Sönmeye yüz tutmuş içmediğim sigaram ve dizeleri üstünde söndürdüğüm kül tablam… Ne de berbat bir ‘üç silahşördük’. Şimdiyse söndürdüm dertleri, tütsün nerede tütüyorsa… Bıraktım Parlament mavisi dertleri ve sardım keyiflerimi ‘kıvırcık’ saçlarına. İşte, şimdi okunur bir şiir bu dört duvar arasında. Elimde evvelden çaldığım mürekkep bir de sol yanıma sakladığım mahlasın. Evet, ‘Leyli’. Şimdi anlıyorum neden gece yıldızları saydığımı, neden geceleri şu dirsek çürüttüğüm masalarda şiirleri yastık yapıp yattığımı… Şimdi apaydınlık Leyli! Apaydınlık yıldızlar ve biliyor musun ay, demlemiş çayı. Gel, senin gibi, gece gibi demli bir çayda yanalım, pişelim. Ham olmak haram olsun bize. Ve koynunda uyusam bu gece. Gökyüzünde sevişsek ve güller bitse her bir yıldızın dikeninde. Batsa güneş ve her yerde sen… Tebessümünde, acı kahvende, gözlerinde yansam, şakaklarında güneşi görmeden. Güneş de haram olsun, boş ver. Sadece sen ve ben… bir ömür yıldızların üstünde şiir okuyalım. Ne de güzel olurdu, değil mi Leyli? Leylim…
Lafügüzaf bir dikende biter
Ekmekten de sıcak şair bozmasında şiirler
Yumsan gözlerini şakaklarında doğar heceler
Lale değil de yırtık ceplerimde dolu güller
İnan ki Leyli, bu bozma bir ömür gözlerinde biter.
0 Yorum