Keman Sesi


“Yahu, İhsan taktın mı takıyorsun. Nereden çıktı İstanbul’a gitme fikri. Hem de bu yaştan sonra…”

“Ne olmuş, İstanbul’a gitmenin bir yaşı mı var?”

“Bak oğlum, hem de Beyoğlu diyorsun. Tüylerim diken diken oluyor. Orası sizin aileye pek uğurlu gelmedi. Darma duman oldunuz.”

“Babamın anlattığı Beyoğlu’nu görmek, oranın havasını solumak, orada yaşamak istiyorum.”

Ağaçların yeşillendiği, çiçeklerin açtığı vakit Beyoğlu’na gelmişti. Aslında o, babasının sesinden duyduğu ve hayalindeki Beyoğlu için buradaydı. Babası gitmişti, bir daha da dönmemişti. Kafasının içindeki sesler “Sinemada gördüğümüz gibi evler var. Nem kokan binalar, daracık sokaklar, dik yokuşlar…” diyordu. Kendisi ünlülerin müdavimi olduğu meyhanede keman çalıyordu.  Bir gün İhsan’ı da götüreceğini söylemişti. Hatta bundan sonra orada beraber yaşayacaklarını…

“Kolay gelsin. Bu civarda eşyalı bir ev arıyorum.”

“Şöyle buyrun elimde iki tane ev var. Evli misiniz?”

“Hayır”

“O zaman aşağıdaki evi göstereyim. Diğer ev sahibimiz bekar kiracı istemiyor.”

 “Sanki evini yiyeceğim.” dercesine zorla tebessüm etti.

Emlakçı önde bizim İhsan arkada yol boyu ilerlediler. Adam semtle ve evle ilgili bilgiler verirken İhsan, etrafı büyük bir dikkatle inceliyordu. Kısık sesle

“Ne hikâyeler vardır şimdi buralarda.”

Emlakçı

“Aynen öyle… İşte geldik. Huzur Apartmanı.”

Kırklı yaşlara merdiven dayamış kapıcı Bekir, yerleri silerken “Beyim hoş geldiniz, yeni pas pas attım. Dikkatli yürüyün.” diyerek yol verdi.

Binanın aşınmış merdivenlerinden çıkarken her basamakta farklı bir notadan keman sesi duyuluyordu. Kata geldikleri zaman “gıy gıy” sesleri bir nihayete kavuşmuştu. Büyülü bir merdivenden mi çıktık diye düşünürken emlakçı anahtarı cebinden çıkardı. Kapıyı açarken kilit sesine kemanın müthiş notaları yeniden karıştı.

“İşte dairemiz bu. Ev sahibi alt katta oturuyor. Gelirken kapısı açık olan evde. Kimseye karışmaz. Gelen kiracıların hepsi memnundu. Beğendiyseniz kaçırmayın derim.”

Binanın buram buram nem kokan, yıllara inat dik duran yapısı İhsan’ın ilgisini çekmişti.

“Tamam. Sözleşmeyi yapalım.”

Kısa sürede bu garip apartmana anlamsız bir şekilde alışmıştı. Eski bir apartman olmasına rağmen komşuluk ilişkileri sıfırdı. Değişik bir şeyler çekiyordu onu. Aslına bakarsanız binada Bekir dışında tanıdığı da yoktu.  Aklını sadece gündüzleri artan, geceleri kısık gelen keman sesi karıştırıyordu.  Bir de ev sahibinin kapısının sürekli açık oluşu… Kendisini hiç görmemişti. Kirayı banka aracıyla ödediği için hiç tanışmamışlardı.

Bir gün Bekir’e kapının neden açık olduğunu sorunca “Beyimiz biraz değişiktir.” cevabını almıştı.

İhsan’ın kulaklarındaki keman sesi bir türlü silinmiyordu. Gündüz iş yerindeki klavye seslerini de artık  inleyen bir kemana benzetiyordu. İçinde yer alan huzur ve huzursuzluk arasındaki şeyin çözüme kavuşturması istiyordu. Hem de bu gece….

Akşama doğru evine çıkarken o katta durdu. Kapıdan içeri göz ucuyla baktı. İyice meraklanmıştı. Zile bastı, zil çalmıyordu. Kapıyı nazikçe tıkladı. Puslu bir “Gelebilirsiniz.” sesiyle içeri girdi.  Daireye adımını atar atmaz kendisini bir sergideymiş gibi hissettiren nizami dizilmiş sulu boya resimleri ve ardından gelen aile fotoğraflarını gördü. Adım adım şu sözler eşliğinde ilerledi:

Yalnızlık bir ölüm… Önce her şey rengarenkti. Sen vardın, çocuklarım vardı. Artık kimse yok. Her şey gri soğuk… Baksana keman nasıl acı çekiyor. İnim inim inliyor. Sizden ayrılınca ben de böyle acı çektim. Gece gündüz, inim inim inledim. Sesim kısıldı. Nefesim kalmadı. Ama içimdeki acı hâlâ gitmiyor, sönmüyor. Bir tek bu yay sesleri içimin yangınını alabiliyor. Oğlum ,İhsan’ım, neden böyle olduk? Ben neden geri gelmedim. İnan bilmiyorum, bildiğim şey var. Sadece acı çektiğim… Gıy gıy sesleri lanet… Artık duymak istemiyorum. Eşim, çocuklarım hepimiz o evdeydik. Sonra ne oldu ben kemanımla baş başa kaldım. Eşim, çocuklarım gitti. Bu sulu boya resimlere bak, kime ait? Çocuksu ve rengarenk…. Ailem… Dedem, atam, annem, babam, eşim ve çocuklarım yoklar artık.

Tüyleri diken diken olmuştu. Adamın anlattığıyla sanki geçmişine yolculuk yaptı. Kerpiçten yapılmış tek göz eve, çocukluğuna gitti. Zihnin oyunlar oynadığını düşündü. Adamın elindeki kemana bakınca beyninden vurulmuşa döndü. Babasının kemanıydı. “Mümkün değil.” diye dudaklarının arasından çıkan sese esir oldu.  Derin bir nefes aldı, soluna bakınca son çerçevede kendi fotoğrafını gördü, durakladı.

“Bak son çerçevede sen varsın, daha doğrusu senin yansıman. Çünkü herkes gidiyor bir şekilde, sen kalıyorsun. Tıpkı benim gibi…”

İlknur GÖK GÜLTEKİN


Like it? Share with your friends!

İncetezat Edebiyat
Kişisel yazılarınızı bize göndererek sitemizde yer almasını ve daha fazla kişiye ulaşmasını sağlayabilirsiniz. https://www.incetezat.com/misafir-yazarlik/

2 Yorum

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir