“Şöyle otur istersen.”
Sesinin tınısı kadının tüylerinin hala diken diken olması için yeterli bir etkiye sahipti. Bank bile sayılamayacak, yerden biraz yüksekçe duran uzun tahtanın üzerine onun yanına oturdu. Onu nasıl özlediğini düşünmek bile midesinin bulanmasına yetiyordu. Şimdi böyle yanı başında dururken bununla nasıl baş edeceğini tam olarak bilemedi. Geçen beş yılın ardından tesadüfler evreni onları yeniden karşı karşıya getirmek için bir çaba göstermiş ve Üsküdar’da bu köşeyi seçmişti. Bir saat kadar önce evden çıkarken aklından bir anda onu göreceği düşüncesi geçmişti. Bugün onunla karşılaşacağını bilerek evden çıkmıştı desek yalan olmaz. Yine de aurasına bu kadar yakın olmak midesinde kramplara sebep oluyordu. Beş yıl önce bir gün kırılan kalbinden sarı katrana benzer bir sıvı sanki tüm vücuduna yayılmış ve onu geri dönüşü olmayan bir biçimde zehirlemişti. Artık aralarındaki havaya da sızıyordu bu zehir. Sarı bir bulutla dolaşırmış gibi beraberinde her yere gidiyor, onunla karşılaşma ihtimali olan bu anlarda daha keskin bir hal alıyordu.
“Neden gittin?” dedi kadın. Matem duygusu en çok böyle zamanlarda belirginleşiyordu onun için. Yüzleşmesini gerektiren o noktada. Asla kendini suçlu görmeyen birine böyle bir soru yöneltmek istediği son şeydi. Ama içini bir kurt gibi yiyip bitiren, yıllar önce ilişkilerinin bitişine de sebep olan bu keskin gidiş bir sebep dâhilinde olmalıydı. Belki o durumda yitip giden değerlerimi kazanabilirim diye düşündü. Sanki cevabı bilmiyormuş gibi. Bir insanla ilgili onu tanımadan önce önyargı sandığınız tahminlerin doğru çıkışına tanık olmak yüksekçe bir uçurumun kenarında durup o açıklığın yüksekliğini tam olarak tahmin etmeye benziyordu. Korkak birini sevmenin yanlış olduğunu en baştan biliyordu. Korkunun nihayetinde saygıdan da sevgiden de üstün çıkacağı belliydi.
Adam küçük burun deliklerinden göğsünü tamamen dolduracak derin bir nefes aldı. Daha çok bir iç çekişi andırıyordu. Kadınla tanıştıkları yıllara kıyasla yüzündeki genç ifade kaybolmuş yerini daha derin, yaşlı ve üzgün bir ifadeye bırakmıştı. Saçları biraz açılmış ancak bıyıkları ve sakalları yaşının da getirdiği metanetle gürleşmişti. İkisin de midesi ölesiye bulanıyordu. Tıpkı bir geminin şiddetli bir fırtınaya yakalanıp denizde bir sağa bir sola alabora olması gibi, tıpkı ilk karşılaştıkları gün ki gibi. Bazı aşklar midenizde kelebeklerin uçuşmasıyla başlar, bazıları karnınıza yediğiniz bir yumruk hissiyle. Bazen o aşkın başladığını bile anlayamayacağınız ılık bir sızıyla karnınıza dolar. Nasıl olursa olsun aranızdaki ilişkinin bir cenin gibi karnınızda şekillendiği kabul edilmelidir. Orada birini ya da birinin aşkını taşırsınız. Çoğu insan bunu yaptığının bile farkında olmadan büyütür aşkını. Bir gün artık gitmesi gerektiğinde ise doğum sancılarını hissetmeye başlarsınız.
“Buna verebileceğim bir cevap yok.”
‘Artık özür dilemek için de çok geç.’ diye geçirdi kafasından kadın. Adam bir kez olsun neden olduğu tahribatı düşünmüş müydü? Elbette hayır. İnsan arkasına bile bakmadan gidebilecek kadar bencil bir varlığa dönüştüğünde geride kalan hiçbir şeyin o kadar da önemli olmadığı açıktı. Aslında artık kimsenin zerre kadar umurunda da değildi. Karınlarında yer alan aşk katledilmişti. Bunun davası olmazdı.
Kadının aklından birkaç yıl önce adam tarafından gazetede yayınlanmış bir yazı geçti. Bir yakını vefat ettiğinde sayfanın yarısını kaplayacak şekilde verilen ilanlara benziyordu bu yazı. Herkese kadın hakkında duyduğu nefreti ve gidişiyle ondan intikam aldığını anlatmaya çalışıyordu sanki. Ancak daha çok yaptığı hatanın yükünü daha fazla taşıyamayan garip bir adamın bu yükü dağıtma çabasına benzemişti. Birini tanımak yıllarınızı alırdı. Birine duyduğunuz öfkeyle karakalem onu karalamak belki beş belki on dakikanızı. Hem de saygıdan böyle yoksun bir biçimde.
“Gazeteyi okuduğumda üzülmedim. İlk anda bir öfke duydum ama bu da üzün sürmedi. Çünkü artık benim için bu öfkeyi bile hak edecek kadar değerli değildin.” dedi. Sesi öyle düşük bir tonda çıkmıştı ki buna kendisi bile şaşırmıştı. Önce kendi ellerine, ardından onunkilere baktı. Yüzündeki tepkiyi ya da kalbinden geçenleri bilmek istemiyordu. Hafifçe bankta kaykıldı. Ondan uzaklaşmak için bilinçsizce yaptığı bir hareket olmuştu bu. Karşıdaki çiçekçiye, kenardaki çay ocağına, yoldan gelip geçen insanlara bakındı. Beş yıl önce kalbinin ilk acıdığı anı düşündü. Kimse kimsenin kalbini böyle kırmamalıydı. Ama artık bir önemi yoktu, zaman aşımına uğramıştı.
Mine hanım duygular öyle hissediliyor ki içim acıdı inanın ve aklıma Cemal Süreyya ‘nın kadınlar susarak gider şiiri geldi … tebrikler kaleminize
Arzu hanım yorumunuz beni çok mutlu etti, teşekkür ederim