Büyük Başın Büyük Derdi


Mutfakta, üzeri damalı bir muşambayla kaplı, açılır kapanır masada, yaşamımın birçok dönemine tanıklık etmiş bu eski nesnede, çelik bir tastan çorba içiyorum. Masanın ana katmanlarıyla yüklü ağırlaşmış yüzü, hafif dalgalı denizi andırıyor. Muşamba ise sayısız kesik ve çiziklerle zamana karşı direnmiş. Bu izlerin kaçını ben yapmış olabilirim, bilmiyorum. Kalın dilimlenmiş ekmekler arasında dolaşan karıncalar görüyorum. Amaçsız geziye çıkmış gibiler. 

Son hazırlıklar için Thomas beni erkenden çağırmıştı. Çorbayı hemen bitirmem lazım. Yapacak çok işim var. Önce atımı yemliyeceğim, sonra tımarlıyacağım, asil hayvan ne de olsa. Alışkanlıkları var, mahrum etmek istemiyorum. Gerçi benden güzel beslendiği kesin. Sırf bu yüzden hem demircide çalışıyorum hem de cellatlık yapıyorum. Neyse yol uzun. Bugün yürüyemeyeceğim. Varır varmaz da demiri eritmem lazım, sonra su katacağım. Çeliğin sağlam olması lazım. Asla hataya yer yok, bu sefer ki başka. Yarın idamı gerçekleştireceğim. O şeytan hak etti ama ya kocası? Ona söz söyleyemem. Hakkında hiç iyi şeyler düşünmüyorum ama ağzımı açamam. Herkes gibi ben de çok korkuyorum. Yıllardır astırdığının haddi hesabı yok. Hatta birçoğunu ben astım. Kim bilir kaçı masumdu? Omuzlarımda, kalbimde, ellerimde onların ağırlığı var. Her gece rüyalarıma giriyorlar. Günah çıkarmak istiyorum ama imkansız. Şimdi kellesini almak için uğraştığı şu şırfıntının uğruna yüzyıllardır inandığımızı aldı elimizden. Eğer günah çıkardığımı biri görürse benim de kellem gider. Dahası günah çıkaracak bir papaz bulmam bile imkansız. Benim gibi herkes korkuyor. Bir adamın keyfi için inancımızdan olduk. Sırf bu bile, o adama karşı nefretimi harlıyor. Ama yapacak hiç birşey yok. Umarsızca Papalığın mallarına konan bir adam bu. Nasıl korkmayım?

Dışarda bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyor. Her yer çamur. Eve ulaşmam çok zor olacak. Atımı bağladığım ağacın etrafı adeta bataklık olmuş. Güzeller güzeli doru atım ne hale gelmiş. Bu at benim için çok kıymetli. Hizmetlerimden, bağlılığımdan ve nihayet son bulan Güller savaşında gösterdiğim cesaretten dolayı kıymetli efendimiz hediye etmişti. Çok güçlü bir at. Asla kıyamam ona. Ben ıslansam, çamurlansam da o hep temiz olmalı. Kraliyetin asaleti var bu atta. Ne bileyim belki de bu yüzden bazen kendime yakıştıramıyorum. Üstelik ellerimde o kadar insanın kanı varken…

Sabahı zor ettim. Bir o tarafa döndüm bir bu tarafa. Döndükçe gacırdayan yatak zaten olmayan uykumu iyice kaçırdı. Yatak da mutfakta ki masa gibi yılların izlerini taşıyor. Hala yalnız yatmaya alışamadım. Güzeller güzeli karım vebadan öldüğünden beri demirciden yorgun argın gelsem de uyuyamıyorum, daha doğrusu onsuz uyuyamıyorum. Demiri ergittiğim ateş sanki benim içimde, sanki o ateşi alıp yatağıma koyuyorum da cehennem oluyor yatak, ben de yanıp kavruluyorum ama uyuyamıyorum… Böyle seveni niye alırdı ki tanrı? Oysa bugün başka bir kadın gidecek o cehenneme, hem de benim elimle. Yok olmayı sonuna kadar hak eden bir kadın…  

Bu gün çok önemli. İdam halka açık olacak. Muhtemelen de çok kalabalık olacak. O  büyücü şeytan hak ettiğini bulacak nihayet. Truncu piç’ini kaçırmışlar. Hah ne olur ki sanki kaçırmasalar? Altı üstü bir piç. Kime ne faydası olur ki? Ailesi bile kaçtı bu şeytandan. Gerçi kocası da hiç masum değildi. Daha şimdiden Seymour’ların Jane ile evleneceği konuşuluyor. Ne zamandır metresiymiş. Hoş büyücü şeytanla nikahını da iptal ettirmişti. Söylentilere göre 3 adamla ilişkisi var demiş. Eminim o büyücüden kurtulmak için iftira atmıştır. Ama bunların meşrebi bu, kimin eli kimin cebinde belli değil.

Görev vakti geldi. Meydan ne kadar kalabalık. Halk bir zamanlar ne tezahüratlar yaptığı kraliçesine şimdi eline geçeni fırlatıyor. Hayret büyücü şeytan Anne ağlıyor. Bütün o mağrurluğu, kibri gitmiş. Sonu gelen her canlı gibi gözlerinde sadece korku var. Şeytan meytan ama hakikaten güzel kadınmış. Güzelliği ile büyülemiştir Henry’yi. Gerçi çok kurnaz bir kadın olduğu konuşuluyordu hep. Ama işte sonu ne oldu. Birazdan infazı gerçekleşecek. Hey gidi Boleyn’ler… Ne oldum dememeli. Şimdi uğruna mezhebimizden, manastırlarımızdan olduğumuz bu şeytanın canını almak için gözümü bile kırpmayacağım hem de bütün katolikler adına. Kilisemizden olduğumuz için çıkaramadığım günahlarımı bunun kellesini alırken çıkaracağım. Tanrı affetsin beni.

Gözlerinden yaşlar boşanıp yalvarırken, o şeytanlıkları planladığı kellesi, zarif vücudundan ayrıldı. Kellesi ileriye fırladı, bedeni hemen oracıkta yığıldı kaldı. Sanki idam sehpasına değil de baloya gider gibi giyinmiş daha doğrusu süslenmiş, yetmemiş yüzünü de süslemiş. Ne garip bir kibirdir bu. Ama işte Kraliçe olmak için yaptığı bütün şeytanlıklar, çevirdiği dolaplar, rakiplerini ezip geçmesi, hiçbiri onu kurtaramadı bu hazin sondan. Catherine’e çektirdikleri önüne geldi. 

Henry tenis oynuyormuş Anne’in kellesi alınırken. Muhtemelen kanı bile daha kurumadan Jane Seymour’la evlenecek. Acaba o bir erkek varis verebilecek mi Tudor’lara? Yoksa yazık olacak, zira daha yeni York’lardan Tudor’lara geçti krallık. Ama belki tekrar York’lar gelirse biz de Katolik kilisemize, inancımıza kavuşuruz? Gerçi bunları düşünmekten bile korkuyorum. Şimdi tüm bu olanları gördükçe kraliçe olmanın, oraya gelmenin, orada kalmanın, onca kirli oyunun, dönen dolabın içinde hayatta kalmanın ne kadar zor ve garantili olmadığını anlıyorum. Mesela şu gördüklerimden sonra kraliyetten bir makam sunulsa bana, asla istemem. Tuzsuz aşım, dertsiz başım olsun da başım bende kalsın. 

Sevil Özsoy


Like it? Share with your friends!

İncetezat Edebiyat
Kişisel yazılarınızı bize göndererek sitemizde yer almasını ve daha fazla kişiye ulaşmasını sağlayabilirsiniz. https://www.incetezat.com/misafir-yazarlik/

0 Yorum

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir