Erol Çelik Söyleşisi


Merhaba İncetezat okuyucuları. Söyleşi serimize bir edebiyat aşığı ile devam ediyoruz. Kendi tabiri ile yazmayınca uyku tutmayan, on parmağında on marifet dediğimiz kişilerden. İsterseniz artık soru cevap kısmına geçelim. İyi okumalar.

  • Kendinizi kısaca tanıtır mısınız? Erol Çelik kimdir?

Şimdiye kadar 5 tane kitabım yayınlandı ve iki tane kolektif kitapta öykülerim yer aldı. Diğer yandan 13 tane, senaryosunu ve yönetmenliğini üstlendiğim kısa filmim var.

Bütün bunların yanında hayatımı bir özel televizyon kanalında, ses operatörü olarak kazanıyorum. Yazdıklarımdan ve çektiğim filmlerden karnımı doyuracak parayı kazanamadığım için maalesef hayatımı tamamen sanata adayamıyorum.

Özetle Erol Çelik, yazmayınca rahat uyuyamayan, yazmak için daha fazla zamana ihtiyaç duyan, son zamanlarda bir bilim-kurgu kitap hazırlayan ve hayalindeki uzun metraj filmi çekmek için zaman kollayan bir adam.

  • Edebiyatla ilişkiniz ve yazma maceranız nasıl başladı?

Her şey okumakla başladı.

Aslında kitap okumaya geç yaşta başladım denebilir. VHS kasetlerden, Evil Dead gibi filmler izleyerek büyüyeceğim zannediyordum. Bulduğu her fırsatta kitap okuyan bir babanın evladı olarak, çok geç yaşta (Yaşın kaç olduğunu utancımdan söylemeyeceğim) okumaya başladım. İlk okuduğum kitap, Dean R. Koontz – Gecenin Tam Yarısı isimli kitaptı. Sonrasında Koontz ve King’in neredeyse tüm kitaplarını yuttum. İzlediğim korku filmlerindeki karakterlerle okuduğum karakterler arasında dağlar kadar fark vardı.

Okudukça kendi karakterlerimle tanıştım ve gizliden gizliye onları kaleme aldım. Cesaretimi toplayıp ilk kitabımın öykülerini düzenlediğim de yayınlatmak için altı yıl mücadele verdim. Kitabı beğenmedikleri için değildi ısrarım, en azından birinin, birkaç satırını okumasını istiyordum. Nihayet ilk okuyan yayın evi Avrupa Yakası Yayınları kitabımı bastı ve her şey peşi sıra geldi.

  • İlk kitabınız Heyula’nın ilk baskısını elinize aldığınızda ne hissettiniz?

Bence yazdığım en güzel öyküler o kitaptadır ve yayınlatmak için çok uğraştığımdan dolayı, basılmış halini görünce gerçekten çok mutlu olmuştum.

Yayınevinin editörü, yazar ismi yabancı olsa bu kitap çok satar demişti. O zamanlar bunu biraz rahatsız edici bulmuştum ama şimdilerde altıncı kitabını çıkartmaya hazırlanan bir Türk yazarı olarak, editörün ne demek istediğini çok iyi anlıyorum.

  • Kısa Film yapmak mı Roman yazmak mı?

Elbette roman yazmak.

Nedeni şu; kısa filmlerimin senaryolarını, yazdığım öykülerden oluşturduğum için ve iyi bir öykücü olamazsam, iyi bir görüntü aktaramayacağımı anladığım için önce yazmalıydım.

Zaten bir kitabı okurken, eğer olayları seyredebiliyorsanız, o iyi bir kitaptır.

Hiç film çekmeden yaşayabilirim ama öykü yazmadan yaşayamam diye düşünüyorum.

  • Korku hikâyeleri yazmak konusundaki motivasyonunuz neydi ve diğer türlerde eserler yazmak konusunda düşünceleriniz nelerdir?

Korku ve gerilim hikayeleri yazmak bir tercih değildi aslında. Okuduğum kitaplar ve izlediğim filmler benim tarzımı yansıtıyordu ve kaleme aldığım her öykü, oldukça gerilim içerir olmuştu. Yani hiçbir öyküme gerilim yazayım, insanları korkutayım diye başlamadım. Her şey kendiliğinden vücut buldu.

Size bir sır vereyim: sessizlik benim hayal gücümü harekete geçirir. Geceleri uyurken muhakkak televizyonu açık bırakırım. Kulağımda, bildiğim bir ses beni meşgul etmezse, hayal gücümün çalışmasını engellemezse rahat uyuyamam. Eğer televizyonun sesi kapalıysa, duyduğum her se; aklımda, başka yollara sapar ve hayal kurmama sebep olur.

Evet, bildiğin korkuyorsun diyebilirsiniz ama bu o kadar basit değil.

Mesela, öykü yazarken de aynı taktiği uygularım. Bazı ambiyans müziklerim vardır, yağmur sesi, saatlerce süren fırtına ve tipi sesi veya Dark Scifi diye bulabileceğiniz ortam seslerini dinleyerek yazarım. Böylelikle; dikkatimin dağılmasına sebep olacak sesleri duyarak aklımın dağılmasını engeller, kendimi kurgumdan uzaklaştıracak dış etkenlerden korurum.

Başka türlerde yazma konusu şöyle; son zamanlarda distopik ve kıyamet sonrası öykülerine takılmış durumdayım. Yeni kitabım bu türdeki öykülerden oluşuyor. Elbette bilim-kurgu yazarken de kendi tarzıma uygun olarak gerilim dozu yüksek şeyler yazıyorum.

Gelecek konusunda başka zaman uzun uzun konuşuruz.

  • Hikâyelerinizdeki karakterleri ve mekânları yazarken nelerden besleniyorsunuz?

Burada biraz dürüst davranacağım. İlk kitaplarımda karakterlere pek önem vermezdim, hatta benim için olay kurgusu önemlidir, karakterler ikinci plandadır zannederdim ama sonraları karakterlerin ne kadar önemli olduğunu çok iyi anladım.

Sonuçta tecrübe yaşanarak öğrenilir.

Son kitabım Cellatlar Kahvesi’ndeki karakterler üzerinde çok çalıştım. Her karaktere ayrı bir dosya açtım ve her birine minik öyküler yazarak, onların karakterlerini analiz ettim. Her birine otuzun üzerinde soru sordum ve her birinin cevabını kendi dosyasında saklı tuttum. İlerde her karakterin öyküsünü ayrıca yazabilecek hale geldim.

Cellatlar Kahvesi’ndeki karakterler ve mekanlar, çevremde kolaylıkla karşılaşabileceğim türden olmadıkları için her birine oldukça kafa yordum. Mesela; kahvenin krokisini çizdim, olayların geçtiği mekanların kuşbakışı haritalarını çıkarttım ve çıktılarını alarak duvara astım. (Böylelikle yeni arkadaşlara güzel tüyolar vermiş olalım)

Özetle, bir kitap yazmak hem sanat, hem de matematik gerektirir.

  • Fırsatınız olsaydı bütün insanlara okutacağınız bir kitap var mı?

Bu sorunun cevabı çok tehlikeli aslında. Ben, Trevanian’ın Şibumi eserini okuduktan sonra başka hiçbir kitaptan keyif almam zannediyordum. Hatta bunu herkese böyle lanse ettim ama öyle değil, zaman insanı farklılaştırıyor ve farklı yönlere itiyor. Şimdilerde, Stephen King okuyamıyorum mesela.

Kaçamak cevap vermek istemem ama babamın meşhur sözünü söyleyerek konuyu kapatmak istiyorum. “Oku da ne okursan oku!”

  • Türk ve dünya edebiyatından en beğendiğiniz yazarlar kimlerdir?

Ülkemde oldukça iyi yazarlar var ve var olmaya devam ediyor. Yaşar Kemal gibi büyük ustaların yanı sıra birçok kalemi güçlü ve tematik yazar var. Buradaki temel mesele; gruplaşmak, sınıflaşmak, diğerlerini görmezden gelmek. Bu yüzden yurdum okuyucusu hala yabancı yazarları okuyor, bu yüzden yayınevleri Türk yazarlara pek şans tanımıyor.

Konuyu biraz daha açayım; mesela ülkede kitap yazan guruplar bile kendi aralarında ayrışmış durumda, bilim-kurgu yazanlar filanca derneğe üye, korku yazanlar falanca oluşumda, polisiye yazanlar şuradaki internet sitesinde gibi. İşin kötü tarafı, her biri kendilerince yarışmalar yapıyor ve kendi üyelerine ödülleri dağıtıp, diğerlerini ayrıştırıyor. Bakın bu gerçekten kendimize zarar veriyor. Eğer ben polisiye yazacaksam bir mecraya üye olmalıyım, korku yazacaksam diğerine, bilim-kurgu yazacaksam öbürüne. Elbette dernekler olmalı ama bizdekiler biraz sıkıntılı. Şimdi bu yazıyı okuyan arkadaşlarım beni topa tutabilirler ama sıkıntı yok, iyi ki bir yere bağlı değilim ve o yüzden özgürce sallayabilirim.

Bütün bu karmaşanın içinde, zaten az okuyan bir toplumda iki sıfır geride başlamak biraz zor. Hem yabancı yazarlardan hem de kendi içimizdeki ayrışmalardan geriye kalan fırsatta öykülerimizin okunmasını başarmak oldukça yıpratıcı.

Elbette bıkmadan usanmadan yazmaya devam.

  • Gerçekleşmesini istediğiniz en büyük hayaliniz nedir?

Çok net bir cevap yazacağım. En büyük hayalim, hayatımı yazarak kazanmak.

  • Okurlara önerebileceğiz 3 kitap hangileridir?
  1. Trevanian – Şibumi
  2. Aldous Huxley – Algı Kapıları
  3. Yaşar Kemal – Binboğalar Efsanesi

Aslında okunması gereken çok kitap var muhakkak, bunlar ilk aklıma gelenler.

  • Ayrıca eklemek istediğiniz bir husus var mı?

Hayal kurmayan insan mutlu olamaz ve hayal kurmanın en kolay yolu okumaktır.

incetezat.com ailesi olarak bize zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz.

Ben teşekkür ederim.


Like it? Share with your friends!

İncetezat Edebiyat
Kişisel yazılarınızı bize göndererek sitemizde yer almasını ve daha fazla kişiye ulaşmasını sağlayabilirsiniz. https://www.incetezat.com/misafir-yazarlik/

1 Yorum

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir