Manson, Lücifer ve Yeraltından Notlar


Değerli, çağdaş şair Küçük İskender’e ithaf edilmiştir

Bir adam, “Büyük seri katil Charles Manson ‘Bana tepeden bakarsanız bir aptal görürsünüz. Bana aşağıdan bakarsanız Tanrınızı görürsünüz. Bana tam karşıdan bakarsanız kendinizi görürsünüz’ diye yazıyor yazar” dedi.

Loş bir salonda, artık eskisi gibi sigara dumanları olmasa da yüzlerin zor fark edildiği, kırmızı ışığın egzotik bir biçimde yüzlerde karanlık gölgelerle oynaştığı, “bilmem ne” barında uzun ve boş tezgâh önünde sanki başka yer yokmuş gibi yanına oturup, ona doğru kaykılarak yakınına sokulduğu adama bir adam aniden böyle dedi.

Derin düşüncelere dalmış, elindeki viski kadehiyle oynayan adamsa, sanki uykudan uyandırılmış gibi ürktü ve yine sanki uykudan uyandırılmış gibi mahmur gözlerle bir adama baktı. Baktı bakmasına ama gözlerini hemen ondan kaçırarak yeniden elindeki viski bardağına dikti.

Adamın susmaya niyeti yoktu. Bir bar sandalyesine tünediği için sanki yakınında bulunan herkesle konuşmaya hakkı var, konuştuklarının da ona yanıt verme sorumluluğu var gibi, kendinden emin bir tavırla konuşmasını sürdürdü.

“Hoş bir anlatımdı. Yazar bir yerde okumuş ve etkilenmiş olmalı” dedi. “İnsan kendi kuyusuna indiğinde, bu kadar kötü olduğunu mu görür acaba?” Yan taraftan ses çıkmadığını görünce yeni bir soru sordu “Siz de okudunuz mu bu kitabı?”

Diğer taraftaki adam, önce viskisinden bir yudum aldı, sonra elindeki bardağın içindeki buzları şıkırdattı ve dilini şaklattı. Âdeta vakit kazanmaya çalışıyor gibiydi. Adam ise yanı başında ısrarla gözlerini ona dikmiş bir yanıt bekliyordu.

Adam, sonunda konuştu. Konuşurken hâlâ elindeki viski bardağına bakıyordu. “Ben o kitabı okumadım, ama biliyorum” dedi. Adam, diğer adamın ağzından laf alabildiğine çok sevinmiş bir tavırla “Biliyorum, biliyorum. Okumadınız ama yazdınız” dedi. Bu cümlenin onanmasını bekler gibi hevesle adama bakarken, bir yandan da başını salladı.

Anlatırken kulaklarınızı daha fazla tırmalamamak için şu adamları biraz daha betimleyerek, neye benziyorlarsa ona göre anlatayım diyorum.

Adam, genç görünümlü, kırklı yaşlarında, temiz ve çocuksu yüzlü. Altında siyah kadife bir pantolon, üstünde beyaz ve üstten iki düğmesi açık bir gömlek var. Bir elinde buzlu viski bardağı, diğer elinde her an dışarıya çıkarak tüttürmeye hazır biçimde duran bir sigara. Sigara paketi ve çakmak da barın üstünde görevleri için hazırlar.

Diğer adam ise pis sakallı birisi. Saç ve sakalları, eğer boya değilse siyah olduğu için genç görünüyor. Sanki otuz beşinde yok gibi. O, keten pantolon ve keten gömlek giymiş. Şık görünümlü. Saçları itinayla taranmış. Parıltısı briyantin kullandığını belli ediyor. Genel görünüşünde ofsaytta düşen tek çizgi, yüzündeki yara izi. Neyse ki sakalları yarayı biraz kamufle ediyor.

Bu loş ortamda, bu zor gören gözlerimle bu kadar ayrıntıyı nasıl verebildiğime şaştım doğrusu. Böylece adama şair, bir adama da katil diyebiliriz. Sanırım kulağa daha hoş gelecektir. “Katil de nerden çıktı?” demeyin. Sabredin öğreneceksiniz.

Bu arada boş salon yavaş yavaş dolmaya başlıyor. Hava güzel olsa, şair kesinlikle içerde oturmazdı. Şimdi, içerde sigara da içilmiyor. İki de bir sigara içmek için dışarıya çık. Olacak şey değil. Zaten canı sıkkın… Yanındaki tanımadığı adam da durmadan bir şeyler soruyor. Neyse, tanıdıklar bara dökülmeye başladılar. Böylece yan taburede oturandan kurtulmak kolay olacak.

Katil, ilk sorusunu yineledi: “Her insanın gerçekten de bu kadar kötü olabileceğine inanıyor musunuz?” Gelen tanıdık yüzlerle birlikte şairin yüzündeki kara bulutlar dağılmış yerini muzip bir bahar esintisi almıştı. Tabureden kalkarak gelenlere doğru yönelirken “Dostoyevski, yeraltından notlar. Oku öğrenirsin” dedi.

Şair, arkadaşlarının neşeli sesler çıkartarak yerleşmeye başladığı masaya doğru yönelirken, bardaki taburesinde kalan katilin gözünde sanki bir ışık parladı. Belki de bana öyle geldi. Katil, barmenden kâğıt-kalem istedi. Kâğıda bir şeyler karaladı. İçersinin loşluğu nedeniyle yazarken neredeyse gözleriyle kâğıdın içine giriyordu.

Sonra taburesinden indi, yavaş adımlarla yürüdü, şair ve arkadaşlarının oturduğu masanın yakınındaki boş masaya yerleşti. Arkadaşlarıyla şakalaşmakta olan şair, adamın yeniden yakınına geldiğini fark etmedi. Gece uzadı, insanlar konuştu, katil dinledi. Saatler aktı, insanlar oynaştı, katil izledi. Gece sabaha vardığında ise oturduğu sandalye artık boştu. Ne orada oturduğuna önem veren, ne çıktığını fark eden olmuştu.

Uzun bir gecenin ardından sabah erken kalkmak kolay değildir. Hele bir memur değil de sanatçıysanız, belki de rüyalarınızda akşam aldığınız ilhamlar, dantel dantel örülerek bilinç ardına saklanır. Yeni bir günün cephanesi böylece, ak kâğıt üzerine o gün dökülmek üzere depolanır. Yeter ki, akşamki içkinin etkisiyle keyifsiz bir baş ağrısı veya mide rahatsızlığı bütün ilham perilerini ortamdan uzaklaştırmasın.

Şair o gün keyifli kalktı. Saat öğlen on ikiyi geçmişti. Çayı demleyip, güzel bir kahvaltı hazırlayıp, yedikten sonra çalışma odasına kapanmayı planlıyordu. Bir kapandı mı uzun saatler çalışırdı. Tam çay suyunu koyup ocağın altını açmıştı ki ev telefonu çaldı.

Aheste aheste telefona doğru yürürken koridordaki boy aynasından kendisini süzdü. Uzun ve yorucu bir akşam geçirmiş olmasına rağmen zinde görünüyordu. Telefonu açmadan önce bir sabah (öğle) sigarası tüttürdü. Hani, biraz daha çalsa da sussa der gibi ağırdan alıyordu. Ama telefon sesi durmadı.

“Alo, buyurun.”

“Beni tanıdınız mı?”

“Yoo, nereden tanıyacakmışım?”

“Akşam barda sohbet etmiştik. Size önemli bir şey söylemek istiyorum. Lütfen kapatmayın.”

Şairin keyfi hafiften kaçmıştı ve sordu. “Peki, anlatın bakalım ama kısa olsun, işim gücüm var.”

“Dostoyevski’yi okudum hocam” dedi adam. “Size bir kez daha hayran oldum. Dostoyevski de sizin gibi düşünüyormuş. Hepimiz kendimizi sorguladığımızda içimizdeki kötülüğü görebileceğiz demektir. Tabii ki dürüst olmamız kaydıyla.”

“Lütfen kısa kesin. İşim olduğunu söylemiştim.”

“Kızmayın bitiriyorum. Demek ki siz de benim kadar kötüsünüz. Bu işimi bir yandan kolaylaştırıyor, öte yandan zorlaştırıyor.”

“Ne? Siz neden bahsediyorsunuz ?”

“Hocam, ben bir kiralık katilim. Size saygımdan dolayı hocam diyorum. Kader beni kitap okuyan bir katil yapmış. Sizin adınızı duymuştum. Hatta öldürmeyi planlarken içinden alıntı yaptığım kitabınızı da okudum.”

Şair şaşkın bir sesle “Sen ne diyorsun?” derken, sesi oldukça boğuk çıkmıştı.

“Evet, evet sizi para karşılığı öldürmek üzere anlaştım. Belki inanmayacaksınız ama para benim için her şey değil. Bu parayı başka bir işten de kazanabilirim. Sizinle dün gece yaptığım kısa konuşma, okumamı önerdiğiniz kitap, arkadaşlarınızla konuşurken yan masadan duyduklarım beni çok etkiledi. Bu arada dikkatinizi çekti mi bilmiyorum, önerdiğiniz kitabı bu sabah satın alıp okudum.”

Şairin içini tarifsiz bir sıkıntı basmıştı. Ama bu sefer öfkelenmişti de. “İstediğin nedir kardeşim!” diye bağırdı.

“Hiç” dedi adam “Sizinle tanışmaktan şeref duydum. Ben sizi öldüremem. Ama dikkatli olun sizi tekrar öldürmek isteyeceklerdir.”

Kısa bir süre sessizlik oldu. “Merak etmeyin” dedi katil, “sizin için bundan sonra tutulacak her adamın eşkâlini ve adını kısa mesaj olarak telefonunuza yollayacağım. Kendinizi sakınırsınız. Telefon numaranızı vermenize gerek yok, zaten biliyorum.” Başka bir konuşma olmadan katil telefonu kapattı.

Telefon kapanır kapanmaz, şair “Vay be!” dedi “Demek oluyor ki bugünkü temamız ‘ölüm tehdidi karşısında yaşam’ Öyle olsun bakalım.” Yazı yazdığı odasına girdi, masasının başına oturdu, kâğıdını-kalemini çıkarttı ve sayfanın başına bir kuru kafa resmi çizdi.

Orhan TUNCAY


Like it? Share with your friends!

İncetezat Edebiyat
Kişisel yazılarınızı bize göndererek sitemizde yer almasını ve daha fazla kişiye ulaşmasını sağlayabilirsiniz. https://www.incetezat.com/misafir-yazarlik/

1 Yorum

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir