Kara Dut Lekesi


   *Ah Helios! Yine yapmıştı yapacağını…  Güneşi sofra örtüsü gibi denizin üzerine sermiş, seyrediyordu…

 Grup vaktinde hızlı adımlarla koşmaya başladı. Ruhunun üzerine bulaşan lekelerden soyunmuş tertemiz, yalınayak, çırılçıplak… Sonbahar yapraklarının adımını attıkça çatırdayan sesleri arasında biraz sonra tamamen kaybolacak olan sonsuz kızıllığa doğru hızla koşuyordu.  Güneşe yetişmeye mi çalışıyordu yoksa bir şeyden mi kaçıyordu? Göğüs kafesi sıkışıyor, arada elini göğsüne götürüp derin bir iç çekerek duruyor ve ardına bile bakmadan devam ediyordu. Güneşin kızıllığı yavaş yavaş yürek burkarak güne veda ederken karanlık çökmeye başlıyordu. Geç kalmıştı. Daha hızlı olmalıydı. Aniden yüreğini bir korku kapladı. Hava soğudu. Nefes nefese acıktı. Susadı. Üşüdü. Durdu. Derin bir nefesle tüm oksijeni tek seferde çekti ciğerlerine. Başı döndü. Düşündü. Etrafına bakındı. Bu adaya özgü nesli tükenen tek Kauai (O) kuşunun kendisini hiç duymayacak olan sevgilisine bestelediği şarkıyı dinledi. “Bu muazzam sese hiçbir cevap gelmeyeceğini bilmek ne acı” diye düşünürken dolan gözlerinin arasından bir şey gördü. Gözlerini ovuşturdu. Tekrar baktı. Yine aynı şeyi görüyordu. Az ileride oldukça yaşlı, ağlayan bir ağaçtı gördüğü. Ağaç ağlar mı? Hızlı adımlarla ilerledi. Dallarından mor meyveler sarkan ağacın devasa gövdesinden oluk oluk su fışkırıyordu. Önce “Serap” diye düşündü. En sevdiği meyve karaduttu… Sonra hava iyiden iyiye kararmadan ağaca ulaşmak için adımlarını hızlandırdı. Gerçek olup olmadığını o zaman anlayacaktı. Arada gözlerini ovuşturuyor. Ağaç kaybolmuyordu.

Sonunda tam karşısındaydı. Devasa ve tamamen gerçek öylece duruyordu. Yalnız meyvelere ulaşabilmesi için ağaca tırmanması gerekiyordu. Gövdesi şelale olan bir ağaca nasıl tırmanabilirdi ki? Bu kadar kuvvetli akıntıya karşı tırmanmak elbet zordu ama imkânsız değildi çünkü hızla akan su, ağacın gövdesinde merdiven gibi yarıklar oluşturmuştu. Sıkı tutunarak tırmanabilirdi. Evet yapabilirdi. Yaptı da. Bir iki defa ayağı kaysa da sımsıkı tutundu ve sonunda yukarıdaydı. Gördüğü manzara karşısında hayrete düştü. Ah Helios! Yine yapmıştı yapacağını…  Güneşi sofra örtüsü gibi denizin üzerine sermiş, seyrediyordu. “Sofra örtüsünü kaldırmadan yemeğimi yemeliyim ve bana altın tepside sunduğu karadutlarımı yiyerek buradan uzaklaşmalıyım” dedi. Başladı yemeye. Hayatında hiç bu kadar lezzetli bir karadut yememişti. Yedikçe doymuyor, her lokmada daha çok acıkıyordu. Suları ağzından akıyor. Elini, yüzünü, bütün vücudunu mora buluyordu. Artık bırakmalıydı. Bırakamıyordu. Helios gitti. Her yer bir anda kararınca korktu. Vücudunu temizleyerek ağaçtan inmeye karar verdi. Yarıklardan birinin altına girdi. Yıkanacak ve arınacaktı. Vücudunu yıkadı yıkadı morluk gitmiyordu. Sanki kalbine kadar mordu. Karadut lekesi öyle kolay çıkmazdı bilmiyordu. Ağacın gövdesine sürtündü belki çıkarır diye yine olmadı. Yapraklarını kopardı, yapraklarla moraran yerlerini örtmeyi denediği sırada ilginç bir şey fark etti. Yapraklarına dokunduğu anda ellerindeki morluklar silinmişti. “Bu nasıl olur?” dedi. Bir yaprak daha kopardı kollarını sildi. Tertemizdi. Biraz önce onu kirleten leke şimdi onu temizliyordu. Karadut lekesini yalnızca kendi yaprağının çıkardığını o an anladı. Başka bir şeye ihtiyacı yoktu.

Ağaçtan indiğinde artık tok ve tertemizdi. Helios’a ve karadut ağacına içinden teşekkür etti. Düşündü. Her şeyden uzaklaşmak, kalbindeki lekeyi temizleyebilmek için kilometrelerce yol kat ederek geldiği bu adada hayatının dersini almıştı. Onu terk eden kadından, yalanlardan, kalplerinin karalığı yüzlerini boyamış insanlardan, arkasından çevrilen oyunlardan, üzerine bulaşan pisliklerden, aslında kendinden kaçıyordu. Tüm bunları unutmak, temizlenmek için bu adaya gelmesine gerek olmadığını o an anladı. İnsanın merheminin kendi içinde olduğunu öğrendi. Artık onu buralara kadar sürükleyen kalbindeki lekeyi nasıl temizleyeceğini biliyordu.                                                                                          

*İlham aldığım müzik: Helios/  Caesura (2008)  “The Red Truth”

   Aslı GÖKMEN
                                                                         (14.05.2020’de yazıldı demlenmeye bırakıldı.)


Like it? Share with your friends!

Aslı Gökmen
“İnsan, kalbinde yaşadıklarını bir kitap gibi gözlerinde taşır ve bir insanı tanımak, kitabını okumak ile başlar.” Türkçe öğretmeni ve yazarımsı.

2 Yorum

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir