Tekrar’ın Sonu


İyi bir insan olabilmek, başkaları ile uyum, saygı ve sevgi içinde yaşayabilmek, kavgasız gürültüsüz, mutluluk içinde. Hayat boyu ruhu huzurlu bir yaşam sürebilmek, yapabildiği her şeyden memnun kalabilmek, yapamadıklarının ardından el sallayabilmek. Kendisi ile fısıldaşırken pişman olmadan, keşke demeden, kabullendiğiniz bir diyaloğu tamamlayabilmek. İşte bütün mesele bu…

Kocaman bir dünya, kocaman bir kâinat, yıldızların altında geçirilen kısacık ömürler. Cevaplamaya çalıştığınız yerli yersiz binlerce soru. İşin kötüsü kendi sınavı çok zor geçer insanın. En çetin engelleri kendi beyniniz koyar, en karamsar tabloları yapan o uzun parmaklarınız mı, yoksa ruhunuzun derinliklerindeki Picasso lar mı? Kolay ve güzeli bir kenara atmak büyük bir erdemdir sizin için, nasıl olsa kolay, nasıl olsa güzel, önemli olan zor ve çirkin ile boğuşabilmektir değil mi? Yoksa bir tercih meselesi mi bütün bu yaşam?

Kocamanlıklar ile uğraşırken, zerre kadar beyinsiz kalınabilinir mi?

Tümden gelim mi, tüme varım mı? Nereden gelip nereye gidiyoruz mu yoksa? Nereden başlayacağını bilemeden, binlerce yol ayrımının başlangıcında baka kalmak mı? Üşengeçlik mi yoksa, tembellik mi, bıkkınlık, boş vermişlik mi? Yaşama enerjisi ile şarjlanmak yerine, kısa devre yapıp tüm enerjilerinizi kaybetmek mi? Peş peşe ama, peş peşe…

Kullanılan kimyasalların etkisinde, doğal kalmaya çalışan beden ve ruhunuzun arıtma tesisi araması gibi bir şey aslında. Önce bedenin, sonra ruhun arıtılması, belki daha sonra zihin ya da beynin sıfırlanmasına gerek kalmadan yenilenebilmesi. Arıtmak, temizlemek, olmadı baştan diyebilmek, bu eli saymam tekrar oynayalım diyebilmek hayata. Yaşınız kaç olursa olsun ama, haydi tekrar başlayalım.

Tekrar etmeyelim ama eski yanlışlarımızı, tekrar etmeyelim tüm üzüntülerimizi. Sanki yeniden doğmuş gibi, iyi bir insanın davranacağı gibi, önce kendimize iyi ama. Bu kadar da işkence yapılmaz ki şu emanet olana.

“Ne yazık ki mümkün değil” cümlesini duymak istemiyorsunuz değil mi? Hiç olmazsa bu seferlik olsun. Nereden çıktı şimdi bu son? Son’u düşünmeden, son’ un en sonunda geleceğini bilemeden, son’un tekrarını ya da tekrar’ın sonunu mu yaşayacağız? Kendimizi sona hazırlayamadan, çok da çabuk geldik bu Son’a.

Hani her sonun bir başlangıcı vardı? Tamam tamam, bu tekrar tekrar son demeye bir son veriyorum… 🙂

Başa dönelim o zaman. Memnun kalabilmek, mutlu olabilmek bu kadar da zor muydu? Neden farkındalığımız bu kadar geç çalışıyor, hayatımız bitti, ancak farkında olabildik. Bu arada hayatımız bitti dedim, hayatımız sona erdi demedim fark ettiniz mi? Son kelimesini kullanmadım yani… 🙂

Neden mimiklendin yine? Şurada iki satır ile neşe vermeye çalışıyoruz sana. Evet neşe, doğru okudun. Kalplerin neşe ile dolması, ruhun neşelenmesi, beynin küçük çocuklar gibi zıp zıp zıplaması. Ağlamadan, sıkışmadan, pes etmeden, teslim olmadan…

Başkaları oldu her zaman değil mi? Siz, yani sen yalnız başına yaşamıyorsun bu dünyada, hani o deminki kocaman dünyada… Elbette biraz olsun kafanız ağrıyacak, canınız sıkılacak, bunu peşinen kabullenerek yaşamıyor musunuz? Toz pembe demek istemiyorum ama, azıcık renkli bir yaşam maalesef mümkün olmuyor. Baksanıza milyonlar kabullenmiş, size de neler oluyor? Farkınız nedir sizin? Fark ne? Herkes eşit miktarda tadacak bu tuzlu sulardan. Tuz miktarı eşit ancak, tuzun yayılma alanında problemler olabilir, kiminin ruhuna yayılır, kiminin önbelleğine, kiminin ise bir kulağından girer, belki hiç dışarı çıkmaz bile.

Her şey sizin çekiciliğinize bağlıdır. Ne kadar çekebiliyorsunuz? İşim olmaz hiç çekemem derseniz ruhunuz o tuzlu depresyonları çekmez, özümsemez içine. Ama, ben çok çekiciyim, her şeyi çekerim derseniz, çekim yasası gereği tüm dertler, sıkıntılar, problemler, depresyonlar gelir size yapışır kalır. Çekici olmamak lazım, çirkin olmak lazım, boşuna dememişler çirkin şansı diye? Ne o? Siz güzel veya yakışıklı mı hissediyordunuz kendinizi? Haklısınız, aslında çok çirkinsiniz…

Çok çabuk çirkinleşebiliyorsunuz da. Etrafınızdakileri dipsiz kuyulara sürüklemede üzerinize yok. İyi insan olabilme… diye başlamıştı bu yazı, hadi bakalım tekrar en başa, ne demiştik ilk paragrafta?

Unuttun değil mi? Bak şimdi! Gerçekten gitti en başı, ilk paragrafı okudu. Bir şey söyleyeyim mi? Ben de okudum. 🙂

Üşüyorum, gecenin bu ayazında çok üşüyorum. Güneş doğmayacakmış gibi… Unuttuğumuz güneşli günlere tekrar kavuşamayacakmışız gibi. Hani o çocukluğumuzdaki güneşten bahsediyoruz. Lütfen, ne olur! Güneş doğsun artık. Tekrar doğsun. Tekrar’ın sonu olmasın…

Sık aralıklar ile hissedilen endişe ve kaygıların yarattığı bezginlik durumu son yıllarda yoğun sıklıklarla sıkışıklık tekrarına sebep olmaktadır. Yok yok, artık diksiyon kursuna gitmenizin zamanı geldi. Ne bu ya, uzun bir cümleyi bile okuyamaz oldunuz. Bu kadar mı zor?

Duvar çekmelisin aslında; Şöyle kalınca bir duvar…

İstemediğin her şeyin etrafına kalınca bir duvar çekebildiğin gün, korkuların azalacaktır. En azından artık göremediğinden kendinizi tekrar edemeyeceksiniz. Yine yeniden deme şansınız olacak, bu el sayılmaz, haydi tekrardan başlayalım. İyi bir duvar ustası değilseniz, sağlam bir duvar öremediyseniz tüm sorunlarınızın etrafına, gelecekte bir gün, hiç beklemediğiniz bir anda o duvarı kucağınıza almanız kaçınılmaz olacaktır. Önce duvar, sonra deminden beri düşündüğünüz tüm dertleriniz. Amma da derdin varmış kardeşim senin…

Derdi olmayan var mıdır acaba? Yoktu değil mi? Herkesler içmişti tuzlu tuzlu. Sen başkalarını neden soruyorsun şimdi? Kendine bak, kendin ile ilgilen biraz. Bir daha mı geleceksin şu dünyaya? Tekrar hak vermiyorlar, tekrar’ın sonu gelmiş diyorlar.

Ne güzel olurdu değil mi? Bir hakkımız daha olsaydı. Bütün her şeyi yeniden yaşamak için değil ama, yeni bir ben yaşayabilmek için. Yeniden yeni ben. Yeni dediğimize göre eskimişliğimizden mi sıkıntıdayız? Yaşlı mı hissediyorsunuz? Gençleşmek mi istiyorsunuz? Çekici olmak mı demiştiniz? Bırakın, pes edin, boşuna… Olmayacak duaya âmin demek nasıl oluyormuş?

İçinde soru ve sorunlar ile sıkışıp kalmış olan insanlar, asla yeni ben olmaya güç bulamaz ve cesaret edemezler. Korkarlar çünkü. İyi insanların var olmadığı bu dünya ne de olsa onların dışında kalmıştır. Kendi kabuklarında, kendi sıkışıklıklarında, tuzunu kendileri ayarlayamıyor olsalar bile, o bahsi geçen ruh havuzlarında çırpınmak daha kolaylarına gelir.

Boşuna mı düşünen adam heykeli koymuşlar şu kapının girişine? Düşüneceğiz işte. Vardır elbet bir çıkış yolu. Böyle böyle bir yerlere çıkacak yazının sonu. Hiç yardımcı olmuyorsunuz ama. Tamam tamam, mızıklanmaca yok, bu sefer ben bakacağım ilk paragrafa:

İyi bir insan olabilmek, başkaları ile uyum, saygı ve sevgi içinde yaşayabilmek, kavgasız gürültüsüz, mutluluk içinde. Hayat boyu ruhu huzurlu bir yaşam sürebilmek, yapabildiği her şeyden memnun kalabilmek, yapamadıklarının ardından el sallayabilmek. Kendisi ile fısıldaşırken pişman olmadan, keşke demeden, kabullendiğiniz bir diyaloğu tamamlayabilmek. İşte bütün mesele bu…

Bazen boş kağıt vermek, saçma sapan cevaplardan iyidir, hiç olmazsa değerlendirmeyi yapacak olan kişiyi yormamış olursunuz. Eğer değerlendirmeyi de siz yapmak zorundaysanız; ne diyelim, vay halinize.

Hiç bir insan kendi kendini değerlendiremez, çünkü kendi değerini bilemez. Herkesin istediği değer verilmektir, değerlendirilmek değil. Tekrarlattıramayacağınız o son geldiğinde, değeriniz bilinenlerden olabilmeniz kadar değerli bir şey yoktur…

Bu kadar okuduktan sonra, yine de değerinizin farkında değiller mi? O zaman geriye bir seçenek kalıyor: Özür dilerim, artık tekrar ilk paragrafa dönemeyeceğim… Bu seferlik başlık ile yetinseniz olmaz mı?

Tekrar’ın sonu…

* Yok yok, korkma sakın, yazı burada bitti… Son’un tekrarını yaşatmayacağım size 🙂


Like it? Share with your friends!

Ahmet Gencal
İngilizce öğretmeni. Psikolojik denemeler ve öyküler ustası. Zamanla tıpkı bir çaykara gibi arıtılıp gün yüzüne çıkan damıtılmış yaşanmışlıklarını eserlerinde kullanıyor.

0 Yorum

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir