Henüz Vakit Varken


Henüz vakit varken, içinde hiçbir şey kalmadan gidebilmek uğruna aklından geçenleri tek tek gerçekleştirmeye karar verdi. O bu karara varınca aklı da edindiği cesaretle normalinden daha haylaz fikirler üretir oldu. Eh mantık denen süzgecin yokluğunda basit bir hesabı kapatma isteğinin akılsız baş ayak durumuna dönmesi çok da sürmedi. Kendini hastanede bulduğunda onu oraya getiren olaylar dizisi gözlerinin önünde sıralandı. Her biri yapmaktan memnun olduğu ancak bir o kadar da felaketle sonuçlanması mümkün şeylerdi. Mesela elektrik direğine tırmanıp sesinin yettiğince, gittiğini haykırırken etrafına toplanan halktan linç yeme yahut çarpılma olasılıklarını kabul etmişti. Neyse ki ikisi de gerçekleşmedi. Kalabalık, onun deli olduğu konusunda fikir birliğine varırken o; direkten indi, elini kolunu sallaya sallaya yürüdü. Sonra koşmaya başladı. Bacakları yıllardır yatalak birinin ilk adımlarını atışındaki kadar heyecanlı, aynı zamanda arkasından atlı kovalıyormuş gibi de süratliydi. Ancak atlı falan yoktu gerçekte. Hatta aksine adamın üzerinde inanılmaz bir hafifleme, bir özgürlük vardı. Bu kez koşuşuna ıslık ekledi. En sevdiği şarkıyı mırıldanmaya çalıştı, sonra bir diğerini. Ve biraz daha az sevdiğini derken belki de 3-5 melodi birbirine karışmış, adamın ardında bıraktığı rüzgarla etrafa dağılır olmuştu. Şüphe yok ki bu görüntüye şahitlik eden herkes de az önceki toplumdan farklı düşünmedi. O özgürleştikçe, deli olduğuna kanaat getirenler arttı, arttı.  

Adam yorulunca hayatında en keyif alarak koştuğu maratonu bıraktı. Yapayalnız bir otobüs durağına oturdu. Amacı hem dinlemek hem de kendi sıcağını biraz olsun durağın soğuk demirleriyle paylaşmaktı. İşte şimdi, normal bir insandı. Bekliyordu. Saate ve giysisine bakılırsa işten çıkmıştı. Kesin eve gidiyordu. Başka nereye gidecekti ki? Hatta bir eşi, iki çocuğu vardı. Biraz sonra iki otobüs art arda geldi. Adam binmedi. Her halde bunlar evinden geçmiyordu. Beklemeye devam etti. İki, üç, dört, beş derken bütün otobüsler onsuz ayrıldı duraktan. İyiden iyiye işkillenen, yolun karşısındaki dönerci dayanamadı. Bıraktı işini, geldi. Hayalindeki iki çocuklu adam geçen bir saat içinde sivil polisten bombacıya, hırsıza her türlü üst düzey gizli ya da aykırı şeye dönmüştü. Kahramanca yaklaşıp ona neyi beklediğini sordu. Evet kahramanca! Esnafı olduğu mahallesini, hatta iş daha ciddiyse ülkesini bu tuhaf tehlikeden korumak yoluna atılmış bir fedaiydi çünkü dönerci.

Tehlikenin aklına gelen ise anında diline düştü: döner söylemiştim, hala hazır değil mi, dedi. Dönerci bir an korktu ve adamın alaycı gülüşüyle aşağılanmış hissetti. Deli midir nedir, dedi, tövbeler çekerek ayrıldı oradan. Adam da kalktı, “bir döner yiyeyim” diye geçirdi içinden. Kendini korna seslerinin, ona söven sürücülerin arasında yolun karşısına attı ve dükkâna sahibinden önce vardı. Bu kez dönerci sinirlendi, deliyi kovmaya çalıştı. Yalnız deli kafasına koymuştu. Döner yiyecekti. Kovuldukça daha da çıldırdı. Oturdu, insanların masalarına. Onların yemeklerine saldırmaya başladı. Eh, iyi bir dayak yiyip hastanelik olduğu zaman da buydu.

Şimdi yarı bilinçli haliyle, temiz ve ruhsuz hastane odasında her şeyi tekrar yaşayınca anladı adam. Henüz vakit varken, henüz terk etmemişken dünyayı bir güzel delirmek istiyordu. 

Betül Nisa GENÇ


Like it? Share with your friends!

Betül Nisa Genç
İstanbul Atatürk Fen Lisesi mezunuyum. Marmara üniversitesinde tıp okuyorum. Tam bir insan olabilmek ve insanı anlayabilmek için yazıyorum.

0 Yorum

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir