Çilingir


Yabancı filmlerde çokça izlediğimiz kamp yapma olayı bizim kültürümüze fazla yerleşmemiştir. Dağda kırda bayırda çadır kurmak, kamp ateşi yakmak, tabiatın koynunda cırcır böcekleri kulağınıza ninniler fısıldarken uyuyakalmak, yıldızları sayarken ama…

Oysa eskiden böyle değilmiş, at üstünde oradan oraya, obalar, çadırlar. Ne zaman yerleşik düzene geçtik, tabiatı tamamen unuttuk, tabiattan ve yıldızlardan uzaklaştıkça da sıkıntılarımız sayamayacağımız o yıldızlar kadar arttı, artmaya da devam ediyor.

Tabiatın kucağına gitmek lazım, kafamızı kaldırıp yıldızlara bakmamız lazım, gecenin karanlığında tek tek sabırla tüm sıkıntılarımızı o muhteşem yıldızlara asmamız lazım. Hele bir de yanınızdaki müzik çalardan klasik müzik dinleyebiliyorsanız, değmeyin rahatlamanıza.

Basit değil, yıldızlara dertleri asmaktan bahsediyoruz. Evrene, kâinata kavuşmaktan, az da olsa düşünmeye başlamaktan bahsediyoruz. Bu muhteşemliğin içinde, bu devasa kâinatın içinde zerrenin zerresi olmadığınızı anladığınızda, pörtleyecektir adeta sıkıntılarınız. Küçük bir çocuğun sabun köpüğüne üflediği gibi, köpük köpük çıkacaktır içinizden, yukarılara, yıldızlara…

Size bir sır vereyim mi? Ben ancak bugün bakabildim yıldızlara. Görebildim… Şu anda hafifliğimin ferahlığını yaşıyorum. Sıklıkla tekrarlamam gerektiğine inandım.

O kamp yapma meselesine gelince. Henüz erken. Depresyonumuz bu kadar hafifleyecek seviyeye gelmedi galiba, şimdilik kafamızı kaldırıp yıldızlardan yıldız beğenmek ile meşgulüz.

Çamaşır makinesi içinde sıkıldıkça sıkıldık. Ama suyumuz çıkacağı yerde üzerimize sıkıntılar eklendi. Yumuşatıcımız fazla kaçmış galiba, çok hassas, duygusal, alıngan ve kırılgan olduk. Birinin kapağı açıp, bizi dışarı çıkarıp, iyice silkeledikten sonra ipe germesini bekliyoruz. Tertemiz yıkanmış olsak da, olmasak da, artık yeter bu bilmem kaç devir dünya teranesi içinde döndüğümüz.

Asılmamızın zamanı geldi…

Gündüz gözü değil geceleyin asılalım. Yıldızlar ile göz göze gelebilelim, elimizi uzatıp tek tek toplayabilelim. Hatta sandalyenin üzerine çıkmaya çalışan küçücük bir serçe olabilelim, yıldızları toplamaya çalışan bir serçe.

Bilir miydi hiç, gün gelecek ne kadar uzak kaldığının farkına varacak o yıldızlardan. Bilebilir miydi, dün toplamaya çalıştığı yıldızlara bugün sıkıntılarını sermeye çalışacağını.

Göz kırpar yıldızlar, ne olursa olsun göz kırparlar. Yeter ki sen yıldızlardan uzak kalma. Mutlaka ferahlatırlar seni, o kadar fazla zamandır oradadırlar ki, milyarlarca insana göz kırpmışlardır.

Sana da; hem de hepsi birden göz kırpar. Hangisi benimkisi diye düşünme sakın, hepsi senin. Hepsi…

Rekabet yoktur onlar arasında, hiç birisi birbirini kırmaz, arkalarından kötü söz söylemezler. Üzüntüleri yoktur, dargınlıkları yoktur, mutsuz değildirler, depresyon, travma, takıntı ve bilmem ne kadar dünyevi olumsuzluklar onlara ulaşamaz bile. Onlar yıldızdır, onlar sizin yıldızlarınızdır. Parlak, orada, güçlü, şefkatli, mutluluk veren, hatta mutluluktan ağlatan yıldızlar…

Kolay değil, hafiflemek kolay değil, yıldızlar ile göz göze gelmek kolay değil. Öyle hemen başınızı kaldırıp bakamıyorsunuz onlara, on yıllar geçmesi gerekiyor, belki de hiç şansınız kalmıyor.

Yıldızları topaç yaptım kendime, çocukluğumun en güzel oyununu oynuyorum. Uçurtmamın ucunda ferahlık veren, suyun yanağımı okşamasından daha da ferah bir meltem dokundu yüreğime az önce. Bu yıldızlar da ne kadar çok…

Hiç biri birbirine benzemeyen, ayrı ayrı, milyarlarca, katrilyonlarca yıldız nizam ve intizam içinde hepimize yardım ediyorlarmış meğer. Bizlerin haberi yoktu bundan. O yüzden mi bu dipsiz kuyulardayız?

Kalkanlarımızı ne zaman açmışız, ne zamandır o muhteşem yardımlardan mahrum bırakmışız kendimizi? Hiç mi bilememişiz, hiç mi tahmin bile edememişiz? Ne ayıp, ne geç, ne zor.

Bayıldığımızda ya da saçmaladığımızda yediğimiz tokatlardan sonra gördüğümüz yıldızlara hiç benzemiyorlar. Tansiyonlarımız oynadığında gördüklerimiz siyahtı, ama bunlar beyaz, hatta biraz daha ilerleyebilirseniz, çıplak gözle bile rengârenk olduklarını hissedebileceksiniz.

Görmek değil hissetmek, gözünüzün gördüklerini hissedebileceksiniz.

Yavaşlayın önce ama, biraz yavaş, çok hızlısınız, kendiniz için çok hızlı uçuyorsunuz, mola vermenin zamanı geldi. Yıldızların altında küçücük bir mola… Öyle küçük bir an ki. İçinizin derinliklerindeki atom şifrelerinizin kilitlerini hackleyebileceğiniz bir an.

Hiç anahtar olmadan kapı açılabilir mi? Boşu boşuna depresyon dolu hayatlar geçirmişiz, kapıya bakmış durmuşuz, anahtarlar ise yukarıda, yıldızlarda gizli.

Tek tek indirin aşağıya, her kapı açılışında, yok edecektir bir sıkıntınızı. Her bir yıldız ayrı ayrı yardım edecektir size. O kadar mı fazla sıkıntımız var? Elbette yıldızlardan çok değil, yaşasın, kurtulduk, anahtarlar artık elimizde. Peki, çilingir kim?

Kimdir bu aşırı üzüntülerimize sebep olan, bizlere yıllarca boş boş yıldız savaşları filmlerini seyrettiren çilingir? Kimdir bu depresyon pazarından kendi depresyonumuzu beğendirten, benim sıkıntım senin sıkıntını döver dedirten, mutsuzluklarımızı kendi içimizde tazecik pişirten ve her gün aynı bahsi pişirtip pişirtip önümüze koydurtan, bizi ezen ve perişan eden, nefes alıp vermemizin bile farkındasızlığına mahkûm eden çilingir?

Gökyüzünü, yıldızlarımızın önünü tozpembe sıkıntılar ile doldurup, yağmur yağmur sıkıntı sağanaklarında ıslanmamıza sebep olan bu çilingir kim?

Çilingirin ne suçu var, sen kendindeki anahtarın farkında olmadıkça? Bu farkındalık ancak ve ancak yalnız kalmak ile mümkün olabiliyor, unutma sakın bunu.

Yıldızların içine ancak yalnız başına çıkabiliyorsun. Peşinden kendin bile gelemeden.

İçindeki seni ancak sen fark edebiliyorsun, yine içindeki anahtarın nerede olduğunu bulabildiğinde. Çilingire güvenme ama onun işi başından aşkın.

Zaten ne faydası oldu ki sana? Sadece para verenlerin kapılarını açtı durdu. Öyle yok bedavaya iş. Kendin bulacaksın, paran yoksa çilingir de yok. Para geçmez bu depresyon huzmelerinde değil mi? Sen öyle san.

Parayla pulla uğraşma sakın, bak cevabın ne kadar yakın. Asıl büyük alış veriş orada, yıldızları sana kimse parayla satamaz unutma. Onların hepsi ama hepsi senin, sadece senin!

Nereye mi koyacaksın o kadar yıldızı şimdi? O kadar basit bir yer var ki sende, hepsini birden kolayca sığdırabileceğin bir gönül var sende, kocaman bir gönül.

İçindeki sonsuzluğu görebildiğin an olay bitmiştir, yıldızlar gibi asılıverirsin yukarılara. Sen de belki bir yıldız oluverirsin nice gönüllerin içinde. Sen de içini dışına çıkarıp ters yüz edebilirsin kendini, düz taraf neresi diye düşünmeden. Zaten ne önemi var ki o zaman…

Yol bilmemen, iz bilmemen de önemli değil. Rehberlik edecek çilingirler de çok uzakta kaldılar. Hoş geldin arkadaşım. Sen de hoş geldin aramıza.

Serbest bırakabilmenin tadına varmak ne kadar güzelmiş değil mi? Güle güle diyebilmek, serbestçe yıldızlara bakabilmek. Güle güle, güle güle…

Artık içindeki anahtarı bulmuşsundur, istediğin gibi açıverirsin içindekileri, atom zerreciklerinde saklı olan sonsuz sayıdaki hazineleri.

Zamanda sonsuzlaşabilirsin yıldızlara ulaşabildiğinde.

Unutma tek yapman gereken sandalyenin üzerine çıkmak.

Ve saymaya başlamak: Bir, İki, Üç, Dört…


Like it? Share with your friends!

Ahmet Gencal
İngilizce öğretmeni. Psikolojik denemeler ve öyküler ustası. Zamanla tıpkı bir çaykara gibi arıtılıp gün yüzüne çıkan damıtılmış yaşanmışlıklarını eserlerinde kullanıyor.

4 Yorum

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  1. Anahtar arayanlara ki arayanlar bulacaktır, çok uFuk açıcı, yıldızlara yükselten, klavuzluk eden bir yazı olmuş, ellerinize sağlık…

  2. Çok teşekkür ederim Gülgün Hanım. Arayışımızın dünya meşgaleleri aradında kaybolmaması dileğiyle. Saygılar

  3. Çilingire anahtar da çok ,açacak kapı da çok .
    Kilitsiz sır yok.
    Anahtarsız gönüllerin bu güzel yazıdaki şifreleri çözmelerini dilerim .