“Gerçek sevgilerde mesafe; nefes alışımız kadar kısa, kalp atışımız kadar yakınmış…”
“ Sana nefesin kadar yakınım” demiştin. Artık yoksun ya nefes almıyorum. Almama da gerek yok zaten.
Seni unutmak için geldiğim bu şirin sahil kasabasının geceleri de bir harika biliyor musun? Kaldığım ev denize sıfır, her gece odamdan dışarı çıkıp sahilde çıplak ayaklarımla kumlara basıyor, adımızın baş harflerini aralarına kalp koyarak yazmadan duramıyorum. Ben yazıyorum, dalga siliyor; ben yazıyorum, dalga siliyor… Usanmadan yazıyorum. Güya seni getirmedim yanımda. Mekân değiştirmenin bir faydası yokmuş. Uzaklaşmak, unutmak için yeterli değilmiş çünkü insan nereye giderse gitsin kalbini de götürürmüş. Gerçek sevgilerde mesafe- senin de ayrılırken söylediğin gibi- nefes alışımız kadar kısa, kalp atışımız kadar yakınmış. Bu gece de yıldızlar bizim için gökyüzünde raks ediyor. Görüyor musun? Ruhumu daha net görebilmen için bedenimdeki bütün makyajları sildim bu gece. Kadını güzel gösteren her şeyi yok ettim. Ruhumu güzelleştirerek bedenimi süsledim, çirkinleştim çoğuna göre. Sırf sen dışımdaki beni değil içimdeki beni gör diye. Yalnızca beni görmen için değil içimdeki çığlığı da duyman için yumurta akı içtim ben! Benden yola çıkarak içimdeki BİZ’i gör ve beni duy diye… En doğal halimleyim şimdi ve soruyorum sana gördün mü beni? BİZ’i? Peki ya duydun mu hiç?
Farklı şehirlerde olsak da belki de aynı yıldıza bakıp birbirimizi düşünüyoruzdur kim bilir? İhtimalinin bile güzel olduğu gecenin zifiri karanlığında iskeleye doğru yavaş yavaş ilerliyorum, üzerimde beni ilk kez gördüğün ve en sevdiğin beyaz uzun elbisemle gelin gibiyim. Etrafıma bakıyorum, herkes en tatlı uykusunda şu an. Ormandan gelen cırcır böcekleri ve kıyıya vuran hafif dalga sesleri dışında bir ses yok. Ilgın ılgın esen meltem, gün batımı kızılı uzun saçlarımı savururken milyonlarca yıldız adeta gülümsüyor bana, iskelenin sonuna kadar geliyor duruyorum. Gözlerin geliyor gözümün önüne ve ellerin, o hiç dokunamadığım. İnsan hiç dokunamadığı birini bu kadar sevebilir mi? Ellerimiz dokunmasa da kalplerimiz ve ruhumuz çoktan sarmaş dolaş olmuş. Gözümden akan bir damla yaşın denize ulaşma çabası içinde olduğunu fark edip bir anda hiç düşünmeden tüpsüz dalan acemi bir dalgıç misali bırakıyorum kendimi suya. Buz gibi deniz suyu bedenimi diriltiyor önce, üşüyorum. Sonra bambaşka bir dünya olan denizin huzur veren sesini dinlerken uzaklardan gelen bir plankton sürüsüne çarpıyor, onlara el sallıyorum. Ben ellerimi salladıkça ışıl ışıl bütün bedenimi kaplıyor, her hareketimde vücudumda oluşturdukları yakamoz ile beni bir yıldız gibi parlatıyorlar. Gökyüzünden beni seyreden yıldızları kıskandıracak güzellikteyim şimdi. Kıpkırmızı parlayan saçlarım suda dağılırken zaten beyaz olan yüzüm, güneş ışığının yansıttığı kar gibi. Gözlerimi kapatıp dibe doğru süzüldükçe süzülüyorum. Basınç bir yerde kulaklarımı patlatacak gibi oluyor. Gözlerimi açtığım anda sen tam karşımda daha derinlerden gülümseyerek bana elinle “gel” işareti yapıyorsun. Gitmek istiyorum, kendimi sana doğru bırakırken nefesim yetmiyor. Bir anda çıkmaya karar veriyorum, çırpınıyorum, çırpınıyorum ama o kadar derinlerdeyim ki çıkamıyorum. Beni gören balıklar üzülüyor halime. Planktonlar daha da aydınlatıyorlar denizi. Öyle bir muamma ki hem çıkmak istiyorum bu sudan hem de sonsuza kadar denizde yaşayan bir yakamoz olmak. Sen olmadıktan sonra denizde bir yakamoz olmamın da anlamı yok. Karada zaten nefes alamayacağımı biliyorum bu yüzden denizde boğulmayı karada boğulmaya yeğliyor bedenim.
Bir denizaltı sinemasına gelmişim gibi yaşadığımız en güzel anları seyrederken yanımdan geçen iki mutlu balığı, birazdan daha büyük bir balığa yem olma ihtimallerine rağmen kıskanıyorum. Ağlayamıyorum ama tüm vücudum ıslak ve ben denizde sonsuza kadar yaşayacak bir yakamozum şimdi…
Aslı GÖKMEN
0 Yorum