Kimileri Şanslı Doğar


Ne önemi var ki bütün bunların? Ne önemi var ki örneklemeler ile anlatmanın? Ne önemi var ki bir şeyleri kabul ettirmeye, anlaşılmaya çalışmanın?

Tekrarın da önemi yok. Yüz bin defa tekrar etseniz bile değiştiremediğinizde, değiştiremiyorsunuz işte.

Kolay pes ediyor insan. Oysa pes etmemeli. Haklısınız; insan olmanın gereği pes etmemeli belki ama kronik duygu boşluğu ve bataklığına saplanmışsanız bir kere, oradan çıkması da zor, çıkarılması da.

Hangi taktiği denerseniz deneyin nafile. Damdan düşenin halini damdan düşen anlar misali.

Kimileri şanslı doğar. Şansın ne demek olduğunu da yine kimileri bilir. Çok bildiklerini zannedenlerin de bilemedikleri, göremedikleri o kadar çok şey vardır ki…

Satır aralarındaki cümlelerden, kelimelerden cımbız ile mana çıkarmaya çalışırlar, psikolojik tahliller yaparlar kendilerince ama maalesef o da nafile. Olmayınca olmuyor işte.

Açık seçik olanı görmemek için bir çeşit savunma mekanizması bu herhalde. Neyi savunuyorlarsa?

İnsan beyni muhteşem, sırlarını çözemediler hâlâ o çok akıllı bildiğimiz bilim adamları. Biz zaten muhteşem kelimesini kullanarak dahi haddimizi aşmış oluyoruz.

Unutmamak veya tamamen unutabilmek ne güzel bir şey. Her ne kadar yeri geldiğinde en kör bıçaklarla işkence yapılırcasına size acı verse de, bazen de en ferah mutluluklara sahip olduğunuzu hissetseniz de, beyninize laf geçirebilmek kadar besleyici bir şey yok bu devirde.

Döndük dolaştık bu devirde lafına geldik sonunda. Ne olsun? Elbette bu andan, bu saniyeden, bu dakika, saat, hafta, ay, yıl ve ömürden bahsedeceğiz. Ömür dediğin nedir ki? Geçmiş, bugün ve gelecek, üç gün diye açıklamışlar değil mi?

Geçmiş için elimizden bir şey gelmiyor artık. Geleceği düşünebilme ve planlama, insani becerilerimizin izin verdiği sınırlar içerisinde belki ufacık bir kımıltıya sahip olabiliyor. Ve merkezde bugün, bu dakika ve bu an var.

Bu yazıyı okuduğunuz bu anda saklı koskoca ömrünüz. Kullanılan kelimeler ve cümlelerden ibaret olamayacak kadar üstün meziyetlerle donanmış beynin verebildiklerini yorumlayabilmekten ibaret.

Herkes farklı farklı yorumluyor. İşin güzel tarafı da budur değil mi? Kimine muhteşem gelen, kimine berbat gelebiliyor. Kimi çok büyük bir zevk alabiliyorken, öbürünün beyni dolanıyor, kalp kapakçıkları fırlıyor yerinden belki. Kimi gözyaşlarını akıtırken klavyenin üstüne, diğeri bir tık ile kapatabiliyor ve silebiliyor her şeyi. Güzel olan da bu farklılık.

Farklı olmaya çalışmak değil ama. Farklılığın kendisi güzel. Doğal olabilen bir farklılık güzel, çok farklı. O kadar çok kalıp içine sokulmuş ve hâlâ sokulmaya çalışılan düşünceler ile dolu ki etrafımız. Farklı olanı sevebilmek güzel. Farkı fark edebilmek güzel.

Kızgın bir sobanın üstünde geçirilen on saniye kimine işkence gelirken, güzel bir hanımefendiyi seyre dalmış diğer biri farkında bile olamıyor farklılığın. Eskiden feryat figan ediyor iken, mazoşist vari belki, kendisi geçiyor sobanın bulunduğu yere.

Bir soru daha. Soba yanıyor mu bu arada? Yoksa soba alev alev, çok sıcak, yakar seni diye şartlandırılıyor mu bu herkesten farklı olan gönüller ve beyinler? Yaklaşma sakın, cıs…

Gönüllere geldi sıra. Kocaman olmalı gönüller. Koskocaman hem de. İçinde bir gram pislik olmamalı, gönlün temiz olduktan sonra, üstün başın ne önemi var? Gönlün temiz olduktan sonra gönül kırmışsın ne önemi var? Gönlünün temizliğini göremeyenler için gönlünü burkmuşsun ne önemi var?

Biz bu devrin adamı olmadığımız müddetçe gönül lafıyla uğraşmak ne büyük farklılık değil mi?

Yunuslar, Mevlanalar, ciltler dolu kitaplar okusanız neye yarar, gönlünüze bir can daha sığdıramadıktan sonra. Canınızı yakan cananlar çok farklılık yaratacak eminiz.

Ama olmuyor işte, zorla güzellik olmuyor. Kilitler aşılamıyor, açılamıyor kapılar. Tarifsiz bir duygu ile kalıyorsunuz kaldığınız yerde. Vay be diyorsunuz, ben ne yaptım?

Hâlbuki ne kadar da iyi bilirdiniz kendinizi değil mi? Akılları pazara koymuşlar, herkes kendi aklını beğenmiş misali kendi gönlünüzü iyi, düşüncelerinizin de haklı olduğunu bilirdiniz. Fark tam da bu işte.

İçinizdeki özgüven sizin farklılığınız. Hiçbir zaman da atamayacaksınız onu içinizden. Ne kötü bir şeymiş bu özgüven, inatçı mı yapıyor sizi ne?

Ben onu bunu anlamam, kafamı daha da meşgul edemem, filozof da olacak değilim, iki günlük dünyada mutlu ve huzurlu yaşamak istiyorum mu diyorsunuz? Gönlünüzün rahat, ferah mı olmasını istiyorsunuz? Kolayı var, hem de o kadar kolay ki…

Bırakın kendinizi hoyratça hayatın kollarına. Ne olacak ki? En fazla harcanacaksınız kolayca.

Diğerlerinin kölesi olmaktansa siz harcayın kendinizi. Bitirin, gömün içinize tüm acı veren şeyleri.

Bir daha da üzülmeyin sakın, düşünmeyin, düşündürülmeyin. Kimse düşünmenizi istemez zaten, işlerine gelir. Bir kişiyle daha az uğraşmış olurlar. İşleri kolaylaşır.

Ne öneminiz var ki onlar için. Onların istediklerini yapıyorsanız varsınız. Yapmıyorsanız o zaman farklısınız ve farklı şekilde muamele görmeye mahkûmsunuz.

Ne zaman bitikti bu esaret zaten. Fark göremiyorum, ya sen?

Anlamazlar, anlayamazlar, anlamak işlerine gelmez onların. Ne söyleseniz, ne yazsanız anlamayacaklardır da. Çünkü onlar efendi siz kölesiniz. Bu devir böyle…

Bak yine devir dedik.

Çünkü onların gönlü dar, sizi kabul edemezler içlerine.

Bak şimdi de gönül dedik.

Çünkü onlar farkın tadını çıkaramayacak kadar inatçıdırlar.

Bak şimdi de fark dedik.

Sen ne diyorsun peki?

Evet. Tahmin edebiliyorum…

Kişi kendini tanıdığını zannettikçe kendinden uzaklaşır bazen. Hele başkalarını tanıdığını zannettikçe hem kendinden hem o tanıdığı başkalarından uzaklaşır.

Tanımak yoktur aslında, kabullenmek vardır. Her şeyi olduğu gibi kabullenmek, değiştirmeye, kendine uydurmaya çalışmamak. Olduğu gibi alabilmek gönlüne, sevebilmek vardır.

Ferhat ile Şirin, Leyla ile Mecnun’un gönlü kadar büyük olsun demiyoruz. İnsanlara karşı sevginizin farkına varın, gönlünüzün tozunu alın biraz diyoruz.

Gönlünüze yeni birisi girecekse, buna elbette siz ve gönül kapasiteniz karar verecektir. Ama en yanlış olan şey gönlünüzdekilerin sayısının kısıtlı olmasıdır.

Birisi içeri, birisi dışarı olamaz. Sana yer var, ama sana asla yer yok olamaz. Sen git defol artık olamaz. Ancak kendinizi kandırırsınız.

Gönül doktoru bu devirde ruh doktorundan daha elzemdir. Gönül uslanmaz, uslanan farklı devir olmalıdır. Bu devir sizin devriniz…

Benim değil. Hiç olmadı zaten, olamadı. Olmasını isteyemedim bile, izin vermediniz. Öyle ya da böyle, akıllıca veya kurnazca hallettiniz her şeyi.

Melekler gibi saf gönülleri kandırdınız, farklı taktikler ile ezdiniz, yıprattınız, pes ettirdiniz. Ne önemi var ki şimdi? Geriye getirebilir misiniz geçmişi?

Siz bu devrin adamısınız, akıllısınız, her şeyi bilensiniz, doğru yolu gösterensiniz, tebrik ediyorum sizi. Biz ise farklıyız. Kafamızı kesip atamayacağımıza göre, dilimizin çalışmasına da gerek kalmıyor.

Yarın öbür gün parmaklarımız da susacak. Eh sırada sizin tatmin olduğunuzu izlemek var. Hep izledik zaten, mutlu ettik, geri çekildik. Bari siz mutlu olun…

Bizden başkası yapmaz bunu size çünkü. Bizden başkası kocaman gönülleri ile farklılıklar içinde sizin devrinizi alkışlamaz.

Bir çocuğun parmaklarının ucunda oyuncak olmayı kabul edebilmektir farklılık. Ne gereği var tüm bunlara canım, kestirip atalım gitsin dememektir farklılık. Gözlerinin içine baka baka sizi üzmelerine izin vermektir, çıt bile etmemektir farklılık.

Mazoşist mi demiştim? O değil ama. Kendini feda edebilmektir farklılık. Ne için mi feda etmek? Başkalarını mutlu etmek için değil elbette. Gönlünüzün genişlemesi için, yerden yere vurulduğunuzda bile sabır edebilmeniz için.

Çenelerinizin kilitlendiğinde, tansiyonlarınızın çıktığında sabretmeyip eşkıya olmaktansa, sabredip evliya olmak içindir.

Onu da ben düşünemem derseniz, bana ne derseniz, zaten sırtınızı dönmüşsünüzdür. Sırtınızı döndüğünüzde ise boşluk kendiliğinden üşütmeye başlar sizi.

Matematik gibi, iki kere iki dört eder, değil mi? Siz zaten beş etmesine tahammül edemeyecekseniz, neden bu soruyu soruyorsunuz ki? 

Tiyatro sahnelerinden inelim, senaryoları bırakalım, gönlümüze bakalım, bu yazıyı okuduğunuzda birilerine mi koşmak istiyorsunuz?

Birilerine mi kızmak istiyorsunuz yoksa? Ne önemi var canım! Artık değeri ve önemi kalmadı, bu kadar anlattıktan sonra.

Fark; gönlünü bu devirde büyültebilmektir.

Evliya ya da Peygamber olun demiyoruz. Sadece biraz özgüven kazandığınız gönlünüze özeleştiri yapın.

Büyüklenmeyin sakın. Sonra çok kötü oluyor insan. Meğer neler için kurutmuşun gözyaşı hücrelerimi diyorsunuz.

Boş ver. Nasılsa yine anlatamadım. Ne anlatıyor bu de, tıkla kapat. Sadece bir tık.

Müjdeli haber nedir biliyor musunuz? Artık hiç müjde yaşayamayacak olmamız… Demedim mi ben size, merak etmeyin sakın. Elbette her zaman olduğu gibi siz haklısınız…


Like it? Share with your friends!

Ahmet Gencal
İngilizce öğretmeni. Psikolojik denemeler ve öyküler ustası. Zamanla tıpkı bir çaykara gibi arıtılıp gün yüzüne çıkan damıtılmış yaşanmışlıklarını eserlerinde kullanıyor.

0 Yorum

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir