Bir varmış diye başlanılan o hikayenin artık yokmuş diye tekerlenilen değerlerine dokundum, sokağına küsmüş sokak lambasının cılız ışıklarında. Beyefendiler ve hanımefendileriyle müzakere ettik halini yeni İstanbul’un. Yitirme kaygısından yoksun ruhların, hantal bedenlere sığışını acımsı bir hisle deyiverdiler bana. Modern’leş’me çabalarını eksik öğrenilmiş bir dil ve kaybedilmiş bir zihinle kavramaya çalışan yığınla robotlaşmış ferdin, boğazın genişliğinden güç alan poyrazın esişine karşı duramayıp savruluşundan dem vurdular. “Biz hiç böyle olmadık, olamazdıkta” dercesine bir tavırla. Sonra eskimiş sokakları bende yürüdüm hep bir “Acaba?” kinayesiyle. Aslında biliyordum, derinlemesine hissediyordum. Bu seher benim İstanbul’uma ait değildi, bu İstanbul ben düşlerimin sahibi değildi. Ama yine de emin olmak, önyargıyla yaklaşmamak istedim. Gezdim. Ayaklarımın karasularıyla boğuştu birkaç kez Haliç’in suları. Birkaç kez Fatih’ten yükselen eski bir sese denk geldim. Eminönü’nde oturduk; ikimizin de ait olmadığı bir şehirde, yalnızlığımla. Çamlıca’dan baktım, adalara kaçtım hatta birkaç kez. Arabalı vapurlara bindim sessizce. Varoş semtlerin delikanlı çocuklarının deyişlerini yineleye yineleye üstü – altı – sağı solu ile baktım bakındım durdum gecelerce. Dinamizmi kaybedişlerle sağlayan yeni bir nesil gördüm. Çağı geriye çektiğinin farkında olmayan bir nesil. Bir o kadar yabancı ve bir o kadar da duyarsız bir nesil. Ölümüne verilen yaşam kavgasının sadece kavga tarafında duran bir nesil. Yitirilmiş neşelerini dizdiklerini gördüm, Kadıköy rıhtımında. Kendi rıhtımından uzaklaşan gemilere kör oluşlarına hayıflandım. O gemilerin o yürekli çocuk bedenlerini hapsedişine yaktım ağıtları. Bağırdım, nefesimin sürtünüşü ile kıvılcımlanan kandile kör kalanlara. En sonunda inanmak zorunda kaldım işte. Korkularımın dejavusu gerçekleşmişti yeniden. Durmayan çağda, gerilemesini durduramayan kimlikleriyle aynı yolu yürümüştüm. Ben onlar arasında bir zerreydim belki de. Belki de hiç fark edilmemiştim. Belki de benim onları izlediğimi fark edip taciz zannına kapılmışlardı. Bense ağladım buna sadece. Bir kaç gece üst üste. O ki ağlamayı bile bilmiyormuşum ya her neyse. Gördüm sonunda çıplak bir aynada memeleri sarkmış bir şehri bir kez daha. Oburluğu nefreti bileyen zihinleri. Enkaz altında kalmış bilimleri. Aydın görünümlü kahkahası sahte boş kimlikleri.
Tüm bunlara ben mi karar verdim?
– Yok, hayır, ne haddime! Onlar yaşadı ben deyiverdim.
Yüreğinize sağlık. Gerçekten tüm gerçekliğiyle yozlaşan bir İstanbul
Tesekkur ederim. Bunun somut yüzünü görmek canımı acıttı açıkçası.