neden bir telefon bir adres almadım ki sanki ne kadar da ahmağım?” diye hayıflanırken bırak telefonu, adresi, ismini bile bilmediğini fark etti. “Ah, kelimelere fısıldayan kadın! Fısıltın yüreğimi ısıttı. Bir daha nasıl bulabilirim seni?”
Her gün belki tekrar gelir umuduyla aynı kitapçıya gitmekten bilmediği birçok kitapla tanışmış, satıcı ile ahbap olmuştu. Koskoca İstanbul’da adını bile bilmeden onu bulması imkânsızdı. Tek umudu bu kitapçıydı. Her gün gide gele en sevdiği yazarlar ile kafasının içinde dost olmuştu sanki. Nazım, Turgut, Cemal bir araya gelmiş onu teselli ediyorlardı adeta. Nazım: “ Yok öyle umutları yitirip karanlıkta savrulmak. Unutma; aynı gökyüzü altında bir direniştir yaşamak.” diyor. Turgut: “İkimiz birden sevinebiliriz, göğe bakalım.” diyor, Cemal ekliyor : “Sonra gülüşün geldi aklıma ve içimden dedim ki yine gelsen yine severim seni.” Araya Tomris de gelince işler karışıyor. Tomris çekici gülümsemesiyle: “ O gittikten sonra uzun süre ellerime baktım. Öyle uzun bakmışım ki sonunda el olmaktan çıktılar.” dediği anda adam: “Yeter! Gidin başımdan.” çığlığıyla kitapları etrafa saçtı. Kitapçıdaki herkes dönüp adama bakarken adamın gözleri yerdeki kitaplara dikilmiş fal taşı gibi açılmıştı. Beyaz renkli kapakta kızıl saçlı bir yağlı boya kadın resmi ve üstünde “Kelimelere Fısıldayan Kadın” Dilara Ergün yazıyordu.
Aslı GÖKMEN
Daha ismi insanı okumaya davet ediyor çok güzel bir betimlemek 👍 baştan sona keyifle okudum kutluyorum 🌹🌹🌹
Çok teşekkür ederim 😇ben de sizin şiirlerinizi çok beğeniyorum ortak duygularda cümlelerimizle buluşmak dileğimle 🤗 👩🏼💻✍🏻