İncetezat | İnce Tezat https://www.incetezat.com Mon, 28 Dec 2020 22:02:03 +0000 tr hourly 1 https://wordpress.org/?v=5.8 https://www.incetezat.com/wp-content/uploads/2018/09/thumbnail_favicon.png İncetezat | İnce Tezat https://www.incetezat.com 32 32 Henüz Vakit Varken https://www.incetezat.com/oyku/henuz-vakit-varken-5/?utm_source=rss&utm_medium=rss&utm_campaign=henuz-vakit-varken-5 https://www.incetezat.com/oyku/henuz-vakit-varken-5/#respond Sat, 13 Jun 2020 09:00:00 +0000 https://www.incetezat.com/?p=4696 Henüz vakit varken, içinde hiçbir şey kalmadan gidebilmek uğruna aklından geçenleri tek tek gerçekleştirmeye karar verdi. O bu karara varınca aklı da edindiği cesaretle normalinden daha haylaz fikirler üretir oldu. Eh mantık denen süzgecin yokluğunda basit bir hesabı kapatma isteğinin akılsız baş ayak durumuna dönmesi çok da sürmedi. Kendini hastanede bulduğunda onu oraya getiren olaylar...

The post Henüz Vakit Varken first appeared on İnce Tezat.]]>

Henüz vakit varken, içinde hiçbir şey kalmadan gidebilmek uğruna aklından geçenleri tek tek gerçekleştirmeye karar verdi. O bu karara varınca aklı da edindiği cesaretle normalinden daha haylaz fikirler üretir oldu. Eh mantık denen süzgecin yokluğunda basit bir hesabı kapatma isteğinin akılsız baş ayak durumuna dönmesi çok da sürmedi. Kendini hastanede bulduğunda onu oraya getiren olaylar dizisi gözlerinin önünde sıralandı. Her biri yapmaktan memnun olduğu ancak bir o kadar da felaketle sonuçlanması mümkün şeylerdi. Mesela elektrik direğine tırmanıp sesinin yettiğince, gittiğini haykırırken etrafına toplanan halktan linç yeme yahut çarpılma olasılıklarını kabul etmişti. Neyse ki ikisi de gerçekleşmedi. Kalabalık, onun deli olduğu konusunda fikir birliğine varırken o; direkten indi, elini kolunu sallaya sallaya yürüdü. Sonra koşmaya başladı. Bacakları yıllardır yatalak birinin ilk adımlarını atışındaki kadar heyecanlı, aynı zamanda arkasından atlı kovalıyormuş gibi de süratliydi. Ancak atlı falan yoktu gerçekte. Hatta aksine adamın üzerinde inanılmaz bir hafifleme, bir özgürlük vardı. Bu kez koşuşuna ıslık ekledi. En sevdiği şarkıyı mırıldanmaya çalıştı, sonra bir diğerini. Ve biraz daha az sevdiğini derken belki de 3-5 melodi birbirine karışmış, adamın ardında bıraktığı rüzgarla etrafa dağılır olmuştu. Şüphe yok ki bu görüntüye şahitlik eden herkes de az önceki toplumdan farklı düşünmedi. O özgürleştikçe, deli olduğuna kanaat getirenler arttı, arttı.  

Adam yorulunca hayatında en keyif alarak koştuğu maratonu bıraktı. Yapayalnız bir otobüs durağına oturdu. Amacı hem dinlemek hem de kendi sıcağını biraz olsun durağın soğuk demirleriyle paylaşmaktı. İşte şimdi, normal bir insandı. Bekliyordu. Saate ve giysisine bakılırsa işten çıkmıştı. Kesin eve gidiyordu. Başka nereye gidecekti ki? Hatta bir eşi, iki çocuğu vardı. Biraz sonra iki otobüs art arda geldi. Adam binmedi. Her halde bunlar evinden geçmiyordu. Beklemeye devam etti. İki, üç, dört, beş derken bütün otobüsler onsuz ayrıldı duraktan. İyiden iyiye işkillenen, yolun karşısındaki dönerci dayanamadı. Bıraktı işini, geldi. Hayalindeki iki çocuklu adam geçen bir saat içinde sivil polisten bombacıya, hırsıza her türlü üst düzey gizli ya da aykırı şeye dönmüştü. Kahramanca yaklaşıp ona neyi beklediğini sordu. Evet kahramanca! Esnafı olduğu mahallesini, hatta iş daha ciddiyse ülkesini bu tuhaf tehlikeden korumak yoluna atılmış bir fedaiydi çünkü dönerci.

Tehlikenin aklına gelen ise anında diline düştü: döner söylemiştim, hala hazır değil mi, dedi. Dönerci bir an korktu ve adamın alaycı gülüşüyle aşağılanmış hissetti. Deli midir nedir, dedi, tövbeler çekerek ayrıldı oradan. Adam da kalktı, “bir döner yiyeyim” diye geçirdi içinden. Kendini korna seslerinin, ona söven sürücülerin arasında yolun karşısına attı ve dükkâna sahibinden önce vardı. Bu kez dönerci sinirlendi, deliyi kovmaya çalıştı. Yalnız deli kafasına koymuştu. Döner yiyecekti. Kovuldukça daha da çıldırdı. Oturdu, insanların masalarına. Onların yemeklerine saldırmaya başladı. Eh, iyi bir dayak yiyip hastanelik olduğu zaman da buydu.

Şimdi yarı bilinçli haliyle, temiz ve ruhsuz hastane odasında her şeyi tekrar yaşayınca anladı adam. Henüz vakit varken, henüz terk etmemişken dünyayı bir güzel delirmek istiyordu. 

Betül Nisa GENÇ

The post Henüz Vakit Varken first appeared on İnce Tezat.]]>
https://www.incetezat.com/oyku/henuz-vakit-varken-5/feed/ 0
Değirmen-Kitap İncelemesi https://www.incetezat.com/inceleme/degirmen-kitap-incelemesi/?utm_source=rss&utm_medium=rss&utm_campaign=degirmen-kitap-incelemesi https://www.incetezat.com/inceleme/degirmen-kitap-incelemesi/#respond Thu, 26 Mar 2020 09:57:06 +0000 https://www.incetezat.com/?p=4324 Yazarın Adı: Sabahattin Ali Kitabın incelenme sebebi: Sabahattin Ali’nin Değirmen adlı öykü kitabını inceleme sebebim, yıllar sonra değerini anladığımız Türk edebiyatının büyük yazarlarından olan Sabahattin Ali’nin kalemini bir de öykü türünde tanıma isteğimdi. “Kürk Mantolu Madonna” adlı şaheseri ile yıllar sonra herkes tarafından adından söz edilen bu yazara, en azından hak ettiği saygıyı biraz olsun...

The post Değirmen-Kitap İncelemesi first appeared on İnce Tezat.]]>

Yazarın Adı: Sabahattin Ali

Kitabın incelenme sebebi: Sabahattin Ali’nin Değirmen adlı öykü kitabını inceleme sebebim, yıllar sonra değerini anladığımız Türk edebiyatının büyük yazarlarından olan Sabahattin Ali’nin kalemini bir de öykü türünde tanıma isteğimdi. “Kürk Mantolu Madonna” adlı şaheseri ile yıllar sonra herkes tarafından adından söz edilen bu yazara, en azından hak ettiği saygıyı biraz olsun kendi açımdan verebilmekti.

Kitabın Konusu: Bu kitap, her ne kadar öykü kitabı olsa da içinde 16 farklı öykü barından bir kitap. Her bir hikâyesinin konusu farklı olsa da ortak olan konu, hepsinin müthiş bir kalemle ele alınmış olmaları. Sabahattin Ali, kimi öyküsünde bir dilencinin sevdiği için ne kadar ileri gidebileceğinden bahsederken, bir öyküsünde de devletin ileri gelenlerinin hiçbir taşa elinin altını sokmaması ve halka tepeden nasıl baktığını gözler önümüze sermiştir.

Kitabın kendi alanı içindeki yeri ve önemi: Değirmen adlı kitabın kendi alanı içindeki yeri ve önemine gelecek olursam, türü öykü olduğu için ve Sabahattin Ali’nin kaleminden çıktığı için dönemin aşkını da haksızlığını da çok güzel yansıttığı için o dönemki hayat koşullarını anlatmada önemli bir eser olduğunu düşünüyorum.

Yazarın Hayatı ve Eserleri: Ülkemizin önemli yazarlarından ve şairlerinden olan Sabahattin Ali 25 Şubat 1907’de Kırklareli’de doğdu. İstanbul’daki Muallim Mektebi’nde aldığı nitelikli eğitim sayesinde Yozgat’ta öğretmenlik yapmaya başladı. Birkaç yıl sonra Milli Eğitim Bakanlığı tarafından yabancı dil eğitimi alması amacıyla yurtdışına gönderilen isimler arasındaydı. 1928-1930 yılları arasında yabancı dil eğitimini Almanya’daki bir dil fakültesinde aldı. Burada Ivan Turgenyev, Edgar Allan Poe, Thomas Mann gibi yazarların eserleriyle tanıştı. Sabahattin Ali’nin bu yazarlardan etkilendiği görülmektedir. Türk Ulusu’na hakaret eden koyu milliyetçi bir Alman gencini tartakladığı gerekçesiyle Almanya’daki eğitimi sonlandırıldı ve Türkiye’ye gönderildi. Bazı kaynaklar, Ali’nin Türkiye’ye dönüşünün sebeplerini başka nedenlere bağlamaktadır. Türkiye’ye döndükten sonra önce Bursa’da öğretmenlik yaptı; ardından Aydın’da bulunan bir okulda Almanca öğretmeni olarak çalıştı. Ali, Atatürk’e hakaret ettiği gerekçesiyle ve çeşitli politik suçlamalar nedeniyle tutuklandı ve Sabahattin Ali’nin yaşam öyküsündeki yeri iyi bilinen Sinop Cezaevi’ne gönderildi. Suçlamaların yersiz olduğunu kanıtlarcasına Atatürk’e ithaf ettiği Benim Aşkım adlı şiirini ve başka bir amaçla da Esirler adlı tiyatro oyununu yazdı. Ayrıca ülkemizde çok sevilen şarkı “Aldırma Gönül”ü de Sinop Cezaevi’nde geçirdiği günlerde yazdı. Eşi Aliye Hanım’la 1935 yılında evlendi. Bu evlilikten Filiz Ali adında bir çocukları oldu. Filiz Ali 5 yaşındayken yazdığı, en iyi bilinen Sabahattin Ali kitaplarından olan Kuyucaklı Yusuf romanı büyük tartışmalara yol açtı. Hatta Hüseyin Nihal Atsız, bu romana karşılık olarak İçimizdeki Şeytanlar adında bir eser yazmıştı. Sabahattin Ali, birçok kez askere alınmıştı. Askere alınma sebeplerinden biri II. Dünya Savaşı seferberliğiydi ve ülkemizde hâlen çok satan Kürk Mantolu Madonna adlı meşhur eserini bu yıllarda askerdeyken yazdı. İlerleyen yıllarda İstanbul’a gelen yazar, arkadaşı önemli güldürü yazarımız Aziz Nesin’le beraber Marko Paşa adındaki mizah dergisini çıkardı. Dergi zamanla siyasî hicivci bir hal alınca Sabahattin Ali’nin hakkında birtakım davalar açıldı ve yeniden tutuklandı.

Sabahattin Ali, son yıllarında ekonomik bunalım yaşıyordu ve tanıdıklarının yardımıyla bir kamyon edinerek nakliyecilik yapmaya başladı. Ayrıca o dönemde Türkiye’den ayrılmak istiyordu ve yakınlarına Avrupa’ya gitmek istediğinden bahsediyordu. Pasaport sahibi olamayan Sabahattin Ali, yasa dışı yollarla ülkeden kaçmaya çalıştı; fakat sebebi hâlen netlik kazanmayan bir nedenden ötürü 1948 yılında hayatını kaybetti ya da öldürüldü.

Romanlar: Kuyucaklı Yusuf, İçimizdeki Şeytan, Kürk Mantolu Madonna

Öyküler: Değirmen, Kağnı, Ses, Yeni Dünya, Sırça Köşk

Deneme: Çakıcı’nın ilk Kurşunu,

Şiirler: Dağlar ve Rüzgâr, Öteki Şiirler

Oyunlar: Esirler

Mektup: Canım Aliye, Ruhum Filiz

Kaynak: https://www.dr.com.tr/Yazar/sabahattin-ali/s=253771

Kitabın Özeti: Daha önce de belirttiğim üzere kitapta 16 farklı öykü var ancak bu öykülerin hepsi aslında bir yaşam dersi de barındırıyor kendi içinde. Kitap ismini aldığı “Değirmen” adlı öyküsüyle başlıyor. 16 farklı hikâyenin özeti anlatılamasa da aralarından çok beğendiğim Değirmen’in öyküsünü özet şeklinde anlatmaya çalışayım: Bir çingene kafilesinin barınacak yer gezmesi sebebiyle bir değirmenin de bulunduğu alana yerleşmesiyle başlıyor aslında hikayemiz. Kafilede sözü dinlenilen bir dilencinin ağzından duyduğumuz bu hikâyede, bir aşkın ne kadar can yakıcı ve can yakılmadan da sevginin gerçek kudretine, özüne ulaşılamayacağı resmedilmiş. Sözü dinlenilen dilencinin kafilesinde yakışıklı bir dilenci, daha önce gönlünü hiç kimseye kaptırmamış olsa da kamplarını kurdukları yerin yanında bulunan değirmenin sahibinin kızına âşık olur. Kız da her ne kadar gönlünü bu dilenciye kaptırmış olsa da “bir engel” aşklarının ortasına bir hudut çizmektedir. Kızın bir kolu yoktur. Oğlan için her ne kadar bu durum bir sorun teşkil etmese de kız kendisini aciz hisseder ve ileride çıkacak bir kavgada oğlan sessiz kalırsa ona acıdığından ya da kızdığında birlikte olduğuna pişman olduğundan kızacağı düşüncesi ile her ne kadar yüreği yansa da kıza buradan gitmesini söyler. Sözü geçen dilenci bu durumu öğrendiğinde kahramanımıza diyecek pek bir şey bulamaz. Bir gün değirmen de kahraman dilencimiz müzik hünerini gösterirken içli içli çalar ve sonra bir anda kolunu değirmene atar ve işte şimdi eşitlenirler. Aslında Sabahattin Ali bu duygu yüklü hikayeyle aşkın hiç de kolay olmadığını, dilde tütenin gönülde bitmesiyle aşkın var olacağını bizlere hatırlatmaktadır. Aşk böyledir işte…

Kitabın bölümlerinde işlenen konular: Yukarıda da belirttiğim üzere ilk hikâye bizi aşkla karşılamasına rağmen günlük hayatın içinden Sabahattin Ali estetiğiyle harmanlanmış türlü türlü hikayeler bizi beklemekte. Zaten kitabın ilk kapağında da belirtildiği üzere Sabahattin Ali gördüğü rahatsızlıkları, adaletsizlikleri kitaplarına yansıtmış bir yazardır ve bu kitapta da hayatında gördüğü, içini acıtan konuları kalemiyle bütünleştirmiştir.

Kitabın hedef kitlesi: Değirmen adlı hikâye kitabının hedef kitlesi; bütün insanlık diyebilirim rahatlıkla. Çünkü herhangi bir yerde Sabahattin Ali varsa orada hayatın dramını, eleştirisini her insanın da tattığı estetikle en derinden bulabilirsiniz.Derdiniz mi var? Biraz daha dert dinlemek isterseniz ve derdinizin aslında dert olmadığını da öğrenmek isterseniz, buyurun Sabahattin Ali sizi bekliyor…

Kitapta kullanılan dil: Cumhuriyet döneminin en önemli yazarlarından olan Sabahattin Ali’nin ne kadar büyük bir yazar olduğunu, daha önce duymadığım, kullanmadığım kelimeleri yüzüme çarptığı anda anladım. Kitapta bilmediğiniz kelimelerin altta tanımı olacağı için endişelenmenizi gerektirecek pek bir durum olduğunu düşünmüyorum. Tabi ki de bu, kelime darağacınızla yüzde yüz ilişkili. Mesela ben biraz cahil kaldığım için, bazı kelimeleri okurken internetten sözlüğe de bakarak cahilliğimi bir nebze de olsa bastırmaya çalıştım. Ama mesele, tabi ki de süslü kelimeleri kullanıp anlamsızlığa yol açmak değil; aksine o konunun bütünlüğüne yakışacak kelimelerinin serpiştirilmesidir. Bu mesele de Sabahattin Ali’nin meselesi olduğu için bize sadece kullanılan dile bakıp hayran olmak ve alkışlamak düşüyor. Bu sebepten bahisle her ne kadar bilmediğiniz kelimeleri görseniz de bu hikâyenin anlamını değiştirecek kadar yoğun bir durum oluşturmuyor.

Kitap Dış Kapak Tasarımı: Kitap dış kapak tasarımına gelecek olursam; değirmen resminin kitap kapağında yerini alması, arka sayfa da ise kitabın çok kısa bir anlatım ile okuyucuya sunulması keyif verici diyebilirim. Tabi ki karbon kitaplar yayınevinin çıkardığı cep boy kitabı ile daha şık olduğunu ve her yerde okuyabilmeniz hususunda gayet elverişli bir kitap oluşturulduğunu söyleyebilirim.

The post Değirmen-Kitap İncelemesi first appeared on İnce Tezat.]]>
https://www.incetezat.com/inceleme/degirmen-kitap-incelemesi/feed/ 0
Büyük Kederler Küçük Öyküler-İnceleme https://www.incetezat.com/inceleme/buyuk-kederler-kucuk-oykuler-inceleme/?utm_source=rss&utm_medium=rss&utm_campaign=buyuk-kederler-kucuk-oykuler-inceleme https://www.incetezat.com/inceleme/buyuk-kederler-kucuk-oykuler-inceleme/#comments Sat, 22 Feb 2020 08:25:34 +0000 https://www.incetezat.com/?p=4181 Kitabın Yazarı: Ali Lidar Yayınevi: İthaki 1.Baskı: Eylül 2019 ISBN: 978-605-7762-12-2 Sayfa Sayısı: 112 Tamam siz iyisiniz biz kötü.Tamam siz galipsiniz biz mağlup.Tamam dua bile ederiz, çomak değmesin tekerinize.Tamam eğdik boynumuzu, tamam!Bir park…Genişçe bir park gösterin bizeGerisi komple sizin olsun Genişçe bir park verin tek bize… Kitabı inceleme sebebim; Ali Lidar’ı çok geç tanıyan biri...

The post Büyük Kederler Küçük Öyküler-İnceleme first appeared on İnce Tezat.]]>

Kitabın Yazarı: Ali Lidar

Yayınevi: İthaki

1.Baskı: Eylül 2019

ISBN: 978-605-7762-12-2

Sayfa Sayısı: 112

Tamam siz iyisiniz biz kötü.
Tamam siz galipsiniz biz mağlup.
Tamam dua bile ederiz, çomak değmesin tekerinize.
Tamam eğdik boynumuzu, tamam!
Bir park…
Genişçe bir park gösterin bize
Gerisi komple sizin olsun
Genişçe bir park verin tek bize…

Kitabı inceleme sebebim; Ali Lidar’ı çok geç tanıyan biri olarak son kitabındaki sohbeti kaçırmak istemememdi aslında. Kendisini çok geç tanıyan (tesirsiz parçalar adlı kitabını çok geç okuyarak) biriyim ve onu okurken sanki yıllardır tanıdığım bir dostumla, bir büyüğümle dertleşir gibi hissettim. Sanki Ali Lidar “derdin mi var? Derdini de al gel, ben de yazılarımla sofrayı kurayım. Güzel bir edebiyatla demlenelim.” diye sofraya çağırdı. Bu davete gitmemek olmazdı…

Kitabın Konusu: Kitabın konusuna gelecek olursam; Ali Lidar, kendi hayatındaki, kimi zaman üzen, kimi zaman ders veren ve kendisinin de ders çıkarttığı olayları bize anlatıyor. Âşık olup da kitabını sevdiği kıza verip ceza almayı göze alan öğrencisinden tutun da yıllar sonra dahi olsa sevdiği kızı unutamamasından, parkların neden ona mesken olduğuna ve özellikle de fakirlikten iki çocuğunu da bu dünyada bırakmak zorunda kalıp kendini yan odada asan Emine Akçay’a kadar hayat ile ilgili ciddi hususları bize aktarıyor.

Kitabın kendi alanı içindeki yeri ve önemi: Şunu rahatlıkla ifade edebilirim ki Ali Lidar’ın okuduğum ikinci kitabında da (şu ana kadar tesirsiz parçalar dışındaki kitaplarını okumamam tamamen benim cahilliğim) aynı hisle karşılaştım. Dedim ki “bu yazar beni anlatıyor.” Aslında beni de anlatmıyor, “bizi” anlatıyor. Eğer bir kitapta kendinizi başrolde görmek isterseniz “buyurun o zaman, aşkın kurbanı olmaya, kütüphanelerde kaybolmaya, platonik olup da aldatılmaya, dayak yemeye, az insanla huzur bulmaya, parktaki dayı ile felsefi konuşmaya, meyhaneci dayı ile hayat üniversitesini bitirmeye, öğretmen iken mesleğini sevmemeye, şiir yazmaya, Holden Caulfield’a, hâlâ unutamamaya, beklemeye” hazır olun.

Ali Lidar Eskişehir doğumlu öğretmen ve yazardır. Eskişehir Üniversitesinde Felsefe Öğretmenliği bölümünden mezun olmuş ve Anadolu Lisesinde öğretmenlik yapmaktadır. Yaşamı hakkında çok fazla konuşmayan Lidar tam bir Eskişehir hayranıdır. Ayrıca Küçük Prens kitabına olan ilgisini okulunda sergi açması ve ileride Eskişehir’de Küçük Prens müzesi kurmak istemesinden anlayabiliyoruz. Ali Lidar’ın ilk kitabı olan Tesirsiz Parçalar kitabının kapağında yer alan arabanın Plakası merak uyandırmış onun için 26 ŞRT 26 plakasını şu şekilde anlatmıştır; ŞRT Şirintepe anlamına gelirken 26 da Eskişehir tutkusundan kaynaklı bir seçimdir.5 Çocuklu bir ailede büyüyen Ali Lidar Şeker Fabrikasında çalışan işçi bir babanın çocuğu için genç yaşta çalışmaya başlamış. Bunun yanı sıra İnsomnia hastası olan yazar bu hastalığı ile zaman için barışmıştır. Kitaplarında kullandığı üslubu ve dili bakımından kendini diğer yazarlardan ayrı bir özelliği ile öne çıkarmaktadır. Kitap okuma aşığı bir yazar olarak İlhan Berk, Oğuz Atay ve Murat Menteş gibi yazarlardan etkilendiğini söylemiştir. Calvino ve Perec’den ise daha fazla etkilenmektedir. Lidar şiirlerini sohbet havasında yazar, dile dökülmesi kolay olmayan şeyleri kolaylıkla anlatabilmesi yazdıklarında herkesin kendinden bir parça bulabilmesi günümüzün en sevilen yazarlarından olmasını sağlamıştır. (https://kidega.com/yazar/ali-lidar)

Kitapları: büyük kederler küçük öyküler, Kişisel Edebiyat Atlası, Hayata Rağmen Edebiyat, Z Raporu, Yolun Başı, Tesirsiz Parçalar, Olmamış Kahraman Emeklisi, Alengirli Şiirler, Aslında Herkes Haklı

Kitabın Özeti: Kitapta yazarın başından geçen olaylar anlatılıyor aslında. Ehliyet kursunda olmanın varlığını sorgularken birden kırmızı tuborgla parkta demlenirken buluveriyoruz Ali Lidar’ı. Ders verirken kendini de cesurca eleştiriyor ve yaptığı hatayı da yüzüne vurmaktan, bizlere haykırmaktan çekinmiyor. Bir okurunun yazısıyla dahi karşılaşıyoruz; yalnızlığıyla biz de yalnızlaşıyoruz. Özetle biz de dertleniyoruz. O, solcuyken biz de solcu, aşıkken biz de âşık oluyoruz. Kandırılınca biz de kandırılıyoruz. Özet olarak; kendinizi okumak, kendinizi dinlemek isterseniz buyurun büyük kederler küçük öyküler sizi bekliyor efendim.

Kitabın bölümlerinde işlenen konular, Ali ile başlayıp Ayşe, Fatma, Batu’yu ve bir sürü kalabalık içinde yalnız kalan, şiirle coşan, kitapla dost olan, yüzünde tebessüm içinde keder biriktiren insanlar kitabın bölümlerinde işlenen konular diyebilirim.

Kitaptaki hedef kitlesi: Hedef kitlesi olarak, yukarıda da belirttiğim üzere aslında her yaştan, acıyı kendi içinde biriktirmiş, hayalini gerçekleştirme hayaliyle yaşamış, sevmiş hem de çok sevmiş insanlara yazılmış. Herhangi bir edebiyatseverin konuya takılmayacağını zaten konuyu da kendisi oluşturduğu için kitabı rahatlıkla benimseyebileceğini düşünüyorum.

Kitaptaki Dil: Öncelikle dürüstçe şunu belirtmem gerekiyor ki; ben de deneme yazmaya çalışıyorum. Ama Tarık Tufan’ın da dediği gibi “yazmak ağır bir işçilik” ve en çok zorlandığım “basit yazmak mevzusu.” İnce Tezat’ın kurucusu Murat Altaylı abim de “zor olan basit yazmaktır” demişti. O dilin öyle basit olması gerekmeli ki karşıdaki ile bir sohbet olsun. Ben Ali Lidar ile 108.sayfaya kadar sohbet ettim bu kitabında. Kullandığı dil ve akıcılık ile parkta oturduk, sevdiği kızı hatırlayıp iç çektiğinde de yanındaydım, ehliyet kursundayken de. Akıcılık da demek ki böyle bir şeymiş.

Kitap Dışı Kapak Tasarımına gelecek olursam; Kitabın kapağında bulunan buzun üstündeki ördekler yazarın anısından esinlenilmiş olup hatta Gönülçelen (Çavdar Tarlasında Çocuklar) adlı eserde Holden Caulfield’ın kitabındaki davranışından dolayı ortaya çıkmıştır. 

The post Büyük Kederler Küçük Öyküler-İnceleme first appeared on İnce Tezat.]]>
https://www.incetezat.com/inceleme/buyuk-kederler-kucuk-oykuler-inceleme/feed/ 2
Bavul https://www.incetezat.com/siir/bavul/?utm_source=rss&utm_medium=rss&utm_campaign=bavul https://www.incetezat.com/siir/bavul/#respond Thu, 21 Nov 2019 09:00:00 +0000 https://www.incetezat.com/?p=3732 Lâl olmuş duygularımı bir bavula sığdırıpYok olmalara gitmek istiyorum.Yüksüz bir gemi limanda,Hazırlanırken yolculuğaİçim titriyor, renkli masallara… Katrelerin derininde giz olmuş buğulara sığınıpKaybolarak buharlaşmak istiyorum.Safi bir umut içimdeBavulum da biraz iriceDöküyorum aşağıya güverteden,Sessizce…

The post Bavul first appeared on İnce Tezat.]]>

Lâl olmuş duygularımı bir bavula sığdırıp
Yok olmalara gitmek istiyorum.
Yüksüz bir gemi limanda,
Hazırlanırken yolculuğa
İçim titriyor, renkli masallara…

Katrelerin derininde giz olmuş buğulara sığınıp
Kaybolarak buharlaşmak istiyorum.
Safi bir umut içimde
Bavulum da biraz irice
Döküyorum aşağıya güverteden,
Sessizce…

The post Bavul first appeared on İnce Tezat.]]>
https://www.incetezat.com/siir/bavul/feed/ 0
Otoban https://www.incetezat.com/oyku/otoban/?utm_source=rss&utm_medium=rss&utm_campaign=otoban https://www.incetezat.com/oyku/otoban/#respond Thu, 07 Nov 2019 12:28:52 +0000 https://www.incetezat.com/?p=3685 Adam kendi gökyüzüne uzun bir yol çizdi, toprak bir yol. Tam kendini bu yola atacaktı ki başarıyla çizdiği iki paralel çizginin yürümekle bitmeyecek uzunlukta olduğunu fark etti. Bir araba karaladı bu kez. Tabi düz çizgi çekmek kadar kolay olmamış, aradan birkaç dakika geçmişti. Ancak nihayetinde bir arabaydı işte. Tekerleri vardı ve gayet sağlamdı. Şoför koltuğuna...

The post Otoban first appeared on İnce Tezat.]]>

Adam kendi gökyüzüne uzun bir yol çizdi, toprak bir yol. Tam kendini bu yola atacaktı ki başarıyla çizdiği iki paralel çizginin yürümekle bitmeyecek uzunlukta olduğunu fark etti. Bir araba karaladı bu kez. Tabi düz çizgi çekmek kadar kolay olmamış, aradan birkaç dakika geçmişti. Ancak nihayetinde bir arabaydı işte. Tekerleri vardı ve gayet sağlamdı. Şoför koltuğuna yerleşti. Bir şarkı çalıyordu, kasetten mi radyodan mı bilemedi adam o anda. Güzel bir şarkıydı. Adını hatırlamaya çalıştı. Hatırlayamayınca neyse dedi, anahtarı çevirdi.

Yol, topraktı, taşlıydı hatta. Belki koca kayalar bile vardı içinde. Vitesi 2’ye bile atamazdı bu durumda. Arabayı bir çırpıda sildi. Asfalt dökmesi gerekiyordu çizgilerin arasına. Döktü, yeniden tekerlekler çizdi. Bu kez radyoyu çizerken adını bildiği bir şarkı yazdı üzerine. Tekrar direksiyonun başına geçti, işte şimdi hız yapabilirdi. Ancak etraf çok boş geldi gözüne. Dışarıya benzemiyordu bu haliyle. Yalnız yol vardı, bir de gök. Fazla hayaliydi, fazla eksikti. Yani evet, bir an evvel çılgınlar gibi araba sürmek istiyordu adam ama resim bittiğinde, kendini özgür ve mutlu hissedebilmesi için her şey gerçekle örtüşmeliydi. İki yana ağaçlar çizdi. Hem de cesur, kocaman ağaçlar. Yolun sonuna doğru biraz yaşlanıyordu tabi onlar da. Sonuçta oraya gelene dek zaman geçecekti. Resme aktarılması gereken göz ardı edilmeyecek bir gerçekti zaman. “Çok iyi bir ressamım” diye düşündü adam böbürlenerek. Ancak haklı olduğu söylenebilirdi. Nasılsa şimdiden tablosunu izlemek için sıraya giren 29 kişi vardı ve öne geçmek için birbirleriyle yarışıyorlardı. Kavgalar çıkıyordu, belki kan da akıyordu ama normal değil miydi tüm bunlar? Hele böyle bir ortamda?

Nerde kalmıştık? Ağaçlar. Aslında önce onların var olması gerekmez miydi? Otobanın kenarına hangi deli orman kurardı, daha doğrusu bunu yapacak akıllı var mıydı? Bu kez kendi düşüncesizliğine kızarak tekrar sildi her şeyi. Önce bütün tahtayı, doğup toprağından koparıldığı yerle doldurdu. Resim kusursuz bir ormana dönüşünce izleyicilerine basit açıklamalar yaparak bir bir kesti ağaçları. Ortaya otoban için alan açtı. Sonra asfalt, sonra araba.

Ayağını gaz pedalına koydu. Keyfine diyecek yoktu. Bu keyfi paylaşma mücadelesi ise 29 kişi arasında hala sürmekteydi. Bir zaman sonra adamın eli ondan habersizce ve aniden yola bir atlayış karaladı. Tam aracının önüne. Bir kadın. Bir şeyden kaçıyor. Hayır, hayır bu resimde bu olmamalıydı. Bugün de bunu çizmemeliydi. Adam sağ kolunu tutmaya, durdurmaya çalıştı ancak herhalde hayvani bir hırsla hareket eden elinin arka planda emir aldığı yer çok daha güçlüydü ki beceremedi. Anlı boncuk boncuk terle doldu. Titremeye ve korku içinde “hayır, hayır” diye sayıklamaya başladı. Tabi bütün karşı çıkışı nafileydi. İşte, kadının elbisesinde kan vardı. Adam bunu görüyordu ama görmekten çok biliyordu. “Beni kan tutuyor diyebildi” gözlerini kapatırken. Oysa bu yalandı. Resimden anlayan adamlar birbirini yaralarken bayılmamıştı. Şimdi de yalnız başka bir yerde var olabilmek için burada yok oluyordu zaten. Titrek terli eli ormana kalem yerine silah tutan kendini çizdi. Ve ardından bir kol yardımıyla bir bedene bağladı. Şimdi sürücü koltuğu boştu, adam silahla beraber ormandaydı. Kadın bir yandan yarasını tutuyor bir yandan kaçıyordu, oysa boşuna çabalıyordu. Nasılsa saniyeler sonra katili ona yetişecekti.

Gece vakti adam gözlerini karanlığa açtığında ranzanın tavanında çizdiği kadının doğrudan aşağıya ona baktığını hissetti. Öyle muhtaç ve öyle korkaktı ki bu bir çift göz; adam, onu kurtarmak istedi. Silahın önüne atlayıp geçmişteki kendine engel olmak, hatta yanına yaklaşabilirse bir güzel dayak atmak istedi. Kızmak, bağırmak, onu boş duran arabaya zorla tıkıp çok uzaklara götürmek… Tek yapabildiğiyse haykırmak oldu. Koğuştan birkaç kişi uyandı, homurdandı, küfredip yine yattı.

 “Neden”

Kadın sevgilisiydi. Yani onu aldatan sevgilisi.

Bu yeterli miydi? Yok yok adam hâkim değildi. Ölüm cezasına çarptıramazdı kimseyi. Ki olsa bile yalnız karar verici olurdu. Cellat değil. Oysa o daha çok bir cellada benziyordu.

Hâkim kimdi asıl sorun buydu. Kimin emrini uygulamıştı? Nasıl bu kadar kaybetmişti kendisini? Tahtadan zamanı sildi. Tüm ağaçları karmakarışık yaşlarda dağıttı ormana. Sonsuza kadar düşünebilmek için sonun olmadığı bir an yarattı kendine. Otobanda bir sandalye, anlamsız bir duvar, üzerine asılmış koca bir ayna. Kendiyle göz göze gelmek için bir kapan.

“Neden?”

The post Otoban first appeared on İnce Tezat.]]>
https://www.incetezat.com/oyku/otoban/feed/ 0
Sen Denizinde Boğuluyorum https://www.incetezat.com/siir/sen-denizinde-boguluyorum/?utm_source=rss&utm_medium=rss&utm_campaign=sen-denizinde-boguluyorum https://www.incetezat.com/siir/sen-denizinde-boguluyorum/#comments Mon, 04 Nov 2019 08:50:24 +0000 https://www.incetezat.com/?p=3673 Dalgalar katlana katlana geliyorlar üzerime Esir alıyorlar yutarcasına Ne bir çırpınma Ne bir telaş Ne bir yardım çığlığı Teslim oluyorum ilk dalga kümesine Kendimden ve her şeyden vazgeçerek Sonu sana çıkan yolda Boş ver diyorum içimden artık Boş ver… Başa sarıyorum filmi Gözlerin…En çok gözlerin düşüyor aklıma Muzipçe gülümseyen Zekâ parıltıları saçan Ne çok şey...

The post Sen Denizinde Boğuluyorum first appeared on İnce Tezat.]]>

Dalgalar katlana katlana geliyorlar üzerime
Esir alıyorlar yutarcasına

Ne bir çırpınma
Ne bir telaş
Ne bir yardım çığlığı

Teslim oluyorum ilk dalga kümesine
Kendimden ve her şeyden vazgeçerek

Sonu sana çıkan yolda
Boş ver diyorum içimden artık
Boş ver…

Başa sarıyorum filmi
Gözlerin…
En çok gözlerin düşüyor aklıma
Muzipçe gülümseyen
Zekâ parıltıları saçan

Ne çok şey anlatırlardı aşka dair
Sevdaya dair
Kimi zaman bakışlarıyla
Kimi zaman susarak
Ve dokunarak yüreğime

The post Sen Denizinde Boğuluyorum first appeared on İnce Tezat.]]>
https://www.incetezat.com/siir/sen-denizinde-boguluyorum/feed/ 5
Çıplak Vücutlar https://www.incetezat.com/deneme/ciplak-vucutlar/?utm_source=rss&utm_medium=rss&utm_campaign=ciplak-vucutlar https://www.incetezat.com/deneme/ciplak-vucutlar/#comments Wed, 16 Oct 2019 08:21:48 +0000 https://www.incetezat.com/?p=3607 Uçurumdan atlayan kadının ümidi kadar herkesin umudu olsaydı, yeryüzü nasıl olurdu? Başından ayağına kadar ateşler içinde yanan adamdaki özgürlük, çocuğun içindeki art niyetsiz şeytan tanınırdı. Kaynayan çayın altında sadece kendini bilen saf su fark edilirdi. Kim kötü durumdaydı ki; aslında herkes iyi durumdaydı. Peki, o bunları fark edebilecek miydi?      Bahçeye dönüştürdüğüm minicik balkonumda, incecik...

The post Çıplak Vücutlar first appeared on İnce Tezat.]]>

Uçurumdan atlayan kadının ümidi kadar herkesin umudu olsaydı, yeryüzü nasıl olurdu? Başından ayağına kadar ateşler içinde yanan adamdaki özgürlük, çocuğun içindeki art niyetsiz şeytan tanınırdı. Kaynayan çayın altında sadece kendini bilen saf su fark edilirdi. Kim kötü durumdaydı ki; aslında herkes iyi durumdaydı. Peki, o bunları fark edebilecek miydi?     

Bahçeye dönüştürdüğüm minicik balkonumda, incecik sırtıyla, olmayan kolları ile yerimi ayıran sandalyeme oturduğumda en çok zevk aldığım eylemlerimden biri karşı komşumu tanımaya çalışmaktı. Balkonumdan en net gördüğüm odası mutfağıydı. Her zamanki gibi camları açıktı, içerideki sesler dışarıdan duyuluyordu. Sanki her şeyin yeri kırılarak değişiyordu. Hâlbuki yemek yapmaya hazırlanıyormuş. Kap kaçak bu sesi asla çıkaramazdı. Bu kadının anlatmak istedikleri vardı, ancak dinleyeni yoktu. Yanan ocağa gözlerini dikti.

 ‘Saatlerce boşa harcanan zaman, iki avuçluk mideyi doyurmak için miydi? Bunun için ise, küçücük mideyi büyütmek neyin çabasıydı! Belki de sebebi sadece dünyadaki çöpleri çoğaltmaktı.’

Bunları düşünürken hırçın sulara dönüyordu. İşte o zaman bakışları, konuşmaları, oturuşu-kalkışı değişiyordu. Hiç sevmemesine rağmen yemek yapmak onun için büyük bir zevke dönüşüyordu. Her gün sadece bir tencere aş pişirip, gelecek olanları bekliyordu.

‘Baharatları yağla karıştırırken, çıplak vücutları kimseyle muhatap olmuyordu, edebiyle nefes alıp veriyordu. Herkes her zerresiyle gördükleri karşısında edebiyle oturuyor, edebiyle konuşuyordu. Peki ya insanlar kaptaki baharatlara benzeyebildi mi? Var olan bacağıyla, göğsüyle, söyledikleriyle olduğu gibi yaşayabildi mi? Sahibi olduğu bedene aitlik hissi vermeyip, her seferinde ayıp sayıp sonra sahip çık emri veren zifiri insanları diğerleri gibi hiç sevemedim. Edebiyle çıplak vücutlara bakanlar gibi olmasaydım, duyduğum bütün kötü kelimeleri sayabilirdim, hepsi de onlara uygundu aslında. Aklımla sevmekten vazgeçtiğim gün, duyacaklardı. Ama ben aklımla yaşadığım aşktan, sevgiden vazgeçebilecek miydim?’   

Bu cümleleri söyledikten sonra yorgun değildi ama ümitsizdi. Ormanları kaplayan ağaçların üstünde uyumak istiyordu. Tuhaf olduğu kadar çok da hoştu. Aklıma kışın ne yapacağı sorusu geldi. Bunu düşünmediğinden emindim. Neredeyse yemek pişmişti. Tencerenin kapağını açtığında yüzüne gelen buharla, bir anda yönünü değiştirdi. Camdan dışarıya başını çıkardı. O an beni görecek diye korkup nefesimi tutmuşken, daha sapsarı parlamamış olan aya bakıp, daldı. Sonra yemeği aklına geldi ve sohbetine devam etti.

‘Herkes ay da yürümek istiyor. Hatta orada bir salıncakta sallanmak… Ay olmak varken; dünya gibi, her an dönen ayda yürümek istemenin anlamı neydi? Olmak yerine onu elde etme arzusundan olsa gerek. Bunun peşinde koşanlar var ya onlar her yeri karıştırırdı. Biri diğerini asla kabul etmezdi. Kendi kaşı herkesten farklıyken hem de herkesinkine benziyorken. Onların ruhu meyveyi veren ağaç olmak yerine, o ağaçtaki meyveyi koparmayı yeğler. Yedikten sonra gözü uykusunda bile başka ağaca döner. Çünkü elinde sahip olduğu niteliği yoktur. Neden çekiyordum bu insanları? Hiç birinden nefret etmiyordum, beddua etsem tutacak ama etmiyordum. Yüzlerini görmemek için de uğraşmıyordum.’

Son kez bir eksiği var mı diye yemeğini tattı. Her şeyin bir araya katışması güzel bir lezzet çıkartmıştı. Saatine baktığında, beklediklerinin eve dönmesine az kaldığını fark etti. Hızlı bir şekilde oturma odasının köşesine konulan masaya sofrasını kurdu. Odadaki koltuklar birbirinden farklıydı. Yastıklar sırtlarında değil ayaklarını koyacakları yerdeydi. Teker teker zil çalındı. Hepsi ellerini yıkadı, sofranın başına toplandı. Tabaklar da kaşıklar da koltuklar gibi birbirine benzemiyordu. Hepsi farklı desende ve renkteydi. Herkes konulan yemeği ağzına götürürken o ise pişirdiği yemeğe öylece bakıyordu.

Bu kadının şimdi büyük bir derdi vardı. Bu kadar konuştuğu yemeği nasıl yiyecekti? 

The post Çıplak Vücutlar first appeared on İnce Tezat.]]>
https://www.incetezat.com/deneme/ciplak-vucutlar/feed/ 4
Örtüler https://www.incetezat.com/siir/ortuler/?utm_source=rss&utm_medium=rss&utm_campaign=ortuler https://www.incetezat.com/siir/ortuler/#comments Wed, 09 Oct 2019 09:00:46 +0000 https://www.incetezat.com/?p=3567 Soğuk,  üşüyor ellerim Yemyeşil dağlar, masmavi gök Hep orada mıydılar? Yoksa gökler rengini nehirlere mi boşalttı Ah asılı kalan çığlığım Göklere ulaşan çığlığım Yeryüzünün en derinine ulaşıyor da Oradan patlamalarla geri mi dönüyor ruhuma Her şey örtük, hiç bir şey yok bu karanlıkta Sadece içimde gizlenmiş Pırıl pırıl, çocuk gözlerim Bir mercan gibi parlıyor Örtülerin...

The post Örtüler first appeared on İnce Tezat.]]>

Soğuk,  üşüyor ellerim

Yemyeşil dağlar, masmavi gök

Hep orada mıydılar?

Yoksa gökler rengini nehirlere mi boşalttı

Ah asılı kalan çığlığım

Göklere ulaşan çığlığım

Yeryüzünün en derinine ulaşıyor da

Oradan patlamalarla geri mi dönüyor ruhuma

Her şey örtük, hiç bir şey yok bu karanlıkta

Sadece içimde gizlenmiş

Pırıl pırıl, çocuk gözlerim

Bir mercan gibi parlıyor

Örtülerin altını görüyor

Elimi uzatsam tutar mısın?

Taşır mı beni cılız vücudun

Islak, yorgun ellerin

Örtülerin altında soluklanıyorum

Zifiri karanlıkta

Kavuşulmayan kavuşmalar bekliyorum

Sussun içimdeki sesler

Kaldırsınlar tüm örtüleri

Şeffaf bir aralıkta sevmek istiyorum seni…

The post Örtüler first appeared on İnce Tezat.]]>
https://www.incetezat.com/siir/ortuler/feed/ 15
Göç’ük IV https://www.incetezat.com/oyku/gocuk-iv/?utm_source=rss&utm_medium=rss&utm_campaign=gocuk-iv https://www.incetezat.com/oyku/gocuk-iv/#respond Tue, 08 Oct 2019 10:03:35 +0000 https://www.incetezat.com/?p=3564 Birinci bölümü okumadıysanız buradan okuyabilirsiniz. İkinci bölümü okumadıysanız buradan okuyabilirsiniz. Üçüncü bölümü okumadıysanız buradan okuyabilirsiniz. Zevra, Ekim 2012 Türkiye Taksi şoförü dün gece saatlerinde beni sınıra ulaştırdı. Yol boyunca hiç konuşmadık. Zaten yolculuğu uyuyarak geçirmiştim. Jehan’ın verdiği para destesinin içindeki kâğıtta yazan numarayı aradık ve yarım saat sonra Derman adındaki kaçakçı sınır noktasına geldi. Uzun...

The post Göç’ük IV first appeared on İnce Tezat.]]>
Birinci bölümü okumadıysanız buradan okuyabilirsiniz.
İkinci bölümü okumadıysanız buradan okuyabilirsiniz.
Üçüncü bölümü okumadıysanız buradan okuyabilirsiniz.

Zevra, Ekim 2012 Türkiye

Taksi şoförü dün gece saatlerinde beni sınıra ulaştırdı. Yol boyunca hiç konuşmadık. Zaten yolculuğu uyuyarak geçirmiştim. Jehan’ın verdiği para destesinin içindeki kâğıtta yazan numarayı aradık ve yarım saat sonra Derman adındaki kaçakçı sınır noktasına geldi. Uzun bir yolculuktan sonra beni eski bir depoya götürdü. Buğday tenli, karakaşlı ve kara gözlü bir adamdı. Gözlerini vücut hatlarımda gezdirdiğini hissedebiliyordum ama ne başımı kaldırabiliyor ne de konuşabiliyordum. Sabahtandır avucumda sıkıca kavradığım bir avuç parayı hiç saymadan Derman’a uzattım. O da saymadan cebine koydu. Tiz bir ıslık çalınca ürktüm. Orta yaşlarda bir genç geldi. Derman cebinden birkaç kâğıt parayı gence uzatıp yemek getirmesini söyledi. Uzun zamandan beridir bir şey yemediğim için midem sırtıma yapışmıştı.

“Yorgunsundur. Ayakta kalma şöyle otur.” diyerek tekli bir koltuğu gösterdi. Tabi herkese yemek ısmarlayıp rahat koltuklarda oturtmuyordu Derman. Jehan’ın aramasının büyük etkisini hissedebiliyordum. Yoksa kim bilir hangi depo veya kulübede onlarca kişiyle birlikte ayağımı dahi uzatamayacak kadar dar bir yerde bekletileceğimin farkındaydım.

Sırt çantamı dizime koydum ve koltuğa gömüldüm. Yarım saat sonra yemek almaya giden genç elindeki yemek dolu tepsiyi önümdeki masaya bıraktı. Tepsideki tüm tabakları silip süpürdüm. Tüm yemeği bitirdiğimi gören Derman beni merakla izliyordu. Elimdeki su bardağını tepsiye koyarken teşekkür ettim. Derman tekli koltuğa yaklaştı. Elimi, araladığım çantanın içerisine önceden koyduğum makasa uzattım. Fakat elim metal makasa değil kadife bir kumaş parçalara temas etti. Elimi kadife kumaşın altına uzatıp makası kavradım fakat bir şey daha vardı. Ne olduğunu tahmin edemediğim bir şey. Çantayı aralayıp elbiseleri bir kenara çekince desteler dolusu paralara gözüm takıldı. Elimi hızla çekip zinciri kapattım. Derman karşımda dikildi.

“Yemeğini de yediysen birkaç saat sonra yola çıkacağız.”

Birkaç saat sona mavi bir minibüse dört çocuk, üç erkek ve dokuz kadın bindirildik. Yaklaşık yirmi saat süren yolcuğun sonunda Ege Denizi’ne açılan bir kıyıda durdu minibüs. Hazırda bekleyen bir şişme bota ezile büzüle bindirildik. Kendi kaderlerine kederlenen yüzler denizin dalgalarına daldı. Beyaz bir köpürtü eşliğinde çalışan motorun hareket etmesiyle kara parçasından uzaklaşarak denizin belirsiz maviliğine doğru açıldık.

Her şey ardımızda kalmıştı. Denizlerin ardına bırakmıştık anılarımızı, topraklarımızı, benliklerimizi. Serin hava yüzümü çizercesine esiyordu. Derin bir nefes almak için erken miydi? Belirsizlikle geçen günler geride kalmış mıydı? Beynim bu düşüncelerle çalkalanırken büyük bir sahil güvenlik gemisi görüş alanımıza girdi. Kaçakçı, hızla yaklaşan gemidekilere direnmeden motoru durdurdu. Hiç kimseden ses çıkmayınca atıldım.

“Kara neredeyse görünüyor niye durdun! Devam etsene!”

Kaçakçı duymazdan gelerek omuz silkti.

Umut dolu gözler yerlerini hüzne ve çaresizliğe çoktan teslim etmişti. Çocukların anlamsız bakışları, derin iç çekenler, deniz tuttuğu için sararıp kusmaktan bitap düşenler…

Ayağa kalktım ve görüş alanımıza girmeye başlayan kara yönünde suya attım kendimi. Arkamdan birkaç kişinin daha atladığını duysam da hiç durmadan ve ardıma bakmadan kulaç attım. Deniz suyunu yuta yuta durmadan kulaç attım. Belirsiz bir geleceğe doğru.

-SON-

The post Göç’ük IV first appeared on İnce Tezat.]]>
https://www.incetezat.com/oyku/gocuk-iv/feed/ 0
Bazen Ayrılık Güçlü Bir Sevgiye Yenik Düşer https://www.incetezat.com/oyku/bazen-ayrilik-guclu-bir-sevgiye-yenik-duser/?utm_source=rss&utm_medium=rss&utm_campaign=bazen-ayrilik-guclu-bir-sevgiye-yenik-duser https://www.incetezat.com/oyku/bazen-ayrilik-guclu-bir-sevgiye-yenik-duser/#respond Wed, 02 Oct 2019 09:00:43 +0000 https://www.incetezat.com/?p=3496 Kuru bir daldı ruhunda biriktirdiği tüm sancılar. Yaksa belki huzura kavuşacaktı fakat ne cesaret edebiliyordu ne de dizginleyebiliyordu bu sancıları. İçi her ürperdiğinde attığı adım giderek azalıyordu. Çelimsiz bir ayrılığın sancılarında neyse deyip yol almak ağır geliyordu üstelik epeyce de yorgundu, huzursuzdu. Gecesinde zaten yeterince tartışmıştı anlam veremediği konular üzerine ama yetmemişti. Gitmek, kayıplara karışmak...

The post Bazen Ayrılık Güçlü Bir Sevgiye Yenik Düşer first appeared on İnce Tezat.]]>

Kuru bir daldı ruhunda biriktirdiği tüm sancılar. Yaksa belki huzura kavuşacaktı fakat ne cesaret edebiliyordu ne de dizginleyebiliyordu bu sancıları. İçi her ürperdiğinde attığı adım giderek azalıyordu. Çelimsiz bir ayrılığın sancılarında neyse deyip yol almak ağır geliyordu üstelik epeyce de yorgundu, huzursuzdu. Gecesinde zaten yeterince tartışmıştı anlam veremediği konular üzerine ama yetmemişti. Gitmek, kayıplara karışmak işin en kolayı derdi o yüzden işin en zorunu seçerdi, o yüzden kalmış, o yüzden ayrılığın gölgesinde yine de buluşmayı kabul etmişti. Yürüdükçe, yol kısaldıkça sanki daha da uzuyordu yol ve kendi içindeki diyaloğu bitmek bilmiyordu tahminleri üzerine. Annesinin istememesi üzerine çok tartışılmış, çok mücadeleler edilmiş, teyzesinin de annesine destek çıkması üzerine ayrılmama savaşını kaybetmişti. Güya bu savaşı kaybedip ayrılmayı kabul etmesinin ardında yeterince mücadele edememesi varmış. Yol boyunca hem ayrılıyor hem de neden ayrılmamıza izin verdin diye beni suçluyor düşünceleriyle kendi kendine söylenip durdu. Annesinin derdi neydi? Neden kızının ayrılmasını bu kadar istemişti? Bende ona zıt giden neydi? Neyimi beğenmiyor da kızına layık görmüyordu? Peki ya Yüsra’ya ne demeliydi! O neden annesinin ve teyzesinin dolduruşuna geliyordu? O neden bunca yıllık sevgiyi heba ediyordu? Hangi bardak dolup taşmıştı da bunca yıl, bunca zaman sonra ayrılacağız diyebilmişti? Hadi tamam annesi doldurdu, teyzesi bir şeyler söyledi, Yüsra ayrılmayı tercih etti. Bana ne oldu da pes edebildim? Bu mücadele de beni yoran neydi? Annesinin bitmez, tükenmez bilmeyen tavırları mı? Yoksa teyzesinin anlam veremediğim ithamları mı? Biliyorum Yüsra da yorulmuştu iki ara da bir dere de kalmaktan ama acaba en sonunda onun da kabullenişi mi ikna etmişti beni sessizce? İkimizin de bu direnişi kaybetmesinin ardındaki asıl sebep neydi? O kadar çok yorgunum ki daha fazla tartışmaya gücüm yok. Artık ne olacaksa olsun. İstemiyorum ama ‘ bitti’ mi? Bitsin. Kayıp gitti mi ellerimizden ‘biz’ denen muamma? Daha ne yapayım varsın gitsin. Üzerimize hangi ölü toprağın yıkılmaz betonları döküldü, hangi yağmurda ruhumuzun birbirimizi gören aynası sele karıştı? Bilemiyorum. Fakat dinecekse bu ıstırap, tükeneceksek ‘sanki her şey kolaymış gibi’ varsın tükenelim ama her ne olacaksa bir an önce olsun bitsin. Bu çırpınışlar, bu yok edişler son bulsun.

Tüm bunları kendi içinde konuşmak bile çok ağır geliyordu. Ne güneşin rüzgârın önlemesiyle ılık ılık yansıması ne de sahil kenarındaki o deniz kokusu bir şey ifade ediyordu. Köşe başında bankta duran Nermin teyzeyi bile fark etmemişti. Nermin teyze hey dalgın âşık bakıyorum da beni görmeden geçiyorsun buradan diye seslendiğinde onun aklı hala geri ‘ dönsem’ mi? Deydi. Nermin teyze uzun zamandır yoktun nerelerdeydin diye sorduğunda kısmet olmadı bu zamana kadar o yüzden gelemedim ama sanırım bundan sonra da kısmet olmayabilir diye cevap verdi. Gelmeyişinden tahmin etmiştim de durumlar o kadar kötü mü diye sordu. Denizin kayalıklara vuran dalgaları dinmiş, rüzgârın sıcağa rağmen kendince mırıldandığı şarkı susmuş, kırmızı ışıkta bekleyen arabalar bile yol almıştı. Martılar bile kulak kesilip dinlemeye koyulmuştu adeta. Önce ılık esen rüzgârı derin bir nefes alarak içine çekti sonra da boş ver Nermin teyze ben bile ne oldu ne bitti anlayamadım ki şimdi sana ne anlatayım dedi. Fırat Yüsra ile her buluştuğunda her gün aynı bankta durup çiçek satan Nermin teyzeden papatya alırdı. Nermin teyze ile bu sayede Tanışmış her buluşma öncesinde sohbetleri olmuştu. Altmışlı yaşlarda çekik gözleri ve uzun boyuyla taş çatlasa kırklı yaşları gösteren bir Türkmen’di Nermin teyze. Fırat onu Yüsra ile ikinci yıllarında tanımış ve üç yıllık bir dostluk kurmuştu. Nermin teyze ses etmeden sekiz tane papatyayı demet haline getirip Fırat’a uzattı. Fırat bugün bu papatyalar sanırım bize küs olacak o yüzden almasam daha iyi olacak dedi. Nermin teyze küçücük gözlerini daha da kısarak al şu papatyaları götür kıza ver aranızdaki her ne ise illaki çözersiniz bunca yıllık sevgiyi bitirmeyin dedi. Fırat bitiren ben değilim o yüzden bugün yeri değil dedi. Nermin teyze papatyaları Fırat’ın eline sıkıştırarak git Yüsra pastanede seni bekliyor daha fazla bekletme onu dedi. Fırat o geldi mi? Diye sorduğunda Nermin teyze sen beni dinlemiyor musun seni bekliyor diyorum. Her şey yoluna girecek biz konuştuk onunla merak etme sen dedi. Fırat’ın gözleri parlamaya başlayınca bana dua etmeyi unutma hadi defol dedi. Fırat adımlarını hızlandırarak pastaneye doğru yürümeye başladı. Pastanenin önüne gelip tam pastaneye girecekken pastanenin içerisinde Yüsra’nın oturduğu masanın dört masa gerisinde çaprazda Emel teyzeyi gördü ve telefonunu çıkartarak Yüsra’yı arayıp durumu anlatıp Yüsra çaktırmadan çık Nermin teyzenin yanına git ben oraya geleceğim dedi. Yüsra telefonu kapatarak çantasını alıp sessizce pastaneden çıktı. Fırat pastanenin önünde duran bardak mısır tezgâhının sahibine içerideki siyah elbiseli teyze dışarı çıktığında biraz oyalar mısın diye rica etti. Emel teyze dışarı çıktığında bardak mısır satan adam hanımefendi bir dakikanızı alabilir miyim diye sordu. Emel teyze buyur evladım ne vardı diye cevap verince adam pastanemize gelen müşterilerimize bir bardak mısır ikram ediyoruz alır mısınız dedi. Emel teyze ben bardak mısır sevmem ki evladım hem acelemde var gitmem gerekiyor dedi. Adam hanımefendi içeride patron gözetliyor eğer almazsanız bana fırça atar dediğinde Emel teyze tamam evladım peki ver bakalım dedi. Adam yavaş yavaş mısırı hazırladığında Fırat çoktan Nermin teyzenin yanına giden Yüsra ile buluşmuş onu alıp yolun karşısına geçerek dolmuşa atlayıp sahilin diğer ucuna gitmişti. Fırat ve Yüsra sahildeki bir banka oturarak konuşmaya başladılar.

– Bunlar senin için.

– Teşekkür ederim.

– Rica ederim. Saçlarını boyatmışsın.

– Evet değişiklik olsun istedim. Kötü mü olmuş?

– Yok, güzel olmuş.

– Teşekkür ederim.

– Rica ederim.

– Anlatmayacak mısın?

– Neyi?

– Bize ne olduğunu.

– Bilmiyorum.

– Bilmediğin için mi ayrıldın.

– Üzerime gelme.

– Buraya her şeyi konuşmaya gelmedik mi?

– Evet de ne bileyim işte.

– Sana ya beni seç ya da aileni seç diye bir tercih sunmuyorum ailen önemli elbette ama bize de yazık olmasın.

– Haklısın ama bende ne yapacağımı bilemez oldum arada kaldım resmen.

– Annenin derdi ne neden beni istemiyor?

– Ablam teyzeme anlatmış, teyzem anneme annem de bana anlattı zaten annem nedense seni her gördüğünde geriliyordu hep tartışma çıkartıyordu içi ısınmamış nedense sana seninle ilgili bazı şeyler de kulağımıza gelince üst üstüne baskılar filan derken bu noktaya geldik işte.

– Ablan benimle ilgili ne söyleyebilir ki ayrılmamıza neden olsun?

– Ablam seni araştırmış ve senin karanlık işler yaptığını filan öğrenmiş.

– O ne demek?

– Bilmiyorum artık onu da sen söyleyeceksin.

– Neyden bahsettiğini bile anlamadım ki ne söyleyeyim şimdi ben sana.

– Senin birini öldürdüğün doğru mu?

– Bu muydu bütün mesele.

– Evet bu. Bu küçümsenecek bir mesele mi?

– Hayır değil tabii ki.

– İnkâr etmediğine göre doğru.

– Sen benim bu zamana kadar sana hiç yalan söylediğimi gördün mü? Hayır. Ben senden bu zamana kadar bu mesele dışında hiçbir şey saklamadım. Birinin öldüğü doğru ancak ben kimseyi öldürmedim. Bu çok uzun ve karmaşık bir mesele ve anlatılacak bir şey değil. Sadece şunu bil; ben kimseyi öldürmedim bir meseleden dolayı aradığım birinin adresini bulmuştum o adrese gittiğimde aradığım adamın cesediyle karşılaştım adam hackerdi aynı zamanda da devlet görevlisiymiş bir anda eve baskın oldu beni apar topar götürdüler. Beni suçladılar. Anlatması zor ama sivil bir mahkemede yargılandım hala mahkeme sürüyor suçsuzluğum ispatlanabilmiş değil bütün mesele bu. Bu gizli bir mesele ablan bunu nereden öğrenmiş?

– Bilmiyorum.

– Bana inanıyor musun?

– Ben sana inanıyorum ama açığa kavuşması gereken çok konu var böyle üstü kapalı anlatarak ailemi ikna edemem ki.

– Beni seviyor musun?

– Her zaman sevdim ve seveceğimde.

– Peki, ben seni seviyor muyum?

– Kendimden emin olduğumdan daha çok eminim senin beni sevdiğine.

– O ne demek kendi sevginden emin değil misin?

– Hayır, onu demek istemedim ama her zaman biri diğerini daha çok severmiş ve gidişimle anladım ki sen beni benim sevdiğimden daha çok seviyorsun.

– Peki, şimdi ne olacak?

– Üzgünüm ama olacak olan şu ben seni senin beni sevdiğinden daha çok severek yeneceğim seni.

– O kadar emin olma.

– Göreceğiz.

Fırat ve Yüsra uzun uzun konuşup barıştıktan sonra Nermin teyzenin yanına gidip barıştıklarını haber verdiler ve daha sonra da eğer Yüsra ailesini ikna edemezse gizlice evleneceklerine dair sözleşip bir daha hiç ayrılmamak üzere evlerine gittiler.

Bir ay sonra Fırat ve Yüsra gizlice evlenip aradan geçen bir hafta sonrasında ailelerine haber verip Yüsra’nın ailesine zor da olsa durumu kabul ettirerek düğüne ikna ettiler ve sonrasında mutlu bir hayat yaşadılar.     

The post Bazen Ayrılık Güçlü Bir Sevgiye Yenik Düşer first appeared on İnce Tezat.]]>
https://www.incetezat.com/oyku/bazen-ayrilik-guclu-bir-sevgiye-yenik-duser/feed/ 0